Gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüş kadına içim acımıştı. Onunla ortak bir ana tanıktı sanki zaman. Ellerini bütün sevecenliğimle okşayıp;

 

"Ne olur ağlamayın ve sakin olun. Size yardımcı olacağım. Az izin verin de şu üstümü giyineyim, hemen döneceğim" dedikten sonra onun bakışlarındaki onayı alır almaz plaj çantamın bulunduğu yere koşarak gittim.

Çok acele giyinip hala inleyerek ağlayan kadının yanına vardığımda ellerime sarıldı:

"Onu buluruz değil mi? Kendimi çok suçlu hissediyorum."

"Tabi buluruz. Şimdi belediyenin anons ettikleri yere gidiyoruz. Kendinizi de suçlu hissetmeyin lütfen."

"Elimde değil ne yapayım. Bu sabah onu bir çocuk gibi azarlamıştım. Hatta... Hatta... Of Allah’ım, hatırlamak bile beni kahrediyor."

Genç kadının bir suçlu gibi pişmanlık içersindeki bu ruhsal görüntüsü karşısında bende meraklanmıştım. Yine de onu teselli etme gereğini duyumsadım:

"Bazen kendimize engel olamıyoruz. Babanıza her ne yaptıysanız bilerek ve bilinçli yaptığınızı sanmıyorum. Nihayetinde o babanız ve onun iyiliği için yapmışınızdır. Lütfen kendinizi bu kadar üzmeyin. Merak etmeyin bulacağız onu. Hem babanız çoktan unutmuştur aranızda geçenleri. Biliyorsunuz, bu tür hastalar..."

Sözlerime daha fazla devam edemedim. Çünkü sözümü kesmişti:

"Evet, evet bilerek yapmadım. Vallahi de billahi de yapmadım. Bazen o tam bir çocuk oluyor. Hiç söz dinlemiyor. Ama son iki gün çok suskundu ve sürekli kitap okuyordu. Yemek bile yemiyordu. Onu azarladım, çünkü kahvaltı etmesini istedim. Buluruz değil mi babamı."

“Tabi buluruz.”

Belediye binasına yaklaşmıştık. Merdivenlerden kol kola çıktık. Zabıta memuruna durumu açıkladığım zaman çok daha farklı bir durumla karşılaşacağımızı düşünememiştim.

Mavi gözlü yaşlı adamı tarif eder etmez memur, bize oldukça şaşırtıcı bilgileri seri bir halde sıralıyordu.

"Saçları düz ve beyaz mıydı? Gözlüklü ve mavi gözlü biri miydi?  Bermuda beyaz şort giyinmiş miydi?"

Yaşlı adamın kızı da "evet, evet... Evet, aynısıydı" "o benim babam ve o bir Alzheimer hastasıdır." "o burada mı, şimdi nerede memur bey?" diye ardı ardına konuşuyor; bir yandan da zabıta memurunu heyecanlı ses tonuyla onaylıyordu. Ağlaması kesilmiş ve  babasına benzeyen gözlerine şimdi de umut yerleşmişti. Hani bana hiç yabancı gelmeyen mavi gözler…

"Hımm, şimdi anlaşıldı. Anladımm, anladım da o yaşlı adam kültürlü biriydi ve düzgün konuşuyordu. Sizin anlattığınız gibi değildi. O hasta olamaz. Hem bize Emine Hanımla konuşmak istediğini, onunla mutlak konuşmak istediğini iletince…”

Memurun sözünü kestim. Bu kez soru sormaya ben başlamıştım.

"Nasıl yani, beni mi sordu?"

Memur bakışlarını bana yöneltmişti:

"Evet, sizi sormuştu. Çok önemliymiş.  Hatta adresinizi tarif ettiğimde, kaybolurum, dedi. Bende yaşlı adamı yalnız bırakmayıp, evinize kadar eşlik ettim. “

"Ala ala, beni neden sorsun ki!"

Memur;

"Bilemiyorum Emine Hanım. Bize elindeki kitabı gösterip, bu yazar hanım beldenizde yaşıyor. Onu mutlaka görmeliyim. Bana yardımcı olur musunuz, diye ısrarla yardım istemişti. Başka bir bilgim yok. Şu an evinizde başka kimse var mı?"

"Evet, eşim evdeydi..."

Öyle çok şaşırmıştım ki, yaşlı adamın kızının mavi bakışları gözlerimle buluştuğunda, ne diyeceğimi bilemedim. Kendimi bir anda gizemli bir olayın içinde bulmuştum. Yaşlı adamın kızı yeniden ellerime asılıp yalvaran bir sesle;

"Hadi ne olur evinize gidelim...Bakın babam sizin eve gitmiş…"

İki gün boyunca "nerden tanıyorum" diye aklımı daimi meşgul eden sorulardan nihayet kurtulacaktım. Hala anımsayamadığım mavi gözlerin sahibinin, şu an benim evimde olması için içimden dua bile ediyordum.

"Tamam, memur bey, ilginize ve desteğinize teşekkür ederim. İyi günler."

"Ne demek Emine Hanım. Biz herkese yardım etmeye hazırız. Eğer evinizde değilse haberimiz olsun ki, anons ederiz. Merak etmeyin buluruz babayı. İyi günler."

Belediye binasına nasıl girdiysek aynı hızla evime doğru koluma giren kadınla koşar adımlarla yürümeye başladık. Yol boyunca kısa sorular sormayı da ihmal etmedim.

"Nerede yaşıyorsunuz?"

"İstanbul-Kartal".

"Hımm, kaç senedir?"

"45 senedir..."

