Cihan
Padişahı, ilk Osmanlı Halifesi Yavuz Sultan Selim Mısır seferinden dönüyordu. Yolculuk
esnasında bir anda beklenmeyen bir şey oldu. Şeyhülislam İbni Kemal’in atının
ayağından sıçrayan çamur, Yavuz Selim Han’ın kaftanına sıçramıştı. İbni Kemal çok
mahçup olmuş, yanıdaki tüm vezirler ve paşalar nefeslerini tutmuştu. Herkes; celali
ile meşhur olan padişahın bu olaya çok kızacağını ve büyük bir ceza ile şeyhulislamı
cezalandıracağını zannediyorlardı. Bu hali gören Padişah yanındakilere seslendi;
-“Bana başka
bir cübbe veriniz. Âlimin atının ayağından sıçrayan çamurlar
bize medar-ı ziynettir. Bu kaftan böylece hazinemde saklansın.
Öldüğüm zaman bu kaftanı böylece sandukamın üstüne koysunlar. Alimlerin
atlarının ayaklarından sıçrayan çamurun bile makbul olduğunu gelecek nesiller
ibretle görsün. Çünkü alimler her zaman padişahlara lazımdır.”
Padişah darı
bekaya göçünce bu kaftan vasiyeti üzerine türbesindeki sandukasının üstüne
serildi ve rivayete göre bugüne
kadar hala yıkanmadan muhafaza edilmiş.
Osmanlı
döneminde üç padişah görmüş Osmanlı’nın dokuzuncu Şeyhülislamı İbni Kemal’in (1468-1533) asıl adı Şemsettin
Ahmet’tir. Dedesi Kemal Paşa’ya izafeten İbni Kemal diye anılır.
İbni Kemal; Sultan
II. Beyazıd-ı Veli zamanında Sipahi Ocağında bir askerdi. 1492 yılında Sultan II. Beyazıt Han
ile Arnavutluk tarafına bir sefere çıkmıştı. Candarlı Halil Paşa’nın oğlu
İbrahim Paşa Vezir idi. Onun yanında da Evrenos oğlu Ahmet Paşa isminde bir
kumandan vardı. Kumandanlardan hiç biri bu paşanın önüne geçemez, mecliste
ondan ileri kimse oturamazdı. İbni Kemal ise vezirin ve kumandanlarının huzurunda
ayakta ve esas duruşta beklerdi.
Ordu Filibe’ye varınca Vezir
İbrahim Paşa Filibe'de Divanı toplamış ve herkes protokoldeki yerini almıştı.
Vezirin hemen yanında yine Evrenosoğlu bulunmaktaydı. Herkes onun
anlattıklarını dikkatlice dinlemekteydi. Bu sırada Divana mütevazı kıyafetler
içinde bir adam gelmişti. Herkes saygı
ile kendisine yer vermişti. O da geçmiş ve Evrenosoğlu’nun bile üst tarafındaki
bir yere oturmuştu. Divandaki herkes buı defa saygı ile onu dinlemeye
başlamıştı. İbni Kemal
bu hale şaşırmıştı. O güne kadar gıpta ettiği Evrenosoğlu’nun bile üstünde bir
makama oturtulan ve hayli rağbet gören bu adam da kim diye merak etmişti.
Bir fırsatını bulup bu şahsın kim
olduğunu yanındakilerden birine sordu. Bu mütevazı âlimin, Filibe'de günlük 30 akçe ile
müderrislik yapan Tokatlı Molla Lütfi olduğunu öğrendi. Bu hürmetin sebebini sorduğunda
aldığı cevap ta hayli ilginçti. “Alimler ilimlerinden dolayı hürmet görür.
Aşağı bir yere otursa bile devlet terbiyesi gereği buna rıza gösterilmez.”
denmişti.
