“Cahit KÜLEBİ”
Cumhuriyet dönemi Şairlerinden olan Cahit Külebi, Tokat’ın Zile ilçesinin Çeltek köyünde dünyaya gelmiştir. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi ( 1940 ). Antalya ve Ankara’da edebiyat öğretmenliği, Milli Eğitim Müfettişliği ( 1956 – 1960 ) yaptı, kültür ateşesi ve öğrenci müfettişi olarak İsviçre’de Bulundu ( 1960 – 1964 ), yurda dönünce iki yıl kadar Kültür müsteşar yardımcılığı ( 1970 – 1971 ) bir yana, başmüfettiş olarak çalıştı, 1972 yılı sonunda görevinden ayrıldı, Türk Dil Kurumu Genel Yazmanı ( Ekim 1976 – Haziran 1983 ) oldu. İlk şiirleri “Nazmi Cahit” imzasıyla Gençlik dergisinde çıkmıştı ( Haziran ve Temmuz 1983 ). 1940 – 1950 yıllarını kapsayan Yeni Şiir akımında kendine özel bir yer ayırdı. Şiirlerini temiz bir dille, zaman zaman kötümser, güvensiz, kendi özgün şiirlerini söyledi. Yarım kafiyeler, iç sesler, duygu ve düşüncelerine eklediği zarif benzetmeler ve söyleyişindeki titizlik ile dikkatleri üzerinde toplamıştır. Yurt köşelerinin manzara ve insan gereklerini, modern bir biçim ve yeni bir romantizmle yaşatış, anılarla güçlü, içten bir duyarlılık başlıca özellikleridir. Adamın Biri ( 1946 ) , Rüzgâr ( 1949 ), Atatürk Kurtuluş Savaşı’nda ( 1952 ), Yeşeren Otlar ( 1954 ) Süt ( 1965 ) Şiirler ( 1969 ) ve Yangın ( 1980 ) adlı şiir kitaplarını yayınladı. Bütün şiirlerini önce “ Sıkıntı ve Umut” ( 1977 ), daha sonra da “Bütün Şiirler” ( 1982 ) adıyla yayımladı.

Şairin “Atatürk Kurtuluş Savaşı’nda” adlı kitabından Nevit Kodallı bir Atatürk Oratoryusu ( bas. 1953 ) meydana getirdi. Şiir üzerine düz yazılarını “ Şiir Her Zaman” ( 1985 ), anılarını ise “ İçi Sevda Dolu Yolculuk” ( 1986 ) adı altında topladı. “Yeşeren Otlar” adlı şiiir kitabı Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü’nü ( 1955 ), “Yangın” adlı şiir kitabı ise 1981 Yeditepe Şiir Ödülü’nü kazandı. Muzaffer Uyguner’in “Cahit Külebi” adlı bir inceleme kitabı vardır.
Edebiyatımızda derin izler bırakan sanatçı 20 Haziran 1997’de hayata gözlerini yumdu.
25 Mayıs 1997’de Ankara Büyük Tiyatro’da gerçekleştirilen “Cahit Külebiye Saygı” konulu sembozyumda Mustafa Şerif Onaran’nın sunuş konuşmasında şu söylemler dikkat çekicidir : “Aramızda bir yalvaç gibi dolaşıyor o! Onun küçük bir şiirle bile, nice kitaplara sığmayan, aydınlık bir dünya kazandırıyor bize! O nedenledir ki; Külebi’nin çağdaşı olmak, onunla birlikte bu havayı solumak, onu yakından tanımış olmak bir ayrıcalıktır.” der. Bu sempozyumda konuşmacı olarak, Mustafa Şerif Onaran’ın yanısıra şu şahsiyetler de bulunmaktaydı: Gülten Akın, Emin Özdemir, Muzaffer İlhan Erdost, Abdülkadir Budak, Ali Püsküllüoğlu, Mehmet H. Doğan, Zerrin Taşpınar, Öner Ünalan, Şerafettin Turan... Bu sempozyumun yapıldığı sırada üstad ( Cahit Külebi ), Başkent Hastahanesi’nde yatmakta ve durumu ciddiyetini korumakta idi. Nitekim, sanatçımız bu sempozyumdan 25 gün sonra hayata gözlerini yummuştur.

