YAZIYA
GEL YAZIYA!
Ben
reklam uzmanı değilim. Üniversitede üstün körü aldığımız reklamcılık dersinden
de aklımda pek bir şey kalmadı desem yalan olmaz.
Tanıtılan
ya da abartılan ürünün fiyatlarıyla ilgili birkaç nokta var ki hayatımızda
olduğu için unutulmadığının farkındayım. Mesela 10 lira değil de 9.99 yazılırsa
müşteri rakamı cazip görüyor ve ürünü alıyormuş. Sahiden de öyle olmuyor mu?
Sırf 999 lira diye çamaşır makinesi alanlar yok mu?
“Üstü
kalsın.”
“Olmaz
efendim. Ürünümüz sadece 999 lira. Paranızın üzerini alın lütfen. Ekmek
alırsınız.”
“Reklam
sloganı yaz” deseler mümkün değil yazamam. Kısa ve öz, cezp edici ya da ikna
edici olmalı.
Gerçi
bizim milletimiz yapılan reklamın sloganı tutarsa hemen ona da bir şey
buluverir. Örneğin; halen satışı rekor seviyede olan mutfak gereçleri markası
için “O her şeyi düşünür,” sloganı o kadar tuttu ki bizimkiler “Kadının biri
akşama kadar hiçbir şey düşünmemiş neden? Çünkü --- her şeyi düşünmüş,” diyerek
kaliteyi onayladılar.
Küçükken
mahallemizin karşı apartmanında oturan komşulardan biri hacca gitmiş, gelirken
de genç evlatlarına küçük ekran bir televizyon getirmişti. Televizyonlarını iki
adımlık balkonlarına koyup -sürekli reklam izlerler- ayranın tadına tasıyla
bakar, tuzu eksikse biraz daha ilave ederlerdi. Akşam yemeklerini tıkış tıkış o
balkonda yer televizyonlarının reklamını yaparlardı. Sesini de o kadar açarlardı ki bütün mahalle
duyardı. O zamanlar izleyen kişilere hayret eder “Galiba ne alsak?” diye reklamları
seyrediyorlar derdim. Öyle ya parası olmayan reklam seyredip ne yapsın? Şimdilerde kendilerine iyi bir program buldular
mı bilmiyorum ama hayat boyu reklamdan kaçış yok.
Nereye
giderseniz, neye bakarsanız her tarafımız reklam… Uzun yol otobüslerinden tutun
da gazetelere kadar… Reklamsız bir hayatı düşünmek de zaten imkânsız.
İki
kadın bir araya gelse bile hemen aldıkları ürünü anlatmaya, iyi ise tavsiye
etmeye kötü ise uyarmaya başlarlar. Bir Kayserili kadın beğendiği ürünü şöyle
anlatır;
“Anam,
düneğin bi detercan aldıydım, aboovvv! O
niii… Pek bi iiii çıhtı. İyi ki de almışsım.”
“Voooo…
Sahi mi gııı? Nirden aldın anam ben de alıyım kele!”
Kadınların
en çok konuştuğu genelde bu ürünler. Zaten reklam kitlesi genellikle kadın ve
çocuklar olduğu için kandırmak çok zor değil. Söylenenlerin yüzde yüzü doğru
olacak diye bir kaide yok. Reklam gibi olmasın ama bir keresinde televizyonumun
düğmelerini sildiğim bir ürün, o kadar hoşuma gitti ki hemen fabrikasını arayıp
tebrik ettim. Sağ olsunlar çok ilgilendiler. Ürünün rengini sorup “Evet, yeni
ürünümüz,” dediklerini dün gibi hatırlıyorum onlar da beni unutmamak için ses
kaydı yapmışlardı. Galiba ilk ve son arayan bendim. Şu anda o ürünün olmadığı hiçbir
ev yok sanıyorum.
İnternete
girip “A”yı ararken “Z” ye geçtiğimizi sonradan fark ederiz. Televizyonda bir
program seyrederken programdan çok reklam izletmeye kalkarlar. Genelimiz hemen
kanal değiştirsek de bazen “Aman önemli bir yerini kaçırırım” korkusuyla
mecburen reklam seyrederiz.
Reklamcı
değilim ama bazen izlerken “Bunu ben bile düşünebilirdim,” ya da “Ne alaka?”
dedirtecek reklamlar da var. Kiminin senaryosu öyle yazılmış ki reklam yapılan
ürünün ne olduğunu anlayamadan reklam bitiyor. Ya da o kadar sahte ki
anlatırken kendileri bile inanmamışlar.
Reklamlar
bize birçok şeyi de öğretiyor. Çaktırmadan yemek ve pasta tarifi aldığımız,
sofra ve ev düzeni hakkında, kaynana
gelin ilişkileri gibi öğretici reklamlar da var. Bilirsiniz bazı insanlar kendi
reklamlarını da güzel yaparlar.
