EY CAN – 18

 Ey Can!.. Bizim medeniyetimizde son yüzyılın en büyük kıyımı, şehirleşme alanında olmuştur. Şehirleşmeyi, kalabalıklar toplamı olarak algılayanlarımız çok. Üretmeden tüketme yolunda olanların mevcudu olan şehirlerde, ne kültür ne irfan düşünülmüş, son yüzyılda. Artan insan sayısı ve bu insan sayısına paralel şehreminlerinin işi, cadde açmak, sokak sayısını artırmak, meydan oluşturmak, çöpleri toplatmak, su ihtiyacını karşılamak ve diğer işleri rayına oturtmak, belediyelerin işi olmuştur.

Ey Can!.. Bunun yanında nazım imar plânlarından yoksun, yüzyılı değil, elli yılı bile hesaplamayan idareler, şehirde bir intizam bırakmamıştır.

Gündelik işler ve popülist anlayışla şehri katlederken birçok tarihî yapı ortadan kalkmış, düne dair ne varsa önemsiz bilinmiş, yapılar modernitenin önünde engel sayılmış, şehirlerin ruhsuzlaştırılmasında emeği geçenler kendilerini mutlu, sakinler beton mezarlara hapsettikleri benliklerini, bir mahpushaneden farksız biçimde şehirde yaşamanın verdiği kolaylıklarla beslemiştir.

Onlar için tarihe değer vermeme prestij, yapıları harabe şekline dönüştürme gaye sayılmıştır.

Onlar, gerektiğinde (!) ibadethaneleri bile yerle bir etmiş, mezarlıkları ortadan kaldırmış, medeniyetin vazgeçilmez değerlerini basitleştirmiştir.

Ey Can!.. Onlar için çok katlı yapılar topluluğu olan apartmanları dikmek ve etrafını yeşillendirerek Toplu Yaşam Alanları icat etmekle kendilerini başarılı hissetme yolunda ödüller beklemiş ve yaptıklarının karşılığında çağı yakaladıklarını zannetmişlerdir.

Ey Can!.. Şimdi şehirlere baktığım zaman, birer beton mezarlıklarına bürünmüş, ruhtan yoksun yapılar topluluğu görüyorum.

Şehirlerin kurulduğu münbit alanlar, beton mezarlara ilelebed hapsedilirken, şehirleşmenin olması gereken alanlar halen boş… Dağlık, tepelik alanlarda şehirler kurulsa idi, verimli araziler bu ülke insanının üretime katkı sağlamasını engellemezdi. Ekilip biçilecek alanları talan eden zihniyet, hızını almamış olacak ki ormanlık alanları da ağaçlardan yoksun bırakmış, yeşile düşman olduğunu adeta tescillendirmiştir.

Ey Can!.. Benden akademik açıklamalar bekleme. Benim yazdıklarım, halkın diliyle ve gözüyle kaleme aldıklarımdır. Aslında sonradan şehre göçmüş ve şehrin acılarını tatmış, benliğinde bu acılarla huzurunu bozmuş biri olarak, terk ettiğim topraklara büyük hasret içindeyim.

Şehirlerin ruhunu çalan anlayış, rahatlamak için fırsat elde ettikçe dinlenmek için kendince “tatil”  adını verdiği aylık zaman dilimini icad etmiş. Gürültüden uzak,  teknolojinin elektrik ve telefon dışında olmadığı, suyun hayat verdiği, yeşilliklerin göz alabildiğince uzandığı mekânlarda kendince psikolojik rahatlama seanslarını tıbbın literatörüne hediye etmiştir.

Medeniyetu’l-Fazıla nedir?   Bu bir kitabın adı mıdır? Bu bir şehir midir? Bu bir medeniyetin ismi midir?

Diyelim ki bu bir kitap ismidir.  Bu eseri okumamış olanların kalkıp toplu yaşam alanlarını yapmasını kabul edemiyorum.

Bu toplu yaşam alanlarını ortaya koyanların medeniyetimizdeki şehir karşılığını bilmediklerini ifade ederken, kendilerinin savunmaya geçeceklerini zannetmiyorum. Çünkü onlara hakaret etme kastım söz konusu değil.

Medeniyet’in toplu yaşamdan kaynaklandığını bilmeyenler, tarihle, kültürle, inançla şehir arasında nasıl bir bağ kurabilir?

Şehirlerimiz(!) betondan ucubelere dönüşürken, demirle çimentonun kardeşliğine reddiye olan yüzlerce yıllık yapı manzumelerinin maketini yapmaktan uzak teknolojik birikim, bu denli neden el üstünde tutulur?

Her ilde bayındırlık işlerinin olduğunu, belediyelerde  bu birimlerin bulunduğunu, üniversitelerde inşaat-mimarî kürsülerinin kurulduğunu bilmeyen var mı?

Çağımızda bir Mimar Sinan’ı yetiştiremedik. Onun eserleri halen ayakta iken demire ve çimentoya teslim ettiğimiz yapılarda huzurlu değiliz.

Köprüler inşâ eder, onların dayanıklılığının bir selle sona erdiğini gözlerimizle görmemize rağmen, eskilerine değer vermeyiz.

Ey Can!.. Muradı ifade ettikten sonra senin şehir ve medeniyet arasında bir bağ kurmanı isterim. Kendi medeniyetimizin köklerine bir yolculuk yapmanın zamanı gelmiştir. Geç kalsak bile zevahiri kurtarabiliriz. Düne ait olanları,  kurtarmak lazım.

Ye altında kalanlara saygı adına yapılanlara baktıkça, yer üstünde harabelere dönüştürülen yapılara acımama, bunları korumama, bu işle yetkili olanların suçluluğun tescilidir, nazarımda.

Yeraltında olanların elbette kıymeti vardır. Lakin yerüstündekine saygısızlığı affetmek, mümkün değildir.

Ey Can!.. İnsanoğlu, ne denli rahat olduğunu düşünürse düşünsün, şehir hayatından kimse memnun değil. Bakmaz mısın, şehirler hakkında yazılan kitaplara ve düne dair olan hasrete.

Ey Can!.. Şehirleri ruhsuz ve sahipsiz bırakmanın, sonuçta kendi kendimizi yiyip bitirmek olduğunu bilmeliyiz.

Tarihe, kültüre, inanca yabancılığın, bir başkasını taklide yönelerek, kendi özüne düşmanlığın başlatıcılığına kapı araladığını unutmamak gerekir.

Şair, haksız mıydı, evleri balkonsuz yapan mimarlara iltifat ederken? O mimarların alnından öpmek, yaşça haddimiz değil. Fakat ben, evleri balkonsuz yapan mimarları aramaktayım, ellerini öpmek için.  

( Ey Can 18 başlıklı yazı MehmetALİ tarafından 24.08.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.