MUHABBET
             Muhabbet, kâmil mü’min olma yolunun vazgeçilmezidir. Kaliteli insan olma yolunda ilim, sabır, adalet ve hizmet gibi mefhumlar ne kadar önemliyse, muhabbet de bunlardan kopmayacak derecede önemlidir. Muhabbet yoksa sevgi yoktur, aşk yoktur, hizmet yoktur. Onun içindir ki muhabbet kâmil insanın asla vazgeçemeyeceği olmazsa olmazıdır.

Bir Müslüman için en kamil insan, vahyedilmiş ilahi dinlerin de kemal ufku olan İslam’ın peygamberi Hz. Muhammed –aleyhisselatü vesselam-dır; İslam da Allah’ın insanları yarattığı paralele uygun olan dindir. (er-Rum, 30).

Senin sıfatın ne olursa olsun, hangi ahval içinde bulunursan bulun, akşam sabah her vakitte ve her anda Hz. Muhammed –aleyhisselatü vesselam- ‘ı kendin için en mükemmel bir mürşid ve en güzel bir rehber olarak bulursun… İster devlet başkanı, ister emir, istersen bir komutan, ne olursan ol, hangi meslekten olursan ol Hz. Muhammed –aleyhisselatü vesselam-’i kendin için en mükemmel bir mürşid ve en güzel bir rehber olarak bulursun.

İki cihana ışık olan, adına âlimlerin ciltlerce eser yazdığı, şairlerin şiirler yazdığı, velilerin yaşantılarını O’nun yaşantısıyla aynileştirdiği o kaliteli insandan burada uzun uzadıya bahsetmeyeceğiz, ama O mübarek isimden birkaç kırık dökük satır yazıp yazımızı güzelleştirelim istedik. Yoksa O’nun hakkında yazmak biz  acizlerin haddine mi düşmüş?

Allah Rasûlüne aşk ile bağlı, O’nun ümmetinin büyüklerinden, muhabbetin zirvesine ulaşmış Seyyid Ahmed-i Yesevi Hazretleri, 63 yaşında vefat eden Rasulullah’a duyduğu engin aşk ve muhabbet sebebiyle bu yaştan sonraki ömründe yeryüzünde dolaşmaya veda etmiş, vefat edinceye kadar, mezar gibi bir yerde irşad hayatına devam etmiştir.

Eğer kendini maddeye ram olmaktan kurtarıp ruhani bir hayat yaşamak istiyorsan, O, âlemlerin efendisinin yetiştirmiş olduğu insanı kâmillerden Bilal, Yasir ve Sevbanları bul! Onlarla beraber ol ve sadıklaş ki, hassas, ince, rakik ve zarif bir gönle sahip olasın. Unutma ki cahiliyye insanları, Allah Rasülü –aleyhisselatü vesselam-’nün delaletiyle hidayete kavuşup O’nun etrafında pervane oldukları için sadıklaştılar… Ashabı Kehfin Kıtmir’i bile, sadıkların muhabbet harcından nasip aldığından ne büyük bir lütfa nail olmuştur. Bunun zıddı olarak Hazreti Lut’un karısı ve Hz. Nuh’un oğlu Kenan, fasık ve zalimlerle beraber olmaları sebebiyle ilahi kahra uğramışlardır. Onlar ve onlar gibi olanlar, nefsin girdaplarında boğularak zalimler topluluğuyla birlikte helake düçar olmuşlardır.

Mekke'nin fethinden sonra İslâm'ı kabul edenler arasında Hz. Ebû Bekir'in babası Ebû Kuhâfe de bulunuyordu. Yaşı sekseni aşmış, âmâ bir kişi olan Ebû Kuhâfe, Hz. Peygamber'in huzurunda hidayete ermekte geç kalmışlığını telâfi edercesine aşkla kelime-i şehadet getiriyordu. Bu esnada sevinmesi gereken "Sıddıyk" (yürekten tasdik edip, sorgusuz sualsiz bağlanan) lakaplı Ebû Bekir ağlıyordu. Fakat bu ağlayış bir sevinç ağlayışı değil üzüntü ağlayışıydı. Bu, meclisteki herkesin hayretine sebep olmuştu. Sordular:

-Ey Ebû Bekir, neden sevinilecek bir günde gözyaşı döküyorsun? Cevap verdi:
            -Allah'ın Rasûlünün en büyük arzusu amcası Ebû Talib’in Müslüman olmasıydı. Fakat bu dileği bir türlü gerçekleşmedi. Ben isterdim ki şu anda benim babamın yerinde şehadet getiren Ebû Talib olsun, babamın Müslüman olmasından dolayı benim gönlüm hoşnut olacağına, amcasının Müslüman olmasından dolayı Allah Rasûlünün gönlü hoşnut olsun. İşte bu olmadığı için ağlıyorum. Sıddık lakabı kolay kolay alınmıyor. İşte bu muhabbet, bu bağlılık Ebu Bekir (r.a)’e sıdık unvanını kazandırıyor, “O dediyse doğrudur” inancı onu zirveleştiriyor.

O halde hayatını Allah Rasülünün sadık ve salih aşıkları olan zikir ehli ile beraber olarak tüketmeye gayret et ki, gafillerden olmayasın… Bilesin ki O’nun sireti, nadide ve zarif çiçeklerle, misk kokulu güllerle tezyin edilmiş bir gülistan idi. Mühim olan gül tabiatlı olabilmektir. Yani bu dünya bahçesinde dikenleri görüp onlardan incinerek dikenleşmek yerine, araya kış gibi çileler de girse, onları bahar iklimleriyle kucaklayarak bütün aleme bir gül olabilmek… Gül Muhammed’in –aleyhisselatü vesselam- güzel ahlakıyla ahlaklanmak, O’nun boyasına boyanmak ve her hareketimizde O’nunla aynileşmek… İşte muhabbet budur… Allah ve Rasûlünün sevgisi, gönlümüzdeki bütün sevgilerden daha üstün olmalıdır.

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” Evet, severseniz sevilirsiniz. Rasûlullah’ın muhabbeti sineye düştüğünde elbette vefaların en vefalısı Efendimiz onu yalnız bırakmayacaktır. Allah’a hizmetin yapıldığı her yerde O –aleyhisselatü vesselam- vardır. Bizde diyoruz ki: Ey Allah’ın Rasulü, âlemlere rahmet cemalin göster, kölen rahmetine sığınmak ister.

1678 yılında Hacc için yola çıkan Nâbî, devlet ricalinden oluşan bir kâfile ile Medine'ye doğru yaklaşmaktadır. Şair ruhlu ve aşk yüklü Nâbî, Medine'ye yaklaştıkça yolda hiç uyumamaktadır. Medine sınırına iyice yaklaştıkları gece, istirahat sırasında bir paşanın ayağını Medine tarafına doğru uzattığını görür. Bu durumdan müteessir olan Nâbî'nin anlamlı sözlerden oluşan naatını duyan paşa, uyanır ve bu sözlerin muhatabının kendisi olduğunu anlar. Hemen toparlanarak sorar:
-"Ne zaman yazdın bunu? Bunu başkalarına okudun mu?" Nâbî :

-"Hayır, ilk defa şimdi söylüyorum ve sizden başka duyan da yok." deyince paşa:
"Öyleyse aramızda kalsın. Başkaları muttali olmasın." diye ricada bulunur. Nâbî, söze sükutla karşılık verir. Nihayet kâfile yoluna devam ederek sabah ezanı vakti Medine'ye ulaşır. Mescid-i Nebi müezzinleri, sabah ezanından önce minarelerden bu naati okumaktadır. Nâbî de Paşa da hayretten dona kalmışlardır. Namaz kılınıp cemaat dağılırken Nâbî ve Paşa, müezzinlerin yanına sokulup sorar:
-"Bu sabah ezanından önce okuduğunuz naati, kimden ve nasıl öğrendiniz?" Müezzinler vakıayı şöyle anlatırlar:
            -"Bu gece Allah Rasûlü rüyamızda bize:

"Ümmetimden Nâbî isimli bir şair, beni ziyarete geliyor. Bu zat, bana karşı son derece büyük bir aşk ve sevgi ile doludur. Bu aşkı sebebiyle şöyle bir naat yazmıştır. Siz bu naati, onun kudümü şerefine bu sabah minarelerden okuyarak onun gelişini kutlayın" buyurdu. Biz de bu emr-i nebeviyi yerine getirdik", deyince Nâbî, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Hem ağlıyor, hem de şunları söylüyordu:

-"Demek iki cihan güneşi bana ümmetim, dedi. Demek iki cihan güneşi beni ümmetliğe kabul buyurdu." İşte o meşhur naatı şerif şudur :

Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-i Hudâdır bu

Nazargâh-ı ilahîdir, makâm-ı Mustafa'dır bu…

(Cenab-ı Hakk'ın nazargâhı ve O'nun sevgili peygamberi Hz. Muhammed Mustafa'nın -aleyhisselatüvesselam- makamı ve beldesi olan bu yerde edebe riâyetsizlikten sakın.)
Felekte mâh-i nev Bâbü's-selâm'ın sîne-çâkidir Bunun kandili Cevzâ, matla-i nûr-i ziyâdır bu.
(Gökyüzündeki hilâl (yeni ay) O'nun selam kapısının yüreği yaralı aşığıdır. Semadaki Cevza, yani ikizler burcunun nur ve ışık kaynağı, O'dur.)

 

Mürâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha

Metâf-ı kudsiyândır, bûse-gâh-ı enbiyâdır bu.


(Ey Nâbî, bu dergaha edeb kurallarına uyarak gir, zira burası meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, peygamberlerin hürmetle öptüğü mübarek bir makamdır.)

Yavuz Sultan Selim Han Gazi İslamiyet’i tek bir bayrak altında toplamak gayesi ile çıkmış olduğu Mısır seferi sırasında daha önceleri Cengiz ve Timur’un geçemeyip geri döndükleri Tih çölünü mucizevi bir şekilde 13 günde geçmiştir... Bu geçiş esnasında askerin önünde ve yaya vaziyette mütevazı bir şekilde iki büklüm olarak yürüyen koca Yavuz’a vezirleri:
           “Hünkârım atınıza binseniz.” demelerine karşılık, büyük sultan gözyaşları içinde:
           “Nasıl binerim... Görmüyor musunuz? Rasûlullah –aleyhisselatü vesselam- Efendimiz önümüzde bize yol gösteriyor” denmesiyle velayeti ayan beyan ortaya çıkmıştır...

Kişi sevdiğiyle beraberdir. Evet, severseniz sevilirsiniz. Koca hünkâr Peygamber aşkıyla düştüğü çöllerde elbette vefaların en vefalısı Efendimiz onu yalnız bırakmayacaktır. Allah’a hizmetin yapıldığı her yerde O –aleyhisselatü vesselam- vardır. O –aleyhisselatü vesselam-,kendini Allah yoluna vermiş her insanın en yakın dostudur. O’na dost olmak Allah’a dost olmaktır. Allah’a dost olmak en yüce payedir. Evet insanın temel gayesi Allah’a dost olmaktır. Bakışları O’nun rızası haricinde hiçbir yere kaymadan devamlı hak kapısında bulunmaktır. Hatta cenneti bile talep etmeden hep onun rızasını istemektir. Yunus’un tabiriyle:

“Cennet cennet dedikleri, üç beş huri birkaç saray İsteyene ver onları, bana seni gerek seni”

“De ki: eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada (durgunluğa) uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah ve Rasûlü’nden ve Allah yolunda cihat etmekten daha sevgili ise, artık Allah’ın (azab) emri gelinceye kadar bekleyin. Allah, fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (et-Tevbe, 24)

Kalp, Allah Rasûlü’nün muhabbeti ile dolu olursa, işte o zaman bütün güzellikler gönlümüze akseder. Allah ve Rasûlü sadece satırlardan okunarak değil, sadırlardaki yani gönüllerdeki muhabbetle tanınır. Seven, sevdiğine, muhabbeti nispetinde hayran olur ve onu taklit eder. Sevenler, sevdiklerini hiçbir zaman gönüllerinden çıkarmaz ve dillerinden düşürmezler. Sevdiklerine canlarını ve mallarını cömertçe harcamak suretiyle fedakârlıklarının huzuru içinde yaşarlar ve ölürler. İşte Hz. Peygamber –aleyhisselatü vesselam-‘i sevip O’nun muhabbetine layık olabilmemiz için de dilimizin salâvat-ı şerife ile ıslak, kalbimizin sürekli O’na rabıta halinde olması zaruridir.

( Muhammed S.a.v Muhabbet başlıklı yazı fatih-yilmaz tarafından 7.03.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.