GÜLNÂME
.
Gül, bir cins çiçek, gülün yabânisi ve ıslah edilmişi vardır. Yabâni gülün Orta Asya’da çok eskiden beri yetiştirildiği bilinmektedir. Bahçe gülüne dâir en eski bilgi Bâbil bahçeleri üzerine Herodotes tarafından verilmiştir. Eski Yunan edebiyatında da gülden bahsedilir. Bütün bu bilgilerden gülün doğudan, Orta Doğu, Anadolu ve Yunan adaları yolu ile batıya geçmiş olduğu söylenir.
.
Hint efsânelerinde gülün dini ve kozmogonik bir mânası vardır. Eski Suriye ve Mısır’da da gül üzerine çeşitli efsânelere rastlanır.
.
Roma döneminde aşk ve neşe çiçeği sayılan gül, geniş çaplı ziyâfetlerin vazgeçilmez birer süsü olarak dikkat çeker.
.
Gülün en çok münâsebet hâlinde bulunduğu unsur bülbüldür. Bu iki âşık arasındaki ilişki şark efsânelerine dayanır. Bu efsânelerden birine göre; gül eskiden bu günkü kadar kırmızı değilmiş. Belki de Gül-i nesrin (yaban gülü)    gibi pembe ve sâde imiş. Bülbül onu bu hâli ile de çok severmiş. Ancak gül, bülbüle iltifat etmezmiş. Ayrılığa dayanamayan bülbül bir gün gülün dikenli gövdesine konuvermiş. Dikenler bağrına batınca akan kanlar toprağa dökülmüş. (diğer bir rivâyete göre de kanı gülün yaprakları üzerine düşmüş.)    Dökülün kan topraktan gülün damarlarına süzülünce, gül o günden sonra kan kırmızı açmaya başlamış...
.
Yine bir gün güle sormuşlar, “sendeki bu dikenlerin hikmeti nedir? ” diye. Gül cevap vermiş, “Benim dikenimi kalem, bülbülün kanını da mürekkep yaparak, güzelliğimi tasvir etsinler” demiş...
.
Karga ile bülbülün, farkı yer seçiminden
Gülün güzel kokusu, dikenle geçiminden.
.
Ancak bu efsaneler, şâirler tarafından sevgiliye olan aşkı dile getirmek isteyen âşıkların serencâmı olarak vasfedilir. Maksatları o güzele kendi gönül efsânelerini dinletmektir. Yoksa ne gül, ne de bülbül bu kadar söze, bu kadar dedikoduya değmez.
.
Çağlar boyunca çeşitli milletler tarafından sanat eserlerinde bir unsur olarak kullanılan gül, ilâç olarak kullanılması yanında kendisinden elde edilen gülyağı ile de aynı zamanda bir ticaret metaı olmuştur. Özellikle doğuda yetiştirilen nâdide çeşitleri ile bahçelerin vazgeçilmez güzellik kaynağı olan bu çiçek, çeşitli milletlerin edebiyatlarında olduğu gibi, bizim edebiyatımızda da şâir ve yazarların ilham kaynağı olarak göze çarpar.
.
Gül, Allah’ın ve O’nun birliğinin sembolüdür. Hakk âşıkları da bu ‘Gül’ün, bülbülü olarak kabul edilir. Ancak bu gül bahçesine ulaşmak hiç de kolay değil, ulaşmak için yolu bilen kılavuz gerek. Mevlânâ Celâleddin-i Selçukî: “Gül bahçesinden maksadımız, şâhın lütfudur” demektedir. Yunus Emre’de: “Bizim ilin bahçeleri, dâim tazedir gülleri” derken vuslata atıfta bulunmaktadır.
.
Yine edebiyatımızda ikinci olarak gül remzi ile kastedilen O sevgililer sevgilisi, en sevgilidir. O’nun getirdiği “Gül medeniyeti”dir. Özellikle gülün kokusu, O’nun teri olarak şerefini kazandığından bu kadar nefistir.-Ak gül ile kırmızı gül- Allah, O’nun kokusu ile âdeta güle tecelli etmiştir.
.
Gülün kültürümüze girmesi ile beraber kumaşlardan, mezar taşlarına; eşsiz tezhipli kitap sayfalarından, minberlere, mihraplara; kılıç kabzasından şeyhin kavuğuna kadar medeniyetimizin meydana getirdiği her eşyaya sinmiştir. Öyle ki hayatımızın her safhasında gül kokmakta, gül açmakta ve gül serpilmektedir.