Behçet Necatigil, onu “Aydın bir saz şairi içtenliği”, Cemal Süreya da “Çağdaş bir Karacaoğlan kimliği” içinde değerlendirir. Bu değerlendirmelere karşı çıkan Emin Özdemir de “ Cahit Külebi’nin şiirlerinin derin yapısına inilmeden yapılmış saptamalardır.” der ve C. Külebi’nin şu söylemleriyle ortaya koyduğu düşüncesini ispatlamaya çalışır; “Şiirlerimin halk şiiriyle çok derin bağlantısı olmasından övünme payı çıkarırım; ancak bu bağlantı hiçbir zaman bir benzetme olmamıştır. Halk şiirine benzeterek koşmalar yazanlardan epey ayrı şeyler yazdığımı sanıyorum. Bana ‘aydın bir saz şairi’ diyenlere de hak vermem. Şiirlerimin halk şiiriyle bağlantısının görüşte, ortaya koyuşta, yararlanışta ve yeni bir anlayışla uygulanıştaki kişisel tutumumdan ileri geldiğini söyleyebilirim.”
Emin Özdemir, Cahit Külebi’nin bu söylemlerine istinaden onu destekleyerek şöyle devam eder; “Söylemek bile fazla, benzetmek ayrı şeydir, yararlanmak ayrı... Külebi, halk şiirinden çağdaş bir simyacı gibi yararlanır. O şiirden damıttığı ses, imge, benzetme ya da söz öğelerini kendi söyleminin tezgâhında dokur, çağcıl bir boyut kazandırır onlara.”
Ali Püsküllüoğlu da büyük üstad için şu söylemde bulunur; “Cahit Külebi, Türk şiirinde yarım yüzyılı aşkın bir süreden beri vardır, hep öndedir ve onun şiiri, Türk dili yaşadığı sürece de yaşayacak, okunacaktır; çünkü Cahit Külebi’nin şiiri; diliyle, edasıyla, insanıyla, doğasıyla Türkiye’nin şiiridir.”

Cahit Külebi’nin şiir hakkında ilgi çekici söylemleri vardır. Bu söylemlerin en dikkat çekici olanlarını yazıma aktarmak istiyorum; “Ben şiir yazmak ve ata binmek için gelmiş bir insanım sanki.” diyerek şiir dünyasında at koşturmuş ve kanımca bunda başarılı olmuştur. Büyük ustanın dediği gibi; o doğuştan bir şairdir; mamafih sanatçımız şiirde ilk ustasının halk olduğuna da vurgu yapar.
“Şiir, ilkel bir sanat türüdür.” diyor Külebi. İnsanlık tarihinde, hemen bütün sanat dallarının bilimden eski olduğunu, şiirinse en eski sanatlardan biri olduğunu söylüyor. “buna karşın” diyerek devam ettiriyor sözlerini; “örneğin müzik, resim, tiyatro gibi hemen bütün sanatların öğreti kuralları bulunduğu halde, şiir yazmanın hiçbir kuralı yoktur... Kaldı ki, binlerce yıldan beri şiir sanatının yeterli bir tanımı yapılamamıştır.” Külebi’ye göre bu eksiklik ya da olanaksızlık, şiirin kolay sanılmasındandır. “Herkes resim yapmaya, tiyatro oynamaya, çalgı çalmaya, hatta
türkü çağırmaya kalkışmazken her aklına esenin şiir yazması, üstelik çoğunun yazdıklarını sanat yapıtı sayması şaşırtıcıdır.” der. Bunun sebebi niteliğindeki söylemlerini de yazıma alıyorum; “Bütün ilkelliğine, kuralsızlığına, başıboşluğuna karşın, sanatların insana en yakını ve belki de en soylusudur.”
“Şiirde orta olmaz, şairin kendine özgü dili, dünyası biçemi olması gerekir. Şiir hepsini içeren kimyasal bir oluşumdur. Bu oluşum sanatsal nitelikteyse yaratıdır.” “Yaratıcılıkta yenilik vardır; ama yenilik yaratıcılık değildir. Toplumcu olmanın politika yapmak olmadığı gibi...” der Külebi.

