(Çünkü bunun havası kaçtı !)
 
 
En mutlu olduğum anlardan biride, hafta sonlarında, kahvaltı sonrası gazeteleri okuma zamanıdır. Aslında saatleri desem daha doğru, çünkü bir iki saatten önce ve her sayfayı iyice taramadan, sindirmeden gazeteleri, bırakamam elimden. Bu sabahta aynı arzular içinde, kuruldum, bahçedeki kanepeye.

Hafta sonu olması dolayısıyla dolgun ekleriyle dolu gazeteleri masaya yerleştirip, bol sütlü filtre kahvemi iştahla yudumladım. Yeşil ile mavinin birleştiği, şehrin gürültüsünden uzak bu yerde sessiz, sakin anların tadını çıkartmak için hazırdım artık.

İlk gazeteye elime aldım. “Teröre karşı omuz omuza” başlığı atılmıştı ve her köşeye serpiştirilmiş acının, isyanın resimleri. Kahveyi içmeye devam edemedim, tadı kaçmıştı sanki birden ve kupayı bıraktım elimden.

Tekrar bakmaya başladım resimlere. Şehitler, göçüp giden yiğitlerin son yolculuğa uğurlanırken, ellerde kırmızı bayrak, gözlerde hüznün karası. Birlik, beraberlik içinde, tek yürek olmuş kalpler yan yana. İçim katıldı bir kez daha. Devam edemedim okumaya. Bu gazeteyi bırakıp bir kenara diğerini aldım elime.

Haramdır durun ” başlığı atılmış bu kez. Altında bir devrin liderinin, kâhlar içinde ve perişan halde yalvarır halinin resmi. Etrafında, onun yönetiminden, zulmünden çekmiş insanların çıldırmış, insanlıktan çıkmış halleri. Zulmün ne olduğunu iyi bilirken, düşmüş aman dileyen bu adama 17 - 18 yaşlarındaki gençlerin yaptıkları zulmün resim kareleri. Hemen aklıma getirdi şu dizeleri (Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkalarına asla yapma!)

Mideme kramplar girdi adeta ve hemen bu gazeteyi de ittirdim bir kenara. Kahve kupasını tekrar elime aldım. Tadı kaçmakla kalmamış, buz gibi olmuştu şimdi de. Tıpkı taşlaşmış yürekler gibi. Bir başka gazeteye uzandım ve bu kez direk iç sayfalarına daldım. Otoyolda tekerleği çıkan tırın biçtiği dokuz canın haberi. Tekerlek durup dururken çıkmaz ki? Besbelli, ihmalkârlık bunun sebebi.

İçim şişmeye devam ederken, bu kez de geçen hafta Çin’de iki yaşlarında bir çocuğa çarpıp kaçan sürücünün haberi çıktı karşıma. TV’de izlemiştim o anı ve kahrolmuştum. Bir değil, beş değil, on değil tam on sekiz kişi, kanlar içinde yerde yatan bu minik bedenin yanından aldırmadan geçip gidiyordu. Sanki orda duran bir kaya parçasıymış gibi.

Yazıklar olsun demiştim, iste budur insanlığın öldüğü an. Sonunda bir kişi insafa gelip, koşturuyor hastaneye yavruyu. Yarı aralık bakan gözleriyle, sargılar içindeki görüntüsüne bakıyor, hüzünleniyorum. Bugüne kadar yaşam mücadelesi vermiş hayatta kalmak için meğer. Tam “Ay! Canım… Yaşıyormuş hala ” diye sevinecektim ki, bir haftalık mücadelesinin sona erdiğini ve öldüğünü okudum sonrasında. Derin bir iç çekip gazeteyi savurdum masaya.

Üç kuruşluk keyfim vardı şunun şurası, o da çoktan uçup gitmişti. Yetmiş de artmıştı bu kadar okuma. Ancak tüm hafta içinde, paylaşım sitelerine eklenen resimler, videolardaki iç burkan görüntüler bir bir geçmeye başladı bu kez de gözlerimin önünden. Vahşetin, dehşetin, derin üzüntülerin, kahroluşların ve acının görüntülendiği kareler. Tutamadım gözyaşlarımı daha fazla ve saldım gitti bir süre.

Dünyanın öbür yüzü geldi aklıma. Modanın yeni trendleri peşindekiler, yediği önünde, yemediği ardında olmaktan obezitenin pençesindeki insanlar. Ya açlıktan ölmemek için direnenlere ne demeli? Ha, bir de bayram yaklaşıyor ya, nereye kaçalım telaşındakilere çarfçaf gibi fırsat ilanları. Hani nerde o eskilerde, büyüklerimize yapılan çikolatalı, şekerli ev ziyaretleri? Birlikte yenen kurban kavurmaları. Bayramlar artık tatil günlerinin habercisi sadece.

Ben anne olamadım, geç evlilik kaçırttı treni. Ama gördükçe dünyanın bu hallerini, pek bir çaba da sarf etmedim,benim de olsun bir tane diye illaki. Severek, kanınız, canınızla besleyerek getiriyorsunuz dünyaya. Sağlıkla büyütmek için, iyi bir eğitim alması için çırpınıyor, kim bilir nelerden fedakarlık ediyorsunuz.

Hadi diyelim şanslıydı bir üniversiteye kapağı attı. İstediği branşlardan mezun olması hayal gibi. Çoğu açıkta kalmamak için istediğine değil, puanı tutturduğuna gidiyor. Hadi bunu da başardı diyelim. Mesleğini yapacağı işi bulamıyor. Bazıları bu yüzden, ya da iş bulamadıklarından, bari askerlik aradan çıksın diyor. Bu kez de geri döneceği şüpheli.

Ne acıyı, ne matemi ilelebet sürdüremeyiz elbette ki. Ama biz çok çobuk unutuyoruz nedense. Ama keşke o kadar kolay olmasa diyorum. Madem biliriz, her şey gelip geçici, insanlığımızdan olmasak bari, almasak, ezmesek onu böyle kolayca ayaklar altına.

Diller, dinler, ırklar diye ayırmasak birbirimizi keşke ve Ah! barış içinde, kardeşçe yaşamayı bir öğrenebilsek. Ne olurdu sanki? Şu koca dünya hepimize zaten yeterdi. Ama yok işte… Bu dünyada öyle bir ihtimal yok gibi. Gelecekte olur mu? Onu da Allah bilir? O yüzden, sizi bilmem ama ben şimdiden, başka bir dünyanın hayalini kurmaya başladım bile.

Nasıl mı? Hani hep duyarız da inanmayız, uzaylılar gelip insan seçiyormuş dünyadan, götürüp incelemek üzere diye. Ee.. Gelsin beni alsınlar diyorum, gönüllüyüm işte. Zaten şu koca âlemde yalnız olmamız mümkün değil, var olduklarına inanıyorum tüm kalbimle. Ah! Bir de bilebilseydim;

- Bunun için kriterleri neydi?

-Hangi yollardan geliyorlar yurda,

-Hangi durumlarda çıkıyorlar ortalığa,

Onun üzerine yapardım bütün çalışmalarımı ve ne yapar eder kendimi seçtirmeyi bilirdim. Böylelikle belki de dünyada olanlar yüzünden endişelenmeyi bir kenara bırakır, ölmeden dünya değiştirmeyi başarabilirdim beklide.

Kim bilir?
 
 


Billur T.Phelps / 22.10.2011
 
( Yeni Bir Dünya Arıyorum başlıklı yazı KRISTAL tarafından 22.10.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.