LE YAR

 

 

 

     İçimdeki ses; “Uzak dur!” demişti bana…

     …
 

     Korkuyordum…

     Sevmekten korkuyordum… Ama sevdim…

     Ve seni görmediğim zamanlarda güneşin tutulduğunu, yediğim ek-
meğin haram, içtiğim suyun zehir olduğunu gördüm.

     Yiyemedim… İçemedim…

     Senden uzak kaldığım zamanlarda, gülemedim…

     …

    
     En dertli ve en çaresiz zamanlarında, anamın mutfak penceresin-
den söylediği acılı ezgileri hatırlardım suskunluğumda… Suskunluğum-
da ve o Fırat mavisi gözlerinin göz bebeğine bakınırken dünyamı unuttu-
ğumda…
 
     Amansız bir fırtınanın, savurup da bir köşede topaç gibi döndürdüğü
boş ve buruşturulmuş bir kâğıt gibiydim o anlarda. Ve bilirim ki, bir kö-
şeye kıstırılmış yüreğim, göğüs kafesimi döverken amansız ve çırpınır-
ken nefessiz, elimden tutamazdın.
     Gözlerinden, okunmamış şiirleri toplardım da, yine de gözlerime mah-
cupça bakışlardan kurtulamazdın.

     Sen, beni eritirdin tutkularımda…

     …
 
     Baştan sona ilham kaynağım, saçtan tırnağına dokunulmaz bir abi-
demdin.
     Duvarlarda tablo-tablo resimlerim, teline her dokunuşumdaki sazda,
çeşit-çeşit bestelerimdin.
     Seni öylesi severdim de, yine de böylesi eriyip tükenmemin sebebiy-
din…

     ...

 
     Doğrusu, sana uzak kalmak, seni uzaktan sevmek istedim…
     Hayâllerimi erteledim, özlemlerimi öteledim de, sana böylesi tutkun,
sana böylesi yenik yüreğime bir söz geçiremedim…

     …

     …..

 
     Le Yaaar!...

     Ölümün sensizlik olduğunu bildim.

     Ölüm; sensizliktir.

     Senin sevgi dolu yüreğin yoksa yanımda, ben ölmüşüm demektir!...

     …

     …..
 
     Acı çeken bir kalbin en son sığınağı, yine acı çekmiş bir kalbin de-
rinlikleriydi.
     Ben, yüreğine gömüldüm ceylân gözlüm, yüreğine gömüldüm… Bil -
ki kalbinin derinliğinde, bil ki acılı yüreğinin içindeyim…

     …

     …..

 
     Le Yaaar!...
     Seni; Bingöl’de, Dara-Hini’de, Kerkis’te, Bingöl’e adını veren ve
bin parçaya bölünmüş efsanevi Kuş Gölü’nde aradım…
 
     Seni; Urfa “Sıra Geceleri”nde, Suruç, Viranşehir, Harran Ovaları’n-
da aradım.

     Nedendir bilemem, Urfa Kapalıçarşı’da, hep tarumardım…

     …

 
     Bir kuş göç ederken, asla adres sormazdı ceylân gözlüm.
     Ben, doğup büyüdüğüm toprakları böylesi adım-adım arşınlarken,
kimselere sormadım, kimselere derdimi anlatmadım.
     Ben; her adım attığım yerde, bakındığım her şaheserde hep seni ara-
dım…

     …

 
     Seni, Bitlis’te Merkava’da, Malabadi Köprüsü’nden ötede, Avavak-
fe’de aradım… İzini sürerken oralarda, bir sevda sanığıydım…

     ...

 
     Uzak dağ köylerinde yanan bir çoban ateşinin içinde, ne ümitler ya-
nar ve nice umutlar küle döner, çobandan daha iyi kim bilir?...
 
     Kim bilir bir çoban kavalından süzülen nağmelerin anlamını? Ve kim
bilir bir bestenin nice duygularla yapıldığını ve o bestekârı kim anlar?...
 
     Sen, çoban ateşim, sen bir dertli kavaldan süzülen hevesim ve sen,
sana yakılmış bestelerimin kaynağıydın.
 
     Belki, Ani Harabeleri’nde bir taşa oyulmuş resmim, belki de İshak-
paşa Sarayı’nda, bir güneş saatimdin…
  Seni; Süphan Dağı’nın etekleri, Nemrut Dağı’nın doruklarında arar-
ken de âlev ateşti yüreğim. Bir sevda sebiliydim...
   ...
 
   Küçük Harran, Ovakışla'dayım...
   Nazik Gölü’nde yıkanan balıklar, tutkuma gözyaşı dökerken sessiz
sedasız, menekşeyi, kardeleni, “sen” diyerek kokladım.
   Berivan yapraklarında, göz rengin vardı.
   Onlara dokunamadım…
   …
 
   Baykan’da, Veysel Karani’ye gittim… Adaklar adadım…
   Malabadi’den geçerken, kulelerde sabahladım… “Gelip geçersin”
diye bekledim.
   Silvan’da, Selâhaddin Eyyûbi Camisi’nde namaz kılarken, bir kına
gecesi sonunda, sen gelinliğinle oturmuş ve duvağını açmamı bekler-
ken, iki rekât “şükür namazı” kılmayı diledim.

     Ben; seni istedim!

     …

     …..

 
     Le Yaar!...

