YEŞEREN UMUTLAR

Güneşin büyüsüyle canlandığı, bulutların sevgisini yağmurlarla gökyüzünden indirdiği, şehirler içinde yeşillerin ülkesi Rize. Ben de Rize’nin küçük bir köyünde oturuyorum ailemle. Çiçekler gibi yeşerdim ben de memleketimde… Henüz 12 yaşında küçük bir kız çocuğuyum daldan dala zıplayan. İlkokul 5.sınıfa daha yeni başladım. Okulumu öğretmenlerimi çok seviyorum fakat vakit geçirmeyi sevdiğim, zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım bir yer daha var hayatımda, çay tarlası… En güzel türkülerin söylendiği, sıcacık insanların yürek tarlası… Sabah okula gidip geliyor ardından hemen tarlaya koşuyorum ve içtenlikle topluyorum dalından yaprakları. Teker teker sevgimi katıyorum torbama. Yeşiller giymiş bir prenses büyülüyor gözlerimi ve ruhum kokuların en mükemmeline doyuyor. Sonra ayağımda güneş yangınından sararmış lastiklerimle tutuyorum sarplardan aşağı evimin yolunu. Evim, gökyüzünün tahtaların arasından sızdığı, önünde taş çeşmesi ve mısır tarlaları olan, bana hayallerin en güzellerini kurduran tipik bir Karadeniz evi… Bir günün yorgunluğunu işte burada silkiyoruz omuzlarımızdan…

Babam bir çay fabrikasında çalışıyor, annem ev hanımı ve dolayısıyla evin tüm işleri ondan soruluyor, ablam ise hedefleri olan zeki bir kız; böylesine güzel ve huzurlu ailemin en ufak kızları da benim. Fakat mutluluğuma mutluluk katan, her anımı onunla güzelleştirdiğim, o tarlaları gezip biçerken eğlendiğim ve sevgimi verdiğim bir de yoldaşım var, İklima. İklima ile beraber büyüdük biz. Dostluğumuz biz daha konuşmazken, yürümezken başlamış.

İklima ile en sevdiğimiz şey ise tarlada çalışmak oluyor. Okulun ardından ne şeker almak için dükkâna ne de yüzmek için dereye gidiyoruz. Biz çay tarlasına koşuyoruz İklima ile. Hatta bu aralar ekin zamanı. Sonbaharın girmesiyle başlamıştı ekinler. Bugün İklima ile aklımızdan bir şey geçti. Tarlanın bir köşesine ikimize özel bir çay fidanı diktik. Bir eliyle o fidanı koyarken toprağa ben de kapatıyordum üzerini. Mutluyduk, bir fidanın büyüyüp yeşerdiğini görebilecek olmak mutlu etti bizi. Peki yeşerdiğini görebilecek miydik beraber?

Bugün yine tarladan dönerken İklima ile babama rastladık. Dalgın ve düşünceli görünüyordu Kaçkar gibi. Bizi görmedi bile. Arkasından “Baba!” diye seslendim. Bizi ancak fark etti. İklima’yı evine bıraktık ve devam ettik yolumuza. Eve vardık annem sofrayı hazırlamış bizi bekliyordu. Herkes sofraya oturdu fakat babam iştahı olmadığını ve bizimle sofraya oturmayacağını söyledi. Sanırım babamın bir sorunu vardı. Neydi? Yemeği yedik ve sofrayı topladık annemle. Tam o sırada babam hepimizi odaya çağırdı ve:

—Bugün Müdür Bey beni yanına çağırdı. İstanbul’da bir çay fabrikasında iyi bir mevkide güzel bir maaşla çalışma teklifi sundu. İşten geldiğimden beri aklım bu konuya takılıydı. Siz de isterseniz…

Ablam  hayallerini o büyük şehrin büyük üniversiteleriyle süslemişti. Bu teklif belki de onun için büyük bir mucize ve şanstı. Bu yüzden babama olumlu telkinlerde bulundu. Annem içinse zaten büyük şehir demek daha rahat bir yaşam demekti. Kısacası bu teklif benim dışımda herkesi mutlu etti. Peki, ben ne düşünmeliydim? Ne diyecektim. Ne yapabilirdim? Bilmiyorum. Buraları, doğup büyüdüğüm şehri kolay kolay bırakamazdım. İklima’ yı, çay tarlalarını,  diktiğimiz o fidanın yeşerdiğini görmeden bırakmak acı verirdi bana. Ama herkes gitmek için adım atarken ben geri duramazdım. Köyümün yeşil kokan çayırlarını bulamazdım ama yaşayabilirdim belki de oralarda, büyük şehrin büyük caddelerinde yürümeye alışabilirdim. Senede bir İklima’ yı görmeye gelirdim mektuplaşırdık arada, özletmezdik kendimizi. Bu teklifi olumlu karşıladığımı söyleyerek odama geçtim. İklima’ ya hızlı gelişen bu ayrılık haberini nasıl söyleyebilirdim? Düşündüm, düşündüm, düşündüm…