Düşünsel oluşum yerine de siyaseti aldığımız fikrindedir; mamafih kesin bir yargı gelir: “Politikanın gösterisini amaç edinenler iyi şiir yazamaz.” Külebi’nin ortaya atmış olduğu bu düşünceye göre, Nazım Hikmet’in ilk dönemlerindeki şiirleri, politik bir yapıda olduğu için şiirleri iyi değildir.
Halbuki şiir, C. Külebi’ye göre, “bir yaşamdır, bir keşiftir. Bir laboratuvarda
İnsan günlerce çalıştıktan sonra ancak bir şey bulabilir.”
Sanatçı, şiirlerinin temi hakkında şu söylemlerde bulunur; “Ben şairim ama her şeyden önce insanım. Toplum içinde insana, dünyaya olaylara yabancı kalmak mümkün olmadığından, Türk toplumunu dikkati çekecek kadar yaşattım şiirimde. Yalnız Türkiye değil, dünyada olup bitenler de etkiler şiirlerimi.” diyen sanatçı keza temle ilgili olarak şöyle söylüyor; “Konu seçmem; fakat daima ararım. Konularımı nerede bulursam orada peşini bırakmam”. “Ben kendi payına ne konuyu, ne içeriği, ne de biçimi tek başlarına düşünmem, üçünü birden düşünürüm. Kaynak ustası, nasıl tüpteki gazı, havadaki oksijeni ve çubuktaki metali bir araya getirince bunlardan çok farklı olan kaynağı ortaya çıkarırsa ben de içerikle biçimi uç uca getirip denk düşündüğümde, işte o kez basarım kaynağı. Bu ortaya çıkan yapıdır. İçerik de biçim de gerilerde kalır.”

Külebi, şiirde biçem konusunda da dikkat çekici benzetmeler yapıyor; “Biçem kişinin tam kendisidir. Gerçekte, kişiliksiz kişilerin bile kendilerine özgü davranışları, konuşuşları, yüz anlamları vardır. Bunlar bile bir biçem oluşturur.ne ver ki bu kişiler sanata özenseler, kişiliklerini sanata kolayca aktaramazlar. Biçeme ulaşabilmeleri sanatçı niteliklerine bağlıdır. Şiir öbür yazın türleri içinde en ince dokulu, en yoğun olanıdır. Bu nedenle de şiirde biçem daha belirgin niteliktir. Ozanın ele aldığı konular, dili doğaya,
insana bakış açısı, toplumsal ilişkileri, sezgileri, yapıyı kuruş yöntemi, onun kişiliğiyle biçemi arasında bir köprüdür.”
“Şairler en çok bilim adamlarına, sporculara benzer. Her üç dala da küçük yaşta girilir; ama küçük yaşta tam ürün verilemez. Sanatçı, bilim adamı ve sporcu tam ürüne ulaşıncaya dek haddelerden geçmiş, kuyulardan su çekmiştir.” C. Külebi, bu söylemleriyle iyi şiirin birikime ihtiyacı olduğuna dikkat çekmiştir. Sanatçıya göre, şairin kişiliğini bulması kolay olmuyor. Şair bununla ilgili keza şu ifadelerde bulunuyor; “Kendini bulduktan sonra birikimi bir yana bırakır ve hele okumazsa, her gün de birkaç şiir yazıyorsa yozlaşıp gider.”
C. Külebi, şiirde hiçbir yasağı kabul etmez. Bununla ilgili de şu söylemleri aklımıza geliyor sanatçının; “Her şey kalıba dökülebildiğince yazılmalıdır. Ne var ki her şeyi şiire sokmak o denli kolay değildir. Kolay olmayanı kolay sanmak, daha doğrusu herkese yutturmaya kalkışmak, eninde sonunda başarısızlıklarla sonuçlanır; çünkü her varlığın değeri kendi niteliklerine dayanır.”

C. Külebi’nin şiirlerinin özelliklerinden bahsedecek olursak; onun şiirdeki yapı sözcüğe, sese ve imgeye dayalıdır. Ses, en belirgin temel özelliğidir Külebi şiirinin. İmge daha çok benzetmeler yoluyla elde edilmek istenmiş gibidir. Sözcükler halkın konuşma dilinden devşirilmiş, İstanbul Türkçesinden çok, Anadolu halkının kullandığı dilden edinilmiştir. Yerel sözcükler, yerel deyişler bir şairin boy verdiği toprağı da işaretler bu anlamda. Daha çok dörtlüklerle, seste olsun anlamda olsun bütünsellik gözetilerek yazılmışlardır. Uyaklar salt şiirdeki dış sesi oluşturma öğesi değil, anlama katkıda bulunsun diye kullanılmışlardır. Külebi şiirinin yapısını oluşturan temel etmenler; rahat, içten, doğal bir söyleyişte, konuşulan dilin kullanımında, duygu değeri yüksek bir esere dönüştürülmesinde aranmalıdır.


“İstanbul”
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürüm,
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Niksar’da evimizdeyken
Küçük bir kuş kadar hürdüm.
Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak ,
Mevsimler ne çabuk geçiverdi
Unutmak, unutmak, unutmak.
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Yine kamyonlar kavun taşır
Fakat içimde şarkı bitti.

