En son ne zaman eşinizin veya sevgilinizin dışında birine
''Seni Seviyorum''dediniz. Erkek ile kadın ya da çocuk. Şekli, şemaili,
cinsiyeti çok mu önemli ? Sonuçta ağzınızdan çıkacak bir iki bitişik sözcük
dizisi...
Aslında her şey özünde kendini sevmekle başlıyor desem, kaçınız benim bu
düşüncelerime katılır. Güzel kadınları seviyorsunuz, sevimli çocukları öpüp
okşuyorsunuz, yakışıklı erkeklere bayılıyorsunuz. Normal görünüşte olan ya da
görünüşü vasatın altında olan insanları da sevebiliyor musunuz? Birini sevmek,
onun yüreğine, beynine, benliğine dokunmak değil midir aslında? Daha önceki
yazılarımda da söz etmiştim, tensel iletişim, yani dokunmak. Sadece canlı
varlıklara mı? Ağaca, kuşa, yağmura, kara, toprağa, havaya, başka insanların
yüreğine, bazen bir telefon telgraf direğine... Desmond Morris'in bir kitabının
adı ''Sevmek Dokunmaktır''. Hemen şu geliyor aklıma... Dokunmadan sevebilir
miyiz ? Severiz tabi, niye sevmeyelim, ama biraz platonik kaçar. Düşünün ki
doğduğunuzdan beri evde pencerenin önünde oturan yatalak bir insansınız. Kar
yağıyor dokunamıyorsunuz, yağmur yağıyor dokunamıyorsunuz, güneş açıyor ışığını
görüyorsunuz ama hissedemiyorsunuz, çiçekleri koklayamıyorsunuz. Ne kadar hazin
bir durum bir insan için...
Sevgide en önemli unsur kanımca paylaşmaktır. Bakışların hava boşluğunda
paylaşılması ile başlar güzel aşklar güzel sevgiler. Sonra birleştirirsiniz
kalplerinizi hayatınızı paylaşırsınız alabildiğine. Çocuklarınızı,
yediklerinizi, içtiklerinizi, yatağınızı, duygu ve düşüncelerinizi...
Hayattan küsen, bıkan, kopan, intihar düşüncesine saplanan ruh hali sıkıntılı
insanlara bakın inceleyin, birçoğunun psikolojik sorunlar ile birlikte paylaşma
duygusundan da, birlikte hareket etmekten de yoksun olduklarını
gözlemlersiniz...
İlk defa on sekiz yaşında gönlüme birisi girdi. Ayaklarım yere basmıyor,
dizlerim titriyordu buluşmaya giderken, sonra tabi geçti titrek halim.
Rüyalarıma giriyor zaman zaman, aklımdan çıkaramıyordum o tarihlerde. Kavak
yelleri sadece başımızda olsa iyi, her yerimizde... Bir şekilde çıktı gitti
hayatımdan. Ne kaybettim, ne kazandım hep sorarım kendime . Ben mi kaybetmiştim
o mu? Yoksa o kazanmış, ben yine kaybetmiş miydim? Üçüncü şık, O kaybetmiş ben
kazanmış mıydım? Biraz ayrıntılı oldu ama bu sorular sorulmalı kendi kendine.
Adını tabi ki unutmadım. Sanıyorum aramızda büyük çoğunluk ilk aşkının adını
unutmamıştır, ama hepsi o, yaşanması gerekiyordu, yaşandı bitti... Ben hâlâ bu
yaşımda ona takılı kalırsam, ben de bir sorun var demektir. O sorunları da
sonra, siz değil, matematik bilen birleri değil, psikiyatrisiler çözer.
Şimdilerde hayatımı paylaştığım insanı çok seviyorum. Daha bir sürü sevdiğim
akrabalarım, dostlarım, siz arkadaşlarım var. İnsanlara illa kendimi sevdireyim
diye bir çaba içine girmemeli insan kanımca. Hz. Mevlana'nın dediği gibi ''Ya
olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol'' düşüncesini kendisine hayat
felsefesi yapmalı... Ünlü düşünür Platon da sevgi üzerine şunu demiştir
''Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın, yapılması gereken tek şey sadece
kendinizi sevilmeye bırakmaktır''
Harika bir eski Serter Bağcan şarkısıdır ''Öyle Değil mi'' Bizim gençlik
yıllarımızda çok severek dinlemiştik. Şair ve seslendiren yalnızca sana sevgimi
verebilirim diyor. Başka söze gerek var mı? Sözleri de aşağıda, artık yorumu
size bırakıyorum dostlar...
__ÖYLE DEĞİL Mİ ?__
Sevgimi sana nasıl anlatsam
Şiir yazsam rol mü yapsam
Yoksa yoksa romanlardaki gibi...
Şarkılardaki aşka mı dönse
Filmlerde ki aşka mı benzese
Yok yok bekleme bunlardan...
Sadece sevgimi verebilirim
Dürüstlüğü doğruluğu sunabilirim
Yalansız çıkarsız duygularımı
Yalnız sana bunları verebilirim...
Vaatlerle yalanlarla aldatamam ki
Boş sözlerle seni avutamam ki
Sevgimi süsleyip anlatamam ki
Değişmen gerek öyle değil mi ?
Aşk sözlerine aldanmışsın
Süslü lafa hep kanmışsın
Gerçek sanıp avutmuşsun kendini
Vaatler yalan yalan olsa da
Dinlemişsin inanmasan da
Yok yok bekleme bunlardan...
Sadece sevgimi verebilirim
Dürüstlüğü doğruluğu sunabilirim
Yalansız çıkarsız duygularımı
Yalnız sana bunları verebilirim
Vaatlerle yalanlarla aldatamam ki
Boş sözlerle seni avutamam ki
Sevgimi süsleyip anlatamam ki
Değişmen gerek öyle değil mi ?
Sevginin en çok geliştiği, serpildiği ortamlarda barış ve özgürlük ortamları
değil midir ? Bu günlerde barışa hoşgörüye haddinden fazla ihtiyacımız var.
Dünya halkları olarak iki dünya savaşında ve sayısız bölgesel savaşlarda
milyonlarca kadın, erkek ve çoluk çocuk kaybettik, buna artık bir dur demenin
zamanı gelmedi mi? Neden bu kadar duyarsızız sevgiye, dostluğa? Siyasetçiler ne zaman anlayacaklar acaba
savaşın anlamsızlığını...
İslamiyet'in bir anlamının barış olduğundan dem vuruyoruz. Sevgi ve hoşgörü
dinidir diyoruz. O zaman ben de şunu soruyorum. Üzerine bombayı bağlayıp
otobüsün içine girip patlattığın zaman, diğer insanların İslamiyete kalbinin
ısınmasını nasıl bekleye bilirsin? Önce sen Allah'ın verdiği canı Allah'ın
alacağını inkâr ediyorsun, bile bile kendi canına da kıyıyorsun. Diğer
dinlerdeki insanlara da saygımız var ve bizi onlardan ayıran en önemli faktör
sevgi ve hoşgörü olmalıdır. Büyük Mutasavvıf Yunus Emre'nin dediği gibi her
zaman ''Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz'' Sevgi üzerine bir yazı da
sevgi ve saygılarımla biter tabi ki...