DENİZ YILDIZI

 

                Bu sene kış kendini şiddetli gösterirken ; güneşin aydınlık çığlığı bir türlü dondurucu soğuğa engel olamıyor ve durmadan yüzüme ve yüreğime karanlığın sislerini çöktürüyordu.

                Günlerden pazartesiydi ve biz edebiyat dersinde konumuzu bitirmiş olmanın sevinç ve telaşı içinde öğretmenimizin verdiği testleri çözmekle meşguldük  . Neredeyse  bürün dikkatimi testlerin o bitip tükenmek bilmeyen monotonluğuna kaptırmıştım.  Bu sıkıcı havayı gidermem için bir şeyler yapmam gerekiyordu. Ya test çözmeyi tamamen terk edecek  ya da uzun zamandan beri düşlemiş olduğum bir hikayenin kollarına atıverecektim kendimi.

Aslında hikaye yazmayı o kadar gönülden istemişim ki edebiyat öğretmenimizin söylediği söz beni havalara uçurmaya yetip artmıştı bile…

Edebiyat öğretmenimiz:

-Çocuklar içinizde hikaye yarışmasına katılmak isteyen var mı?

Aman Allah’ım ! Edebiyat öğretmenim sanki içimden geçenleri okumuş gibi. Tevafuklar beni o an o kadar sersem etti ki ellerimi titreyerek kaldırdım.

-Öğretmenim ben bu yarışmaya katılmak istiyorum.

Öğretmenim tebessüm ederek yüzüme baktı ve bana doğru yürüdü.

Sırtımı sıvazlayarak:

-Tahminimde yanılmamışım Ferit ve senin bu yarışmada başarılı olacağına inanıyorum.

-Teşekkürler öğretmenim. İnsanlar bazen başkalarına söyleyemediklerini kâğıtlara söylerler. O kağıtlar onların duygularına, düşüncelerine sırdaş, arkadaş olurlar. İşte; benim bu zamanlar böyle bir sırdaşa o kadar çok ihtiyacım var ki.

Öğretmenim bu cümlelerimden sonra gülümsedi ve  yılların verdiği bir tecrübeyle:

-Başarılar .dedi

Ben de hiç vakit kaybetmeden işime koyuldum. Hikayenin konusu, çocuk gözüyle hayattı. Bir nevi bizden hayallerimizi onlarla paylaşmamızı istiyorlardı. Ben bu hikayeyi yazacaktım tüm çocukların adına.

Sonuçta bu bizim hikayemizdi ama; nasıl başlayacağımı bilmiyordum. Konu görüşte basitti fakat özünde o kadar derindi ki düşüncelerimi bir türlü bir kalıba sokamıyordum. Aslında bu hikayeye konu olacak o kadar çok çocuk biliyorum ki yaşadıkları sıkıntılı hayattan dolayı  bir türlü geleceğe  dair umutları olmayan. Hepsinin geleceğe dair umutları güneşli bir havada yerdeki kar gibi eriyip yok olmuştu. Umudunu devam ettirmek isteyenlerde vardı . Simit satan , boyacılık yapan … Eminim ki hepsinin birbirine benzer hayalleri vardı. Polis, öğretmen ,doktor , hakim olmak gibi…

Hepsi tek tek gözlerimin önünden gelip geçiyordu. Gözyaşlarım titrek titrek akmaya başladı…

Siz, kendi yaşıtlarınızın gözlerinde hiç çaresizliği gördünüz mü? Ben gördüm…

Ben ayağında ayakkabısı olmayan çocuklar ,et yiyemeyen yetimler ve okula gidemeyen çaresizler gördüm.

Bizim gözümüzle nasıl olmalıydı acaba hayat? Ben hikayeme az önce söylediğim acı ama gerçek memleket mevzularından  biriyle başlamak istiyordum. Nitekim kalemimin gücü bunları yazmaya yetmiyordu.

Hikayemin üzerinde derin düşüncelere dalmışken;

Annem :

-Ferit hadi yemeğe demesiyle aşağıya indim.

Sofrada :

-Anne hikaye yazmak uçuruma benziyor. Düşüncelerim uçurum gibi birbirinden  ayrı ve bir türlü birbiriyle pekişmiyor.

Annem yılların verdiği bir yorgunlukla :

-EEe oğlum uçurumları sevenlerin kanatları olur..

Annemi anlamıştım sanırım. Kanat ve uçurum kelimeleri bana ilham olmuştu. Kalbimdeki diğer konularla bu kelimeler karşılaşınca hikayem kafamda şekillenmişti.

 Uçurumun eşiğine gelmiş çocuklar ve bu çocuklardan bir tanesi benim can dostum Orhan. Orhan dedim ya gözlerim yavaş yavaş buğulanmaya başladı. Ağlamamak için pencereden dışarıya ,yağan yağmura baktım. Geçmişe dair tüm hikayeler sevgi gibidir saklanamaz. İşte bu acı gerçek hikayede saklanılmayacak kadar mühim ve gerçekti.