- Cahit KÜLEBİ -

İstanbul Şiirinin Analizi :
“Boyuna unu düşünürüm” dizesindeki “düşünürüm” ibaresinden yola çıkacak olursak; şair çocukluk anılarına gidiyor ve kamyonların İstanbul’a kavun taşıdıklarını anlıyororuz. Mamafih şair asıl olan İstanbul’u düşünüyor, onda çocukluğundan kalma bir İstanbul sevgisi vardır. İşte şairdeki bu İstanbul sevgisi onu oraya kavun taşıyan kamyonun arkasından bakarak hayal kurmasını sağlıyor.
Şair, sürekli İstanbul’u düşlerinde yaşatarak büyür. Keza şiirde geçen bir ibareye göre şair Niksar’dadır ve İstanbul’a gitme hayaliyle yaşamaktadır.
Şair artık büyümüş ve çocukluğundaki İstanbul’a gitme hayali gerçekleşmiştir; artık İstanbul’da yaşamaktadır.Mamafih şairde bu defa bir hayal kırıklığı söz konusudur. Bu durumu şiirde geçen şu dizelerden çıkarabiliriz;
Mevsimler ne çabuk geçiverdi
Unutmak, unutmak, unutmak
Şair mevsimlerin hızla geçtiğini belirterek artık şairin belli bir yaşa geldiğini anlıyoruz. Şairde o çocukluk dönemi bitmiş ve onda güzel hayallerle yaşattığı İstanbul sevgisi bitmiştir.”Unutmak, unutmak, unutmak” dizesinden bunu çıkarabiliriz. Keza şair bu duruma üzülmektedir; mamafih İstanbul’a geldiği için bir pişmanlık da söz konusudur. Bu yargıyı da şu dizelerden anlıyoruz;
“Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti.”

Şair, “küçük bir serçe kadar hürdüm” derken keza İstnbul’da olmaktan memnun değildir, kendini İstanbul’da özgür hissetmediğini anlıyoruz
“Herkes beni aldattı gitti” derken de; şair birçok dostunu kaybetmiştir ve bu duruma üzülmektedir.
Niksar’da, yine kamyonlar İstanbul’a kavun taşımakta fakat şair için bu durum artık hiçbir anlam ifade etmemektedir.
Şiirde tam anlamıyla duygu yoğunluğu hakimdir. Şair, bu duygulanmayı dize ve sözcük tekrarlarıyla muhteşem sağlamıştır. Bu şiir, insanı bu özelliğiyle ayrı dünyalara götürmektedir. Şiirde seçilen sözcükler keza yerli yerinde, muhteşem kullnılmıştır. Özellikle en son dize kanımca en güzel dizedir ( İçimde şarkı bitti ). Şair içindeki çocukluk hayallerinin bitmesini içindeki bir şarkıya benzetiyor.
Sanatçının bu şiiri çocukluğunu yaşadığı yerler için nostaljik bir hava estirmektedir. Bu şiirinde de içe işleyen ve yürek sızlatan söylemler söz konusudur. Kanımca bu özelliği ile şiirin hafızalara kazınmasını sağlamıştır.

Şiirde Niksar’ın geçmesi önemli bir göstergedir. Sanatçı geldiği yeri unutmamış, toprağından kopmamış, suniliğe düşmemiş, açılımlar adına savrulmalar göstermemiş; çokyönlülük adına kişiliksiz bir şiire izin vermemiştir. Bu şiirinde de imgeyi bütüne yayma çabası onun şiir yapısının ilk göze çarpan özellikleri arasında yer alır. Şiirin başladığı yer, biteceği yeri hazırlar gibidir. Şiirin yönünü, varacağı yeri kestirebilirsiniz; bu durum şaşırtıcı değildir. Sürprizlerle karşılaşmanız zordur; çünkü onda ilk dizeyle son dize arasında bir bağıntı söz konusudur. Ayrıca, keza bu şiirinde kır – kent çatışmasında kırdan yana olduğu görülmektedir.



Kaynakça


1. Cahit KÜLEBİ “Şiir Her Zaman”
2. Edebiyatçılar Derneği “Cahit Külebi’ye Saygı”
3. Muzaffer UYGUNER “Cahit Külebi”
4. Behçet NECATİGİL “Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü”
5. Sedat UMRAN – Hasan AKAY “ Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Bilinen ve Bilinmeyen Şahaserler Antolojisi

( Cahit Külebi’ye Dair başlıklı yazı edib/ahmet tarafından 15.07.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.