Lazoğlu Kamil tamir işlerinde ustaydı. Ceplerinde tornavida, çivi eksik olmazdı. Gariban Kamil kızın biriyle tanışmaya gittiği gün bile tornavidasını cebinden eksik etmemişti. Arnavut Ömer “Oğlum bunlarla mı gideceksin?” demişti.

 

Olayı kaldıkları bekâr evinde tüm arkadaşlarına anlatıvermişti. Ev pis kokulu, yerlerde sünger yatakların yüzeyi kirlerle dolu bir odadan ibaretti. Tersanede çalışmaya başladığından beri bu viranede sekiz arkadaşıyla kalmaya başlamıştı. Köşede kirli tabaklar ve bardaklar tortular içindeydi. Diğer tarafta küçük bir tüp vardı. Küf kokan odaya yüz elli lira veriyorlardı.

 

İstanbul’a çalışmak için gelmişlerdi. Dokuz aydır Kamil bu sefil yerde yaşamaktan zafiyet geçirmişti. İnsanlıktan uzak bir hayata mahkûm eden sisteme başkaldırı içerisindeydi. Diğerlerinden farklı bir bakış açısıyla sefil ortamdan bir ışık gibi çıkıyordu.

 

Temiz yüzünde özgürlük ve emek için verilen mücadelenin izi okunuyordu. “Emekçiyim ve emeğin sömürülmesine karşıyım” dediği arkadaş toplantılarında dikkati çekmekteydi. Lise yıllarında kapıldığı devrimci anlayış, daha sonraki dönemlerde yaşam mücadelesi içinde eriyip gitmişti. Bazı anlar İstanbul’a gelmiş olmasından dolayı kızgınlık duyuyordu. Arnavut Ömer’e bir gün “Niye geldim buraya” demişti. Arnavut “Aman oğlum köyünde kalıp ne yapacaktın?”demişti.

 

Günlerce kaldığı tek göz viranede bu düşüncelerle yoğrulmuştu. Sokağa çıkmaya parası yoktu. Arnavut “Gezinirken para istemiyorlar” diyordu. Ama Lazoğlu uçurum yaşamlardan kaçmayı yeğlemişti. Tersanede aç sefil yaşamak en iyisiydi. Sabahları çınlayan saatle herkes hışımla kalkıyordu. Kısa süreli hareketliliğin ardından gelişi güzel kıyafetler giyiliyordu. Aralarında en tertiplisi Lazoğlu’ydu. Onlara göre itina ile temizliğini yapar, her sabah temiz çoraplarını ayağına geçirir, akşam olunca onları yıkayıp asardı. Lazoğlu ana kuzusu diyenlere sesini çıkartmazdı. İşyerinde aynı tertibini devam ettirdiği için kısa sürede gözde duruma gelmişti. Lazoğlu elektrik işlerinde bir numara olmuştu.

 

Sendika işlerine bulaşmasına kadar sürmüştü gözdeliği… Ruhundaki adalet isteği köle olmaya başkaldırıyordu. Her hafta bir arkadaşlarının ölmesi ve yaralanmasını kaldıramazdı. Patronların karşısına çıkarak avazı çıktığı kadar bağırmıştı. “Bizleri harcayamazsınız”demişti. Her ölümde her yaralanmada karşılarına dikilmişti. Yine de bu sorunlar onu yıldırmamıştı.

 

Yaşı yirmi ikiydi; güçlü kuvvetli bir fiziği vardı. Pas içinde kalmadığı vakitler yakışıklı da sayılabilirdi. Birkaç haftadır daha mutluydu. Köyünden çıktıktan sonra teknoloji harikalarıyla haşir neşir olmuştu. Bir pazar günü arkadaşlarıyla gittiği internet kafede  chat yapmayı öğrenmişti. Onunda yavuklusu vardı. Saf benliğiyle böyle düşünmüştü. Kız telefon numarasını vermişti. Arnavut’a dönüp “bana telefon numarasını verdi. Benim telefonum yok ki” demişti.

Arnavut gülerek;

“Oğlum telefon almak zor değil. Sen ona bir saate kadar arayacağını yaz” deyince Lazoğlu denileni yapmıştı.

 

Birlikte telefon almaya gitmişlerdi. İkinci el bir telefon almıştı. Bir saat sonra Arnavut’un yanında numarayı çevirdi ve sonra ona gitmesini tembihlemişti. Arnavut birkaç dakika ayak diredikten sonra uzaklaşmıştı. Telefonun ucundaki ses pamuk kadar yumuşaktı. “Âşık oluyorum” diyordu. Arnavut gözü açık olduğu için “yenisin” deyip geçiştirmişti. Ama Lazoğlu Kamil telefonuyla uyur hale gelmişti. Her mesaj sesine gözleri açılıyordu. Bir gün gelen mesajla ayağa kalkmıştı. Arnavut’un yatağının ucuna oturup, “baksana buluşmak istiyor” demişti.

“Buluş o zaman. Ama fazla uzatma… Sen gariban bir işçisin”

“Ben âşık oldum. O kabul ederse birlikte köye döneriz”

 

Arnavut pis pis gülmeye başlamıştı.

 

Temiz kıyafetlerini giydi. Tam çıkacağı sırada işçilerden biri;

“Patron seni çağırıyor, bir kaçak varmış.”deyince araç gereçlerini cebine koyup çıkmıştı.

 

Yolda yürürken tornavidayı sallıyordu. Karşıdan gelen Arnavut’un “kızın yanına böyle mi gideceksin” sözlerine aldırış etmemişti. İşini halledip sevgilisiyle buluşacaktı.

 

O akşam Arnavut sigara üstüne sigara yakıyordu.

 

“Bu çocuk kesin zengin bir kızı tavladı. Yoksa cebindeki parayla kızı bu saate kadar gezdiremez” diyordu arkadaşlarına…

 

Ama vurulan kapıdan içeriye giren genç;

 

“Lazoğlu Kamil öldü” demişti.

 

Çıktığı elektrik direğinden düşmüş tornavida karnına geçmişti.

 

Eski işçilerden biri “düştü mü?” demişti.

 

Burada tesadüfen ölüm olmuyordu. Ölümlerin sebepleri vardı.

 

“Birilerine battığın vakit düşüverirsin” diyordu öbürü…

 Arnavut gelen gence “Nerede” dedi.

 

“Otopsi için hastaneye götürdüler. Ama bu telefon düştüğünde çalıyormuş. Ailesine sen haber ver.”deyip çekip gitmişti.

 

Telefonu alan Arnavut titremeyle irkildi. Lazoğlu’nun telefonu çalıyordu. Ekranda aşkım arıyor yazılıydı. Telefonu açtı.

“O öldü.” dedi.

Telefonun ucundaki ses;

“Biliyorum. Bana gecikeceğini söylüyordu. Bir dakika demişti. Ama telefonu kapatmadı. Biri bundan sonra işçileri kışkırtamayacaksın diyordu.”

Arnavut işlerin nasıl yürüdüğünü çok iyi biliyordu. Herkes susacak; birileri ölecek ve birileri büyüyecekti. Tersane’de işler böyle yürüyordu.

 

 

( Tersanede Aşkla Gelen Ölüm başlıklı yazı hicranındili tarafından 26.05.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.