DİLSİZ KIRMIZI
 
            Dilsiz bir kırmızıdır şimdi yaşamak,
Ve kırmızı… bilmem neyi solumak?
Kim bilir nasıl da çilekeş bir sancıdır, yol ayrımında şarkı olmak.
Susmak… herkes kalabalıkken,
Konuşmak… kalabalık en yalnızken…
Üşümek… kelimeler ayazda titrerken
Kim bilir ne soylu bir andır o,
Her sabah yeni bir umudun koynunda güne uyanmak!
 
Dilsiz bir karanlıktır şimdi dokunmak
Ve karanlık… Açmazlar coğrafyasının kapısında durmak…
Özgün bir valsin kıvrak nameleridir çalkalayan bulutu,
Sendelenense ağrıdan, bir yavuklu mektubu…
Kırmızı oyar mı ömrü?
Çelik bakışlarıyla, Helenistik anıtlar,
Taşır mı Rumeli’den Anadolu’ya bir arz-ı endam gülüşü?
 
Dilsiz bir çığlıktır şimdi haykırmak
Yazgımı kanatırcasına bilmem neyi çağırmak?
Nasıl da yaralı bir bozkırdır dehlizi içinde yaşatmak
Güze kesmiş parmak uçlarıyla çocuklar sonbaharın süpürüldüğü kapılarda ıslak gözleriyle yalınayak…
Kim bilir hangi masalı solurlar dudaklarında çiğ taneleri aylak aylak…
Ve kaldırımlar öylesine soytarıyken,
Gözleri öylesine açken sokak lambalarının,
Bir yılan gibi kıvrılırken zamansızlıkların eteğinde zaman
Kim bilir neyi doğurur en ölgün kalemleriyle şairler
Ve kim bilir neyi fısıldar güneşin gözlerine o hoyrat rüzgâr,
Nice yolsuzlar yol ararken ahmak ahmak…
 
Dilsiz bir kırmızıdır şimdi yaşamak…
Ve kırmızı… kaç yaşamışlıktan sonra bunca yaşlanmak…
Biriktirmek cehennemi terli avuç aralarında,
Uyuşuk kelimelerle örselemek ruhları boydan boya.
Kan yazmak, kan solumak
Ve sonra gözlerinde masalsı bir kentin,
Tren raylarına sıkışıp kalan bir yosun çığlığı olmak.
Neden sonra…
Bir gülü emzirirken kucağında bülbül,
Onca sarhoş unutkanlıkları çözüp,
Çıkarıp çekmecelerden gözlerimizi,
Sıtmalı eylüllerin burcuna o süt beyaz ninnisiyle anaların memleketimi dokumak…
Ve o anaç yüreğinde sevgilinin memleketimin gülen gözlerini bulmak…
 
Dilsiz bir kırmızıdır şimdi yaşamak,
Ve kırmızı… bilmem neye susamak?
Üç tarafı denizlerle çevrili bu coğrafyada,
Martıların dudakları neden bu kadar çatlak?
Niye bu kadar esmer İstanbul sokakları,
Kim kurşuna diziyor her gece yıldızları?
Sustukça eskiciler doğuruyor caddeler,
Sustukça ateşi sarıp sarmalıyor bilgeler.
Yazmak… bunca gerçeği şair olmaktan geçer.
Nice şairler var ki… uçurumda açan çiçekleri sever.
 
Dilsiz bir kırmızıdır şimdi yaşamak,
Ve kırmızı… dipsiz kuyularda aşkı solumak.
Örümcek sessizliği üşüşünce gözlere,
Ruhu gömecek bir mezar aramak
Ayrılığın ayak izlerini silip
Bunca sarhoşken gitar, kerpiç dudaklarında gecenin,
O şarkıyı yeniden yazmak…
Yeniden bir balıkçı tedirginliğiyle,
Aykırı kovuklara saklanıp çıldırasıya ağlamak…
Duvarları kanata kanata, asırlık bir sevdayı yürekte taşımak.
 
Dilsiz bir kırmızıdır şimdi yaşamak,
Ve kırmızı… yamalı bir bakışı gözde taşımak…
Uyurgezer ruhların çalkantısıyla,
Karanlık o tadı genzinde
 duya duya güne uyanmak…
Nasıl da yorar insanı eşkıya bir kapıya kilit olmak
Nasıl da yağmalar yüreği, yıllanmış günahların iz düşümünde Kaf Dağı’nı aramak.
Teni eskir, sureti eskir izbe sokak aralarında
Düne koşar bugünü kaybetmenin korkusuyla,
Ve ellerini küçültür yarında yankılanan bir ses olamamak.
 
Dilsiz bir kırmızıdır şimdi yaşamak,
Ve kırmızı… bilmem neye tutunmak?
Kilometrelerce seni sevmek, kilometrelere seni dokumak…
Ve hayat…
Bunca kirlenmişken ellerimiz,
Başlarımız bunca kuma gömülmüşken,
Kavgalardan soyup yumruklarımızı, aşkı kanayan yerlerimize sarmak…
Suretimizdeki fütursuz imzaya inat,
Kırmızıyı iliklerimizde çoğalta çoğalta yazmak,
Ve aşkı kırmızı tadında yaşamak…
 
Dilsiz bir kırmızıdır şimdi yaşamak,
Ve kırmızı… bilmem neyi solumak
Ellerin, gözlerin, gülüşün…
Ve susmak…
Kâğıt kokusu, kalem tortusu…
Ve yazmak…
Saçaklardan yağmur düşerken saçlarımıza,
Varlığımız öylesine yalnız, yalnızlığımız öylesine ıslak…
Gizli bahçeden o yasak elmayı çalıp,
Sonra, gökyüzündeki o mayhoş yıldızı alıp,
Çoktan yitirilmiş bir cennette, dilsiz bir cehenneme dokunmak…
Ve kırmızı… bilmem neye bu kadar tutsak?
Şimdi Ummanlara kanat çırpıyor,
Sen, ben, kırmızı ve aşk…
 
                                                                                              14.03.2009
 
                                                                                             Kızıl Gölge
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
( Dilsiz Kırmızı başlıklı yazı gezgin tarafından 24.09.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.