Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de, Afrikada, Türkiye’de… Ya da dünyanın hiç tanımadığımız her hangi bir ülkesinde, nerede olursa olsun yaşanan acıların,  yüreğimizden yükselen çığlıkların ve gözyaşının rengi yoktur… Acılar hep aynı biçimde yüreğimizi yakar, çığlıklarımız hep aynı biçimde içimizde bir volkan gibi patlar ve acıların izini taşıyan gözyaşlarımız hep aynı biçimde gözpınarlarımızdan bir sel gibi taşar…

Dünyanın neresinde olursa olsun, insan yanımızı yakıp küle çeviren, insanlığımızın geçmişini, tarihini, kültürel değerlerini ve doğamızı tahrip eden ve dünyanın tüm insanlarıyla kardeş ve dost olabilme ihtimalimize insafsızca saldıran ve yaşam alanımız olan dünyamızı başımıza yıkarak yaşanmaz kılan tüm silahların ve savaşların rengi: ölüm kalım rengidir. Tarifsiz acıların, anlamsız düşmanlıkların, nefretin, ırkçılığın, faşizmin, yıkımın, felaketin, açlığın sömürünün, yokluğun ve yoksulluğun acımasız rengidir savaş… Ve o kahrolası ve yıkılası burjuva iktidarların (insanların ölümü pahasına) insan ve doğa üzerindeki egemenliklerini sürdürebilme gayretlerinin ve tapındıkları paranın rengidir savaş…

Oysaki: savaşların ve çatışmaların ortasında kalarak bir merminin ya da bir şarapnel parçasının hedefi olan eşlerine, babalarına, analarına, çocuklarına, oğullarına ve kızlarına ağlayan anaların, babaların ve çocukların gözyaşlarının rengi yoktur… Beyaz ya da siyah, kızıl ya da sarı… Rengimiz ne olursa olsun acının ve gözyaşının rengi yoktur.

Ülkemizde ve dünyamızda farklılıklarımın bir zenginlik olarak görüldüğü… Farklılıklarımızın hor görülmediği ve ötekileştirilmemize neden olmadığı… Farklılıklarımızın asimilasyon ve inkâr yöntemleriyle yok edilerek tek tip insan olmaya zorlanmadığımız… Farklı insan kimliklerimizin ve farklı insan renklerimizin savaş ve ölümlerle karanlığa ve tek bir renge boyanmadığı… Başka anaların çocukları tarafından kendi çocuklarının öldürülmediği ve kendi çocuklarının da başka anaların çocuklarını öldürmediği bir dünyada barış içinde yaşamak tüm anaların özlemidir…

Gençlerin dağa çıkmasına ve devlete karşı savaşmalarına neden olan ve yıllardır çözülmeyi bekleyen ve şimdiye kadar hep şiddet ve savaş yöntemleri ile çözülmeye çalışılan Kürt sorununun siyasal ve demokratik yöntemlerle çözümüne yanaşılmaması ne yazık ki, karşılıklı çekilen acıları, ölümleri ve gözyaşlarını çoğaltmaktan başka hiçbir işe yaramadı. Anaların gözyaşlarını dindirmek, yaşanan acıları ve ölümleri durdurmak için siyasal ve demokratik adımların devlet ve hükümetler tarafından cesaretle atılması, muhatapları tarafından savaşın ve çatışmaların bir an önce sonlandırılması ve barışın, kardeşliğin, özgürlüğün egemen olduğu demokratik bir ülkede yaşamak hepimizin yararınadır.

Açlığın, yokluğun, yoksulluğun, acıların ve gözyaşlarının sofrasında beslenen hangi Türk anası, hangi Kürt anası gözünden bile sakınarak bin bir emek ve zahmetle büyüttüğü ve yaşamlarının en güzel ve en renkli çiçeği olarak koklayıp bağırlarına bastıkları evlatlarının cansız bedenini görmek ister ki? 

Ateş düştüğü yeri yakar… Hangimizin yüreği evlatlarının cansız bedenleri kendilerine teslim edilen anaların yüreği kadar yanabilir ki? Hangimizin sözleri anaların yüreğinde kopan fırtınaları dindirebilir ve acılarını hafifletebilir ki? Hangimizin gözyaşları anaların yüreğinde patlayan ve acıları çoğaltarak akan bir volkan gibi düştüğü yeri yakıp küle çevirebilir ki? Hangimiz dağda bir köy mezarlığında ya da bayrağa sarılı tabutların arkasında yürürken kalabalığın arasında yitip giden analar kadar ıssız ve dipsiz bir yalnızlığa mahkûm olabiliriz ki? Hangimizin yüreği çocuklarına memesindeki sevgi sütüyle hayat verip büyüten analar kadar çocuklarının yüreklerinden kopartılmasına ve yaşamlarının ellerinden çalınmasına dayanabilir ki? Hangimiz çocuklarını bir daha geri dönmemek üzere kara toprakla buluşturan analar kadar çocuksuz zamanların ve yalnızlıkların dayanılmaz ağırlığını yüreğimizde taşıyabiliriz ki? Ve hangimiz gülüşleri ölüm tarafından çalınan analar kadar çocuklarının gülüşüne duyulan sonsuz bir özlemle yaşayabiliriz ki?

Ya babalar… Çocuklarının ölümü karşısında babalarında yüreği yanar… Üzeri külle örtülmüş görünmez bir ateş gibi sessiz, içerden, yavaş ama derinden bir kor gibi yanar… Yanar, yanar, yanar… Dokunanın elleri yanar…  Ve hiç insani olmayan ve “erkekçe” bir tavrın ürünü olarak ortaya çıkan “erkekler ağlamaz” anlayışının dayanılmaz ağırlığı altında ezilerek, gözyaşlarını saklamaya çalışsalar da,  babaların gözyaşları her zaman yüreklerindeki yangına bir su gibi akar… Akar, akar, akar… Ve ölen çocuklarının ardından babalarda ağlar…

Eşimizin, sevgilimizin, baba ve anamızın ve çocuklarımızın ölümüne neden olan ve insan yaşamını yok eden savaşlara biz karar vermedik… Ama barışa birlikte karar verebiliriz. Doğanın bize sunmuş olduğu en güzel armağan olan insanı içimizde öldürmek ve insan yaşamını savaşlarla sonlandırmak yerine insan yaşamını birlikte özgürleştirebilir ve insanlığa sunulmuş bir armağan olan dünyamız da savaşın ve nefretin ayrıştırıcı gücüne karşı, sevginin birleştirici gücüne sığınarak aşka dair düşlerce, kardeşçe ve özgürce yaşayabiliriz.

Ve artık, insanlığın düşmanı, zulmedicisi, kıyıcısı, hükmedeni ve katili olmamalı insan…

İnsanın sevgilisi, dostu, kardeşi ve dudaklarımızda sere serpe uzanan bir gülüş olmalıdır insan…

 

(25 Şubat 2016)

( Gözyaşlarının Rengi Yoktur... başlıklı yazı Savaş tarafından 25.02.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.