Bu cevap karşısında şaşıran İbni
Kemal kendi kendine: “ben ne yapsam Evrenosoğlu gibi bir kumandanın derecesine
çıkamam. Ama çalışır, gayret edersem şu alim gibi olabilirim” diye düşündü ve Molla Lütfi gibi bir âlim
olmaya karar verdi. Bu sırada Molla Lütfi'nin de görev yeri değişmiş ve
Edirne'deki Daru'l-Hadîs Medresesi'ne tayin edilmişti. İbn-i Kemal sefer sona
erdikten sonra Edirne’ye Molla Lütfi’nin yanına ilim
tahsil etmeye başladı. Daha sonra Muslihiddin Mustafa Kestelli, Muhyiddin Mehmed Hatipzade
ve Sinaneddin Yusuf Muarrilzade gibi başka hocalardan da ders
alarak önce müderris oldu. Daha sonra da Şeyhulislam
mertebesine kadar yükseldi. O gıpta ettiği hürmetin bir benzerini ilminin
karşılığı olarak yukarıda anlattığımız olayda yaşadı.
Bu olay hala bugün bizler için bir
ibret ve ders vesilesi olarak yad edilir.
Malumunuz
her yıl 24 Kasım, öğretmenler günü olarak kutlanır. Bu gün resmi törenler
yapılır. Yılın öğretmenleri seçilir. Öğretmenler için güzel sözler sarf edilir.
Öğretmenler
toplumun mayasını çalan önemli kişilerdir. Nesiller onların elinde şekil alır,
şahsiyet kazanır. Onların bu genç dimağlara ektikleri bilgiler, fikirler
gelecekte bu kişilerin kazandığı dünya
görüşünün temelini oluşturur. Öğretmenler önemli kişilerdir dedik. Çünkü
tarlaya ne ekersen onu biçersin…
Öğretmenlerimiz
sayesinde elimiz kalem tuttu, okuduk, meslek sahibi olduk. Dinimizi, dünyamızı
onlardan öğrendik. Vatanı sevmeyi, gerekirse uğrunda ölmeyi onlardan öğrendik.
Onlara
ne kadar teşekkür etsek azdır.
24
Kasım her ne kadar onlar için adanmış bir gün ise de bizler, onların
öğrencileri olarak yaşadığımız her gün onları hayırla yad etmeli, karşılaştığımız
her an sevgi ve saygımızı göstermeliyiz.
Kendimde
bir dönem öğretmenlik yaptım. Öğrencilerim oldu. Bu duyguyu az çok ben de
yaşadım. Cıvıl cıvıl öğrencilerim vardı. Şimdi bir kısmı üniversite tahsili
yapıyor. Bir kısmı çoktan çoluk çocuğa karıştı. Onlarla karşılaşmak, iyi
haberlerini almak tıpkı kendi öz çocuklarımın başarıları gibi göğsümü
kabartıyor.
Uzun
yıllar öğrenci olduğumun için de onlarca öğretmenim oldu. Hala öğrenmeye,
birilerinden bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Tüm öğretmenlerimi bu vesile ile
hayırla yad ediyorum.
Öğretmenlerimden
Afife Yıldız, Ahmet Özlü, Ayhan Yalçınkaya, Celal Avcı, Hasan Kaya, Sami Akgül,
Mehmet Yıldırım, Osman Duman, Güven Bıyık, Prof. Dr. Saip Tellioğlu, Prof. Dr.
Macit Özhan gibi isimler rahmetli oldular. Kabirleri nur olsun.
Mesude
Aykaç, Mehmet Metin Aşkın, Ethem Erkoç, Ahmet Hamdi İçöz, Ahmet Yetim,
Abdulkadir Ozulu, Yaşar Yılmaz, Murat Yıldırım, Nurettin Eftekin, Naim Toprak, Ahmet
Aykaç, Prof. Dr. Hakkı Emsen, Prof Dr. H. Yusuf Gökalp, Prof. Dr. Kemalettin Kara gibi bir çoğu halen
hayatta… Onlara da sağlıklı ve uzun ömürler diliyorum.
Okul
dışında kendilerinden ders aldığım Osman Demir, Tevfik Soyata, Enver
Leblebicioğlu da diğer hocalarımdan. Onları da burada minnetle anıyorum.
Bu
yazı vesilesiyle tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Gününü tebrik ediyorum.
Halit
Yıldırım