Sonbahar, ayrılık rüzgârı estiriyor; sarı yapraklar dallarından dökülüyor;  hayatın her anında bir ayrılık yaşanıyordu. Sabah ilk işim, İklima’ ya bu konuyu anlatmak olacaktı. Zaten bunları düşünürken gün ağarmıştı. Okul vakti geldiği için İklima bize geldi, çantamı aldım ve yola koyulduk. Sanırım şimdi söylemeliydim her şeyi. Yaşayacağımız bu ayrılığı anlatmalıydım ona.

-İklima, dün babam İstanbul’da bir iş teklifi aldığını söyledi. Kısa bir süre sonra taşınacağız buradan. Emin ol gitmeyi istemiyorum, özellikle de diktiğimiz fidanın yeşerdiğini görmeden.

İklima bunları duyduğunda gözleri doldu ve boynuma sarıldı. Minicik gözlerinden, yağmur damlaları gibi gözyaşı akıyordu. Dayanamadım. Ben de ağladım. İçimden geldiğince sarıldım arkadaşıma, bırakmak istemedik birbirimizi ama ne yapabilirdik?

Ertesi sabah babam İstanbul’ a gitti. Oradaki işleri halledip, iki gün sonra bizi de yanına alacağını söyledi. İki gün ne kadar uzun olabilirdi ki? Evi topladık, eşyalarımızı hazırladık, giysilerimizi valizlere doldurduk derken ayrılık vakti geldi çattı. Babam geldi, bizler de komşularımızla vedalaştık. İklima da o sabah bize gelmişti. Onunla da vedalaştım ve nihayetinde yolculuk vakti geldi. Gidiyorduk işte; el sallıyordu bana çay bahçeleri, fındıklar, deniz… Saatler geçti aradan. İşte nihayet İstanbul’ a ulaşmıştık. Köyümden çok uzaklardaydım şimdi. Burada büyük parklara, eğlence yerlerine, eğitimi güzel okullara gidecektim. Bunları düşünerek mutlu olmaya çalışıyordum.

İstanbul’ a taşındık. Aradan koskoca altı ay geçti. “Alışırım!” dediğim şehre altı ay oldu da alışamadım. Buradaki parklar, arkadaşlıklar, kalabalık caddeler, hiçbir şey köyümün çay tarlalarını, İklima’yı, diktiğimiz o fidanın hevesini vermiyordu bana. Kalbimde dindiremediğim bir özlem, benliğimde her şeyi bıraktığım köyüme dönesim var. Sonra bir mektup yazmalıyım dedim İklima’ya, yapraklara, dağlara, taşlara… Sarıldım kaleme kâğıda…

“Sevgili İklima;

İlkbahar geldi çattı. Seni ve köyümü o kadar özledim ki, ne söylesem az gelir. Buralar hiç de anlatıldığı gibi değilmiş, köyüme hiç benzemiyor. O taze yaprak kokusunu hiçbir yerde alamıyorum. Onun yerine binaların boya kokuları sarmış etrafı. Diktiğimiz fidan şimdi çoktan yeşermiştir. Umutlarımızla yeşerttiğimiz, içine sevgimizi kattığımız fidanımızın bir yaprağını göndermeni istiyorum senden. Belki onda özlediğim güzelliklerin kokusunu bulurum. Onu saklar, sararsa bile bir şeylerin özlemini çektiğim her an çıkartıp bakarım. Unutma olur mu? İklima, şunu bil ki; insanın umutlarını yeşertmesi, bir fidanın yeşermesinden daha kolaydır. Biz de hiç kaybetmeyelim umutlarımızı. Belki yine bir gün aynı şehrin havasını soluruz değil mi? Kendine çok iyi bak. Annene ve babana selamlarımı ilet.”

                                                                                  Seni çok seven arkadaşın Ayşe…

                                                                                                                          BÜŞRA GEDİK
( Yeşeren Umutlar başlıklı yazı MİHRİMAH tarafından 7.07.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.