"Anneniz yaşıyor mu?"

"Hayır, beş sene önce öldü. Babam onun hala yaşadığını sanıyor. Bir aylığına memleketine gittiğini, geri geleceğini umuyor."

"Hımm, anladım. Başınız sağ olsun. Babanızın mesleği neydi?"

"Sağolun Emine Hanım. Babam öğretmen emeklisidir."

O anda şimşekler çakmış, sanki binlerce havai fişekler beynimin içinde patlamıştı. Kitabı imzalarken adamın adı ve mavi gözleri şu an tam karşımdaydı.

O benim ilkokul öğretmenim Hüseyin Yıldırım'ın ta kendisiydi.

Yol ortasında durmuş, hayretler içinde genç kadının yüzüne daha dikkatli bakıyordum. Anılarımın yüzeye çıkmasıyla çocukluğuma kısa turlar yapıyordum. Ve en sevdiğim öğretmenimin beni kucağına alışını ve revire doğru koşarak götürüşünü nasıl unuturdum ki? Gözlerim bir anda dolmuş ve etraf sis içindeydi. Yanımdaki orta yaşlı kadının yüzüne, bu kez sevecen bakışlarımı yapıştırdım:

"Babanız Hasan Paşa İlköğretim Okulunda öğretmenlik yapmış mıydı?" sorusunu çok hızlı sormuştum.

Yanıt hiç gecikmemişti:

"Evet, bende o okulda okudum. Yoksa sizde mi?"

"Evet, adınız Meral mi?"

"Evet, siz... sizzz... sennn!... Emine Gü... O sensin!.. Aman Allah’ım, inanamıyorum! Bana yüzmeyi öğreten arkadaşım Emine’sin sen!.."

“Ya ya, ta kendisi…Hay Allah!”

Zeytinli'nin sahile uzanan caddesinde bu kez de kahkahalarla gülen iki kadın, sarmaş dolaş olmuştu. Her ikisinin gözleri sevinçli ışıltıyla dolmuş, yıllar öncesi çocukluklarına tanık olan zamanla, anılarına yolculuk ederlerken, yanlarından gelen geçenin meraklı bakışlarına da hedef olmuşlardı.

"Dünya meğerse ne küçükmüş, değil mi arkadaşım?"

"Evet ya hiç sorma. Haydi, oyalanmayalım artık, bakalım bizim evde durumlar ne âlemde. Eşim bu konuya az çok aşina, babanızı alıkoymuştur bile…"

Eve vardığımızda eşim ve tahmin ettiğimiz gibi Hüseyin Öğretmenim baş başa vermişler sohbet etmekteydiler. İçeri girdiğimizde iki adamın başı bize doğru çevrilmişti; mavi gözlerin sahibi bizi görünce sevinçle ışımıştı.

Kızı Meral bir adımda babasının yanına ulaşıp, ellerine sarıldı:

"Babacığım seni üzdüğüm için beni ne olur affet. Bir daha söz sana öyle kaba davranmayacağım. Ne olur affet beni babacığım."

Baba kız sarmaş dolaş olmuşlardı. Böylesi manzaraya tanık olan gözlerim ikinci kez dolmuştu. Duygu özlerim pınarlarından yavaş yavaş süzülürken, eşimin meraklı bakışlarını üzerimde hissediyordum.

"O öğretmenimmiş..." diye fısıldadım.

“Ciddi misin sen?!.”

Sanki tatlı tatlı bir meltem esiyordu şu an. Aniden değişen hava  gibi ruhsal iklimimiz de değişmişti. Rotasını bize doğru çeviren bir gemi yürek kıyılarımıza doğru ilerliyordu. Bu görüntüyü bozmak istememiştim. Eşimin dudaklarına işaret parmağımla dokundum:

“Suss! Sana sonra anlatırım.”

---

Baba kız bir süre hasret giderip, birbirlerinin gönüllerini alırlarken yüreğim farklı iklimlerle üşüyordu. Hüseyin öğretmenle ne çok anım vardı. Ve o ne kadar da değişmişti. Bir değişmeyen mavi gözlerindeki gülen ışıltıydı. Bana doğru yaklaştı. Benim onu tanıdığım gibi o beni anımsamamıştı.

"Nihayet sizi görebildim Emine Hanım. Az önce eşinize de söyledim. Kitabınızı okudum ve çok beğendim. İmzaladığınız sayfaya bir not yazmanızı rica edecektim."

İşte o anda beni neden aramış olduğunu da öğrendik.

"Karım Mukaddes memleketten bir ay sonra gelecek, bu kitabınızı ona da okutacağım. Sizden şuraya karımın adını da yazmanızı rica edecektim."

Gözlerimdeki yaşlar donmuştu. Ne söyleyeceğimi bilemiyor, boğazımda yutkunamadığım bir ayva dilimi gibi sertlik hissediyordum. Zor yutkundum.

"...Ne demek efendim, onu size imzaladım. Bir tane de sevgili eşinize imzalarım, olur biter..."

Bir çocuk gibiydi. Zıplamaya başladı ve ellerini çırparak;

 "Oleyyy... oleyyy yaşasınnn, Mukaddes'imin de artık bir kitabı olacak, yaşasınnn!"

İlk okul öğretmenimin “Mukaddes’imin de artık bir kitabı olacak” sözleri dün gibi kulaklarımda bir aksi seda şimdi...

 

BİTTİ

 

 

Emine PİŞİREN/Akçay-Zeytinli

30.09.2011

 

 

 

 

( Davetsiz Konuk -son- başlıklı yazı BelkiBirGün tarafından 30.09.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.