Geçenlerde
evden çıktım şehir merkezine doğru halk otobüsüyle yol alırken her zamanki gibi
etrafı gözlemliyordum. Kara yollarının ortasına yapılan refüjlere ekilen
çimlerin üzerilerine yayaların geçmesi için karo taşlar konmasına rağmen, insanların
o taşlar üzerinden değil de hemen yanlarından yürüyerek oradaki çimlerin yok
olmasına ve çirkin bir görüntü almasına sebep olduklarını gördüm. Bu gibi
durumlar çarşıya kadar o kadar fazla idi ki. İşin ilginç olan yanı ise bu durum
hep çimler zarar görmemesi için döşenen karo taşların hemen sağından ya da
solundan çimlere basılarak yapılmıştı.
Bir an düşündüm! Çocukluğum aklıma
geldi. Önce yüzümde şirin ve mutlu bir gülümsemeye sebep oldu aklıma gelenler. Dedemin
su ile çalışan bir değirmeni vardı ve ben çocukluğumda okulların tatil olmasına
on gün kala anneanneme bir mektup yazardım( o zaman ev ve cep telefonları yoktu
tabii) Anneanneciğim seni çok özledim, annem beni dövüyor falan diye duygu
sömürüsü dolu bir mektubu postaya verirdim. Tabii çok geçmez rahmetli, gül
kokulu, hala kokusu burnumda olan, aklıma geldikçe hani derler ya burnumun
direğini sızlatan, canım anneannem ellerinde içleri dolu dolu bir sürü valizlerle
geliverirdi. O geldiği zaman benim yüzümde güller açardı, hatta koruyucum geldi
diye hafiften şımardığımı bile hatırlıyorum.
Beklenen gün gelir hepsi 5 olan
karnelerimizi aldıktan sonra biz Safranbolu’ya yola çıkardık. İşte o günler
çocukluğumda hiç unutamadığım ve özlemle andığım en mutlu günlerimdi. Sonra köy
havası, büyüklerimizin özenle bize bakması, temiz hava da çabası olan bir tatil
başlamış olurdu. O zaman şahıs arabası nadir bulunur, toplu taşımacılık dersen
sabah ve akşam olmak üzere iki kere yapılırdı. Ama biz Babaannemle beraber
karakaçanı alır yola koyulurduk değirmene gitmek için. O çoğu zaman büyük ve
yaşlı olduğu için öncelikli olarak karakaçana biner, arada da beni m
yorulduğumu düşündüğü için beni bindirirdi. Bir yandan da bana sureleri
öğretirdi Allah ondan razı olsun.
Şimdi yoldaki refüjlerde ekili
olup ezilen çimlerle, bu çocukluk hikâyenin ne ilgisi var dediğinizi duyar
gibiyim. İşte, beni gülümseten olayda, benim çocukluk anılarımda gizli. Ne hikmetse
uçsuz bucaksız çimenlerle dolu olan arazide ilerlerken, bizim karakaçan daha
önce başkalarının da aynı yerden giderek patikaya dönüştürdüğü o yoldan hiç
ayrılmaz, hep o yolu takip ederdi. Patikanın ne sağına nede soluna sapmazdı. Gideceğimiz yere varıncaya kadar, trafik ışığı, yaya geçidi olmadığı halde, ona
okulda eğitim verilmemesine rağmen iz olarak patikadan yoluna devam ederdi.
Günümüze geldiğimizde, uzay çağı
olarak nitelendirdiğimiz bu yüzyılda, insanlarımıza televizyon, internet
kanalıyla ya da okullarda eğitim verilmesine ve onların geçmeleri için karo
taşlar döşenmesine rağmen, oradan değil de sağından, solundan gidip çimleri
ezmeleri beni hem üzmüş, hem de güldürmüştü. Yani hayvan dediğimiz karakaçan
bile eğitim almamasına rağmen gideceği yolu biliyor, ama bizim uzay çağı
insanlarımız gideceği yolu bilemiyordu.
İşte! Belediyelerimizin para
vererek, gözlerimize, çevremize estetik
katmak için ektiği güzelim çimler, bizim karakaçan kadar olamayan insanlar
tarafından ezilerek, bu güzelliklerin yok olmasına ve çirkin görüntüye sebep
oluyorlardı. Yorumu sizlere bırakıyorum
ve lütfen çevremize duyarlı olalım, çevremizdeki emeğe, güzelliğe sahip çıkalım
diyorum…
Bu dileklerimle, hoş kalın,
hoşça kalın diyorum… Saygılarımla…
Sakine
BAHADIR
24.01.2012