Doğru
söyleyin aklınızda hiç yokken reklamının büyüsüne kapılıp aldığınız hiçbir şey
olmadı mı? Benim oldu. Eşimin de. Sağ olsun pratikliği sevdiğim için –benim
gibi sakar birine- harika bir rende almış. Her türlü ürünü çok kısa sürede,
çeşitli boyutlarda kesiyor, doğruyor, rendeliyor. Kargo paketi eve getirdiğinde
hangisi nereye takılacak, hangi parçasıyla ne kesilecek diye çözmek yarım
saatimizi aldı. Denedim, onayladım. O kadar beğendim ki hemen arayıp ablam için
de sipariş verdim. Bir haftada getiriyorlar. İki gün de bir arayıp “Gelmedi mi
daha? Çok güzel bir alet! Bayılacaksın!” diyerek övdüğüm rendem, “Aman ne
olacak koruyucusunu kullanmasam?” diyerek doğramaya başladığım soğanla birlikte
parmağımı da kestiği zaman rende hakkımda fikirlerim değişti. Ablamı aradım ve
“Daha gelmedi mi o kör olasıca alet!” diye söylendim.
Eskiden
yarım saat süren içecek ve gırgır reklamları vardı hatırlayanlarınız vardır.
Bir gırgır yarım saat nasıl anlatılır Allah aşkına? Demek ki etkileyici ve
dikkat çekici bir reklammış ki hiç usanmadan bakarmışız. Süre uzadıkça reklam
fiyatları da artıyor. Şimdilerde önce reklamın tamamını izletiyorlar, herkes
izledikten sonra da özetini veriyorlar.
“Kırmızı”
diyerek bizi kırmızıdan soğutan reklamları mı ararsınız, özel hayatı hiçe sayan
adada bağıran kızları mı yoksa maç yapan paketleri mi? Gel de çocuğuna açıkla
açıklayabilirsen. “Şey oğlum, kız adada mahsur kalmış. Yemeği, yatağı, evi yok
ama bunlar önemli değil… Önemli olan işte bu!”
Hiç
masraf yapmadan süslü yazı ve bomba etkili seslendirme ile geçici tanıtımların
olduğu reklamlar bile bazen ilgi çekerken, izledikten sonra “Boşuna uğraşılmış”
dediğimiz yüzlerce reklam var.
Bazıları
da hiç unutulmayan… Bin yüz milyon baloncuk reklamı gibi. Ya da “Kalp atışı sesi”
size neyi anımsatıyor? Hatırlayabiliyorsanız o reklamı beğenmişsiniz demektir.
Kimileri
de o kadar güzel ki dilden dile konuşuluyor. Ürünü almasak da reklamını
gönlümüze alıyoruz. Gecenin bir yarısı “Bana da bundan al!”diye ağlıyorsa
çocuklarınız, o zaman reklam gerçekten güzel demektir.
Son
günlerde hat reklamları, araba reklamları aldı başını gitti. Şarkılara
uyarlanmış güzel reklamları fark etmemek mümkün değil. Her ürüne de şarkı
uyarlamak da mantıklı olmuyor tabi. “Beyaz gül, kırmızı gül” şarkısını eskiden
severdim. Bazıları da o kadar mantıksız ki “Yok artık” diyorum. Makinesi aniden
bozulan kadının o kadar çamaşırı –aniden-
nasıl çıkardığına akıl sır erdirmek, evde temizlik yapan kadının arkasında
birden bire kaslı bir erkeğin elinde deterjanla belirivermesi…
Yemek
hazırlığı sırasında annesine diziyi hatırlatan kız çocuğunun “Şahitleri sen mi
olacaksın?” diye azarlamasına rağmen kendisinin çorbayı masaya dökmesi. Hele o
sahte sevgi selleri… Bir kabartma tozu reklamında da kız çocuğunun ağzındaki
lokma midelerimizi her defasında alt üst etmişti hatırlarsanız.
Dizi
aralarında duyduğunuz bir cümle vardır. “…’nın sunduğu dizi keyfi reklamlardan
sonra devam edecek. Biz evde bunun esprisini çok yaparız. “…’nın sunduğu dizi ne
zaman başlayacak?”
Bazen
en önemli noktada alttan bir reklam ardından görünmeyecek küçüklükte ya da
okunmayacak hızda geçen yazılara da çok dikkat etmek lazım. “Yok ben sabah
yediden akşam yediye kadar konuşmak bedava” reklamına bile inanıyorum diyorsanız
o kadarını bilemem.
Benim
en çok sevdiğim ve zekice bulduğum bir bisküvi reklamı. O serinin hepsini
seviyorum. “…’den Birsen Eksiktin almış …sunu bize gelmiş.” “Sizin içiniz
akışmış.” “Şimdi de Antalya’dan Ayşegül Tatilde’nin sorusunu dinleyelim, Muğla’dan Sıtkı Sıyrılmış’ın sorunu, tutkuluğu
siz de kullanın,” cümleleri ve son günlerde koro halinde rahmetli Zeki Müren’in
şarkı sözlerini uyarladıkları reklam bir harika. “Kurabiyem akla zarar,
akışlarla yaşıyorum.” Belki o kadar ak/ış/mıyor ama reklamı güzel.
Bunları
ben bin yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Sizi bilemem…
Reklamsız
hayat olmaz demiştim. Fakat reklama ihtiyacı olmayan ürün olur.
Reklam
oyuncuları genellikle halkın sevdiği ya da seveceği kişilerden seçilse de bazen
rolünü çok abartmış olanlar ya da söylediğine kendisi de inanmayanlar da
karşımıza çıkıyor. Bir tuvalet kâğıdı reklamını tarihle birleştirmek ne kadar
akıllıcadır sorarım size?
Siz bir reklam filminde rol alacak olsanız hangi ürünü tanıtmak isterdiniz? Ya da bir reklam senaryosu yazacak olsanız neye dikkat ederdiniz?