     Diyarbakır’da acılara boğuldum acılarınla…

     Sarı Saltuk’a, Zincirkıran’a, Osmanpaşa’ya uğradım.

     Dualar ettim.

     Hazreti Süleyman’a uğradım bir akşam üstü… Dilekler diledim…

     Melikahmet, Urfakapı ve Dağkapı’da dolaştım deli divane.

     Yoktun!...

     Acılar, cirit atarken yüreğimde, dişimi sıktım, çift elle sinemi yol-
dum…
     …
 
     Gazi Köşkü’nde, Kel Bako’yu dinledim…
     ...
 
     Türkülerin can suyuydun… Türkülerde hep sen vardın. Ve hep se-
ni söylüyor, seni anlatıyordu türküler.

     Ki sen yoksun diye, baştan sona acıyla söylendiler…

     …
 
     Süleyman Nazif’in, Cahit Sıtkı Tarancı’nın, Ali Faik Ozansoy’un ve
Ziya Gökalpler’in toprağında, Deliller Hanı’na uğradım.
     Nişan yüzüğünü aldım takarım diye… Hasanpaşa Hanı’ından, puşi-
ni ısmarladım.
     Balıkçılarbaşı’nda, hızma satanlar vardı, “takarsın” diye, bir de hal-
hal sardırdım…

     …

    
     Dicle’nin doğduğu Bırklin Mağaraları’nda geceledim hayâlinle… Sa-
baha dek yıldız topladım gökyüzünden.
     Sonra, melekler sardı her bir yanımı… Kanamasın diye bağladılar,
senden yana açılan o gönül yaramı…

     …

 
     Celâl Güzelses’i dinledim taş plâklardan…
     Okuduğu türküler acı vermese de, hüzün doluydu gazeller… Ve oza-
nın biri, bir uzun havayla sesleniyordu Seyrantepe’den; “Sevenler ner-
de? Hani nerde sevenler?...”

     …

     …..

 
     Le Yaaar!...

     Tutulmuşum bir kere…

     Mardin’de, Kızıltepe’de sararan başaklar, saçlarına benzerdi… O ba-
şaklar ki, tel-tel örmeğe, sarıp-sarıp öpmelere değerdi…
 
     “Gülistan Güzeli” demişim adına ki, adını andıkça Kal’atul Mara’dan
haykırmışım, Dicle-Fırat Havzası’nın pınarı Mezopotamya Ovası’na…

     Söyle ki nerdesin?!

     Ve benden bakıp seni görmek ne güzel, bilemezsin…       

     …

     …..

 
     Le Yaaar!...

     Yenildim korkularıma!

     Ve sevdim!...

     …

 
     Seni; Diyarbakır’da Evlibeden, Melikşah, Yedikardeş Burçları, Bes-
ni’nin üzümü, Siverek fıstığı kadar sevdim.

     Kulp’ta Şakiran Çayı, Dicle güzelliği kadar sevdim…

     Seni; Elâzığ’da dillere destan Kömürhan Köprüsü, Uzunçarşı kadar
sevdim.

     Hazar gölü kadar temizce ve Maden Dağı gibi zengince sevdim…

     …

 
     Seni; Siirt’te kutsal türbeler, Bitlis’teki minareler, Sermiyaz’daki me-
nekşeler, Nemrut’taki berivanlar, Karataşta’ki kardelenler kadar sev-
dim…
     Seni; Van’daki Akdamar Adası, Edremit’teki elmanın rengi, Ahlat’ta-
ki tarih ve Adilcevaz’daki güzellikler kadar sevdim.
 

     Sevdam, serimden aşkındır Le Yar!...

     ...

 
     Seni; Muş’taki Karasu kadar derince, Muş Ovası gibi engince sev-
dim...

     Kavgalardan bıkmış, kandan tiksinmişim ey güzel!

     Seni; Batman sıcaklığı, Antep kavaklığı kadar, Mutki’nin ve Hizan’ın
yalnızlığı, Güroymak  ılıcaları kadar sevdim…

     …

 
     Le Yaaar…

     Bir hançer gibiydi sevgin…İşledikçe işledi yüreğime…

     “Gelemezsen gelme ve gideceksen git” diyemem.

     Mutlu ol kaldığın yerde, o bana yeter… Ben acımla da başa çıkarım.

     Sen, mutlu ol yeter oralarda, bir başıma kalsam da sensiz, ben acımı -
da sararım…

     …

     …..

 
     Le Yaaar…

     Yenik düşmüşüm bir kalbin çırpınışına…

     ...

 
     Seni; Urfa’da Halilurrahman, Aynılzeliha kadar candan, Edessa kalın-
ları kadar kandan belledim…
 
     Seni; sıra geceleri gibi sıradan değil, acılı mırralar gibi yudum yudum,
Harran Evleri gibi uyum-uyum sevdim… Bütün bir varlığım ve bütün bir
ruhumla sevdim.
     Bana; “Cehenneme git!” diye demesin kimse, ben sensizliği, hep o ce-
hennem belledim…

     …

 
     Seni; bir Doğu, bir Güneydoğu kadar sevdim.
     Seni; gülistan kadar sevdim!...  
 
 
 
     Mehmet Cemal SAYDAM
 
 
("Ateşin Kızı" adlı eserimden...)       

 

( Le Yaar!... - 1 (Doğu Ve Güneydoğu) başlıklı yazı mehmet-cemal tarafından 3.05.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.