                Orhan, ailesi tarafından çok sevilen ve takdir edilen yarına dair hayalleri olan idealist bir çocuktu ve yine bu hayallerini birileriyle paylaşmak için güzel dostlar edinen iyi kalpli bir Cennet kuşu gibiydi. O büyümek ve bir an önce  hayal ettiği çiftliğini kurmak istiyordu. Hatta bu hayaline o kadar çok bağlanmıştı ki yapıştırma kartonlarla kendine göre tasarlamıştı bile bu çiftliğini.

                Orhan ‘ın bu mutlu ve umut dolu hayatı , ta ki anne ve babası ayrılana kadar sürmüştü. Bir çocuk için, bu hayatta en acı , en zor şey gerçekleşmişti. Anne ve babası ayrılırken Orhan rüzgarın yaprağı oradan oraya savurması gibi savrulmuş ve bu vakadan çok darbe almıştı. O, artık hayallerini bir sandığa kilitlemiş; sinirli, vuran-kıran bir çocuk olmuştu. Benle birlikte bütün çevresi değişmiş ve her türlü kötü alışkanlığa alıştırılan bir çocuk olmuştu. Ailesini kaybetmiş bir yavru ceylan gibi yalnız ve sevgiye muhtaçtı. Hayatın yorucu maratonuna yenik düşmüştü.

   Ondan en son aldığım habere göre , ıssız bir sokakta uyuşturucu komasına girmişken bulunmuş ve zor bir şekilde hastaneye yetiştirilmiş…

Geçenlerde onu ziyarete gittim. Annesi, onun artık yürüyemeyeceğini söyledi. Odasına çıktım ona teselli vermek için , uyuyordu. Başucunda kartondan yaptığı ve bir hayal olarak kalacağı  çiftliği duruyordu. Gözlerimden akan yaşlara engel olamadım. Dilim, kalbimden geçenlere tercüman olamıyordu ve kendimi zor dışarı attım. Ne garip , hayat dolu bir dostumdu ve şimdi o hayalleri bir sandıkta onu bekliyor. Tıpkı , onun bir zamanlar onlara ulaşmak için umutla beklediği gibi.

Kafamda hep şu soruya cevap aradım:

-Neydi bizi uçurumun eşiğine getiren şey?

Neydi gözleri umut dolu olan , yarına tohumlar saçan, küçük kafalarında kocaman bir dünya barındıran bu çocukları  uçurumun eşiğine getiren?

Aslında hepimiz bu dünyaya birer kar tanesi gibi tertemiz geliriz. Hepimizin bir ütopyası vardır, hayallerimizle o ütopyamızı şekillendiririz ve kötülükleri asla oraya almayız. Orada mutlu , huzurlu ve sebat içinde yaşarız. Ellerimiz ve yüreğimiz tertemizdir orada. Yıldızlar ülkesi gibidir ve biz o ülkede gül kokuları içinde güller toplarız.

Ne yazık ki hayatın ahtapot gibi olması ve ütopyamızı kamçılaması, bizi o uçurumların eşiğine getiriyor. Kendimizi, karaya vurmuş deniz yıldızı hissederiz ve birilerinin gelip bizi tekrar denize atmasını bekleriz. Bazen gelen olmaz ve Orhan gibi orada yalnız, çaresiz kalırız.

Bana , bizleri nasıl yetiştirmeli diye sorsalar, onlara bizi yaşadığınız zamana göre değil yaşayacağımız zamana göre yetiştirin , uçurumun eşiğine getirerek değil , ütopyaların içine sokarak yetiştirin derdim. Yine hayatta en güzel kitabın  ‘Annem’ adlı kitap olduğunu ve annelerin ütopyaların sultanı olduğunu söylerdim.

Benim gözümle hayat, hayallerle doluydu. Tıpkı Orhan ‘ın ve diğer deniz yıldızlarının olduğu gibi. Nasıl bir dünya istediğimizi hayal etmek, o dünyanın temellerini atmak demektir. Bu hayaller bazen sıcak bir aile yuvasında oturup kartondan çiftlik yapmak olabilir ,bazen de bir bayram gününde bayramlıklarını giyerek hem büyüklerin ellerini öpmek hem de şeker toplamak olabilir. Kim bilir belki dünyanın bütün çocukları bir araya gelip güneşle kol kola kırlarda koşarak mutluluk ve özgürlük şarkıları söyleriz.

 

 

 

                                                                                                                   FESİH   SARIGÜL

 

 

Dünyanın bütün çocuklarına…

NOT: Lise yıllarından kalma, kalp deryamda tekrar fırtınalar kopartan bir hikaye.

( Deniz Yıldızları başlıklı yazı hazan tarafından 13.10.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.