Bir Hikaye ve Düşürülen Uçağımız

 

Yazarlar, toplumun sesidir, toplumun düşüncelerini ifade etmeye aracı kişilerdir. Bu yazıda 1935 yılında kaleme alınan bir hikayeden hareketle bugünü değerlendirmeye çalışacağız.

 

Refik Halit Karay’ın çok sevdiğim bir hikayesi var. Karay’ın Suriye’de geçen sürgün yıllarında kaleme aldığı öykü, bugün Suriye ile aramızdaki krizden doğan ortamı öyle güzel ifade ediyor ki…

 

Bakın ne diyor Refik Halit “Zincir” adlı öyküsünde:

 

“Karşıdaki komşum, yabancı subayın buldok cinsi bir köpeği vardı. İri kafalı, koca enseli, iki dişi daima meydanda, yanakları kof ve sarkık, burnu çökük, ters bir köpek… Komşumun buldoku suratına, gördüğüm maskelerin en sertini, en titizini, gösterişlisini takmıştı. Dünyaya parçalanıp yok edilecek gereksiz, zararlı, iğrenç bir şeymiş gibi kinle, anarşist bir gözle bakıyordu.

 

Günde iki kere, Senagalli iri yarı, ürkütücü bir er onu zincirinden sıkı sıkı tutup hava aldırmaya çalışıyordu. Fakat ne zorlukla… O köpek koskoca adamı sanki iri şilepleri çekip götüren römorklar gibi sürüklüyordu.

 

Hayvan, her an soluk soluğa, kulaklar dimdik, gözler fırıl fırıl ve yüzü öfkesinden karmakarışık, bumburuşuk!..

 

Zincirden boşanıverse, kuşkusuz, önüne insan ve hayvan ne gelirse, neresi gelirse, hemen mengene gibi tuttuğunu bırakmaz, sert, yaylı çenesinde parçalandığını, koptuğunu göreceğiz. Hele bir kedi, köpek geçmiyor mu, “Juju” hırsından boğuluyor. Ne havlamalar, ne ulumalar, ne inlemeler…

 

Sonunda bir gün, bu korktuğum, beklediğim, merak ettiğim olay gerçekleşti. Juju’nun zinciri bakıcısının elinde kaldı. Köpek mancınıktan kurtulan bir taş gibi fırlamış, bir an içinde gözden kaybolmuştu. Arkasından yetişemediler, gittikçe uzaklaşan ve sokaklar arasında gittikçe sönerek yankılanan havlamalar, o kadar!

 

Buldok, kasabayı altüst etmeye girmişti; kim bilir ne facialar işitecektik?

 

Halbuki öyle olmadı.

 

İki gün sonra Juju’yu zincirinde çok durgun gördüm. Demek ki dönmüş veya bulunmuştu ve kuşkusuz ki daha azılı yerli köpeklere rastlamış, el sillesini tatmış, yersiz yurtsuz kalmış, hanyayı Konya’yı öğrenmiş, açlığı denemiş, Senegalli bekçisini arkasında bulamayınca bütün azgınlığını, kaba sığmayan öfkesini bırakmış, sünepeleşmişti.

 

Hava almaya çıkardıkları zaman, artık özgürlük eskisi kadar ona çekici görünmüyordu; zinciri dayanılmaz bir yük gelmiyordu. Hatta daha sonraları askerin yanında bağsız dolaşmaya başladı. Zincirsiz, uslu yürüyor, dünyaya filozof gözüyle, öfkeyle değil, düşünceli bakıyordu. Bu gözler, anlamaya başladığı dünyayı artık tartıyordu.”

 

Daha fazla söze gerek var mı? Kısa bir süre önce Suriye’ye esip gürleyen arkadaşlar, Suriye tarafından uçağımız düşürülünce ne durumdalar şöyle bir bakarlar mı?


Ne güzel yazmış Refik Halit. Kimse alınmasın, kimseyi buldoka benzetmedim. Sadece bu hikayeyle bugünkü durum arasında küçük bir benzerlik gördüğüm için paylaşma gereği duydum. Ağlanacak halimize hafif bir tebessüm getirmek istedim.


( Bir Hikaye Ve Düşürülen Uçağımız başlıklı yazı M. Kuvancı tarafından 24.06.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.