.
Gül, sevgilinin timsâlidir. O gülünce dudakların arasından beyaz dişleri görünür. Bu sevinç ve neş’e belirtisidir. Lâle açınca içindeki siyah tohumlar dökülür, bu da mâtem işaretidir.
.
Gülün açılmadan önceki hâli halvettir. Açıldıktan sonra can sırrını fâş (ifşa)    etmiş olur. Onun diğer bir tarafı da geçiciliğidir, çabuk solar. Bu sebeple gül mevsimi kısa sürer. Bir bakıma insan hayatı gülün ömrü gibidir. Göz açıp kapayıncaya kadar...
.
Gülün sabâ rüzgârı ile olan münâsebeti de oldukça çok işlenmiştir. Rüzgârla gülün oynaşması âşığı deli eder. Rüzgâr bâzen gülün yapraklarını okşar, bâzen sert eser yapraklarını döker. Gül sevgili olunca sabâ rüzgârı postacı olur. Ona aşktan haber getirir. Gülün şekli kulak gibi düşünüldüğünden, bu haberi sevgilinin kulağına söylüyormuş gibi, yahut onun kulağında açıyormuş gibi, bazen de “kulağını bükmek” şeklinde onu hafifçe ikaz ediyormuş gibi ifade edilir. Bu durumda asıl olan aşk, sırrını sevgiliye bildirmiş olmasıdır.
.
“Etse de abestir sitemi yâre tahammül
Gül yağını eller sürünür çatlasa da bülbül.”
.
Gül meyvesizdir. Bu sebeple âşık sevgiliden vefâ beklemez. Ancak yine de o sevgili âşık için baş ağrısıdır. Bu hastalığa en iyi ilaç yine gülden yapılan gülsuyudur ki, bu da sevgilinin ter damlacığıdır. Gül bâzen yüze, bâzen yanağa, dikeni tırnağa, yaprağı kanada, saçı sümbüle, gonca gülün yeşil yaprakları onun elbisesine veya yakasına... benzetilmiştir.
.
Kırmızı gül aşk, gençlik ve sevinç; ak gül murat, ayrılık ve ümit; siyah gül “kara kader” veya ölüm karşılığı olarak anılır.
.
Gül-bülbül münâsebetinin halk edebiyatı şâirleri tarafından da sık sık işlendiği görülür.
...........................................
“Gene bahar oldu açıldı güller
Figana başladı gene bülbüller
Başka bir hal olup açtı sümbüller
Âşıkların del olduğu zamandır...”
..................................................
“Benim yârim gelişinden bellidir
Ak elleri deste deste güllüdür...”
...........................................
“Gül kuruttum gül kuruttum
Yâri sînemde uyuttum
Yâr söyledi ben unuttum...”
...................................
“Gül ezerler gül ezerler
Gülü tabağa dizerler...”
......................................
“Salındı bahçeye girdi
Çiçekler titredi durdu
Mor menekşe boyun eğdi
Gül kızardı hicâbından...”
..................................
Ayrıca dilimizde “gül mevsimi”, “”gül gibi geçinmek”, “yüzünüze güller”, “gül üstüne gül koklamak”... gibi bir çok deyim, “gülü seven dikenine katlanır” misali atasözleri hep gül üzerine söylenmiştir.
.
Anadolu’da özellikle kız çocuklarına Gül, Güllü, Gülnar, Gülnihal, Gülnur, Gülbeden, Gülşen, Gülden, Gülderen, Gülcan, Gülriz, Gülfem, Gülruh, Gülseren, Gülizar, Gülşah, Gülçin, Gülbahar, Gülten, Gülbeyaz, Gülben, Gülcihan, Güldane, Gülfeşan, Gülay, Gülfidan, Gülnaz, Gülperi, Gülendam...vb isimler verilmektedir.
.
“Gül alırlar gül satarlar
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Çarşı pazar güldür, gül...”
.
Son söz, söz ustası, şâirler sultanı, üstat Necip Fazıl’dan.
.
Pervâne dediğin çerâğa gelir
Sular kıvrım kıvrım ırmağa gelir
Bülbülü kovdun mu dil bahçesinden
Gak gak karga, vak vak kurbağa gelir...
.
Selâm... Sevgi... Duâ ile...
 
Hanifi KARA
( Gülnâme başlıklı yazı âlem_darlı tarafından 16.12.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.