Evde bir dakika daha duramam." dedi kendi kendine kadın. Hızla yatak odasına gitti, eline geçen kot pantolonu ve siyah tişörtünü alelacele üstüne geçirdi. Kapıdan çıkmadan önce de ahı gitmiş vahı kalmış boz renkli çantasından kan kırmızı rujunu çıkartıp, özenle sürüp, aynaya gülümseyerek baktı. Uzun süreden beri siyahlara bürünmüştü. Kıyafet değişimi kadar hayat görüşünde de farklılıklar vardı. Bir yandan da nereye gideceğini tasarlıyordu. Aklında birkaç seçenek vardı elbet, ama her zaman olduğu gibi soluğu Terzi Perihan’ın atölyesinde aldı. 

Demir kapı ardına kadar açık, tül perde ise kapalıydı. "Hııım..." dedi, provası yok demek ki. Gele gide öğrenmişti atölyenin kendine has işleyişini. Yaz boyunca görüşme imkanları pek az olmuştu, konuşacak, paylaşılacak o kadar çok şey vardı ki. Terzinin vazgeçilmezi olan radyodan da yine tatlı nağmeler yükseliyordu. Kadın tülü hafifçe aralayıp içeri seslendi, "Huu!". Makinesinin başında harıl harıl çalışan ellili yaşlardaki Perihan boynuna bir zincirle bağlı olan yakın gözlüğünü çıkardığı gibi oturduğu yerden fırladı "Ooy, bacım!". Bu samimi sesleniş mutluluk veriyordu, belki de içten karşılanışı çekiyordu bu ortama . Özlemle sarıldılar birbirlerine, "Oh ooh, ne iyi yaptın da geldin hayatım, vallahi aklımdan seni geçiriyordum, bu kadar mı olur?". "Ben demiyor muyum sana ablacığım, aramızda bir gönül bağı var diye." Küçuk ama becerikli ellerini birbirine vurarak "Yemin olsun şimdi indirdim evden kahve fincanlarını, şöyle karşılıklı içelim şekerim. Ee anlat bakalım nasıl geçti tatil?". "Ne olsun be abla, düğün yapanlar, ev alanlar, hasta olanlar, bir de Hakk’ın rahmetine erenler, anlayacağın gidilmesi gereken yerleri ziyaretle geçti. Para pul yetmiyor, tatil güzel de şu masrafların acısı fitil fitil burnumuzdan gelmese." "Bir de şikayetleniyorsun, bak tıkılıp kaldım bu küf kokan atölyeye, benimkisi ömürlük bodrum tatili. Kızım da beni yanına çağırıyor, hanidir onun yanına bile gidemiyorum."

Şebnem, yeni keşfediyormuşcasına gözlerini gezdirdi etrafta. Kalorifer borularına, yer yer küflenen duvarlara, tabana yayılmış alaca muşambaya, istiflenmiş kumaşlara, manken üstündeki bindallıya da baktı. Sonra, "Ya ablacığım, doğru diyorsun, bulup da bunanlardan oldum ama bizim açımızdan da zor. Yirmi-yirmi beş güne sığdırıyoruz izni. Anam, babam ve bacılarımla hasretlik gidereyim istiyorum. Bir yandan da Akçay sahilinde şöyle kavrulup coz diye soğuk suyunda ferahlamak. Hele kayınvalidemlerde ailecek asma altında yaptığımız kahvaltının değme keyfine. Bizimkisi yirmi altı senelik hasretlik, bu kısa zamana sığdırıyoruz ne varsa." "Haklısın haklısın ben de takılıyorum işte." 

Bu tatlı dilli kadın sadece bizim gurbetçiye değil tüm çevresine aynı içtenlikle yaklaşıyordu. Çok parada pulda gözü yoktu, "Kiminin de duası." derdi. Müşterilerinin çoğu öğrenci takımıydı, üniversitedeki kızlar kulaktan kulağa hesabı duyup Terzi Perihan’ın kapısını sıkça aşındırırlardı. Hele bir çarşamba pazarına gitmeye görsünler, top top kumaşlar atılır önüne "Aman ablacığım bir ferace, şundan da bir elbise, aman arkadaşıma diktiğin buluzdan da isterim." Ve sabırla baldan tatlı genç kızların suyuna gider onların arzularını yerine getirmeye çalışırdı.

Bizim Şebnem Adapazarı’na geleli üç seneyi bulmuştu. Ankara’dan ayrılmak ölüm gibi gelmişti, sıfırdan yeni bir hayat kurmak da zor, çok zordu. Güçlüydü, yine bir tohum gibi sarılacaktı toprağa, yeşerecekti, dallanıp budaklanacaktı, amma velakin bu sefer açıvermişti vanaları, durduruna aşk olsun. Bu iki kafadar ise musiki cemiyetinde buldu birbirini, o günden sonra da sıkça görüşüp dert ortağı oldular. 

On parmağında ayrı ayrı marifeti olan Terzi Perihan’ın sesi değme sanatçılara taş çıkarırdı, sahnede bir duruşu vardı, hayran olmamak mümkün mü? Akide şekeri mi vardı boğazında acaba? Bizim gurbetçi "Kırk fırın ekmek yesem faydasız, senin gibi söyleyemem." derdi demesine de, o sahne tozunu yuttu yutalı büyülenmiş gibiydi. En azından saygı duyuyordu onca emeğe, sanata, sanatçıya, bu da az şey miydi canım? 

Mis gibi kahve kokusu etrafa yayılmaya başlamıştı ki tam da bu sırada atölyenin müdavimlerinden çat pat Türkçe’siyle Suriyeli bir bayan süzülüp giriverdi. Sürmeli gözleriyle dikkat çekiyordu, o şehla bakışları hüzünlü, dudakları ise titrekti. Dedik ya aynı sempatik tavırla karşılandı, vatanından kopup gelen yabancı da. Savaşın soğuk yüzünü görmek acı olsa da yine de hayat bir şekilde devam ediyordu. O daracık mekan göz yaşlarına şahit oldu. Bir kahveyi üleştiler, bir de dertleri, ama yine de gülümsediler insanca. Anlaşılan ne ırk ne de statü ayrımı yapılıyordu bu iş yerinde. Kimi dertleşmeye geliyor, kimi de türlü bahaneler uydurup yalnızlığını biraz olsun gidermeye. Belki de kadınlar kendi psikolojik tedavilerini yapıyorlardı aralarında. Bizim Perihan da zaman zaman efkarlanır, derinden iç çekip "Keşke yazabilseydim, dökseydim içimi kâğıda, beceremiyorum ki." diye hayıflanırdı. Gök mavisi gözleri akmaya hazırlanır, hazırlanır da bir yumru da otururdu boğazına. Sonrası yine atardı içinin derin köşelerine neyse derdi.

H. Çiğdem Deniz.
( Terzi Perihan'ın Atölyesi başlıklı yazı çitlembik tarafından 7.09.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.