Erzincan'da açılan bir kursa kayıt olmakla hayatım değişmişti. Bir anda resim sanatına merak sarınca, işin de mutfağına şöyle bir girince... Ancak anlayabilmiştim bakar körden başka bir şey olmadığımı. Dağlar, ahh o dağlar nasıl da bambaşkaydı… Sadece onlar mı? Ağaçlar, çiçekler, yapraklar, bulutlar ne çok renk barındırırmış meğer içinde. Tayin olup da uzun mesafeler katedip geldiğimiz bu deprem şehri… Önceleri çırılçıplak dağlarıyla bana ancak okkalı gurbetin nasıl geçeceğinden başka bir şey düşündürmemişti. Oturduğum muhitten görülürlerdi ama bir bereket yağsa elimle tutuverecek gibi olurdum. Tüm ayrıntıları gözler önüne serilirdi de şairane duygularımdan habersiz öylece bakakalırdım. Munzurun gölgesi Karasu Vadisi’ne çöküverir miydi, sonra da türkü olup dillerde söylenir miydi? 

Ya ben anlatmak istediğim ama bir türlü cesaret edip yazmaya başlayamadığım bu şehir hakkında yetersiz kelimelerimle duygularımı nasıl aktarabilirim satırlarıma? Engin amca kıvırcık kızımın elinden tutup ilk komşuluk adımını atmasaydı ne yapardım yalnızlığın dibine vuran ben? O kocaman yürekli "Dadaş" Erzurumlu aile iyi ki tanıdım diyeceklerimin arasında en kıymetli yerlerini almışlardı. Sayılı bir zaman kalan Kurban Bayramı’nı düşününce o günlere doğru yolculuk yapıyorum adeta. Tahmini on üç yıl öncesi bize ayrılan parçayla kapıdaydı evin fedakâr kızı Ebru. Hadsizlik mi yapmıştım o zamanlar bilemiyorum, geri çevirmiştim kurban etini. Açıklamam hazırdı. Kanımca et girmeyen evlere ulaştırılmalıydı bu hayır. Kırılmışlar mıydı bana bilemem, lafı geçmemişti ilerleyen günlerde. 

Günler tüm hızıyla kovalayadursun birbirini. Oğlum ile kızımın arasında gattek kalıyor, çoğu zaman sakin olan bendeniz sinir harbine yenik düşüp sesimi yükseltmek zorunda kalıyordum. Sanırım bir anne olarak en zor dönemlerimdi iki inatçı keçi arasında kalmak. Sakin yaradılışlı olan kara gözlüm parmak emen kızımın yaramazlıklarına çoğunlukla anlayışla yaklaşırdı. En sonunda çileden çıkınca harp kaçınılmaz olurdu. 

Oyuncak hamurlarla oynamaktan büyük zevk alan kızım evimize bu gidişle incir ağacı dikmeye niyetliydi. Çözümü poğaça yaptırmakta buldum. Tatmak için ilk kurban karşı komşumuz Leyla’ydı. Kara kuru bir kadındı, dişlerinin eksikliğinden dolayı elmacık kemikleri belirgin, ince uzun yüzünde hep bir gülümseme vardı desem yalan olur. O bakışlarında hep hüzün bulutları uçuşurdu. Sanırım gelin geldiği bu yaban ellere alışamamıştı. Bayburt’tan kopup gelen bu hamarat hanım bastığı yeri titretirdi zangır zangır. Çayımızı da demledik mis gibi, poğaçamızı da servise hazır hâle getirdik. İleride nice başarılara imza atacak olan kızımın hamur ziyanından da böylece kurtulmuş olduk. 

Çocuklar okuldayken kendime ayırdığım zamanlarda daha önce bahsettiğim gibi resim ya da spor aktivetilerimle günümü kıymetli hâle getiriyordum. Kara kaşlı sevdiğim anlayışla karşılıyordu bu uğraşlarımı. Eşim işiyle evi arasında mekik dokur, bizimle vaktinin büyük bölümünü geçirirdi. Gece gezmelerimizde de mesai arkadaşlarıyla ve eşleriyle buluşur, onlar iş konuşmaya devam eder, biz de çocuklardan başlıyarak konuların derinine dalar giderdik. Doğu gibi ırak yerlerde sıkı dostluklar olur, her an birbirimizin yardımına koşardık. Ana, baba, kardeş nasıl ulaşırdı ki bize? Ahh, o günleri hatırlamak içimi burkuyor, kâh gülüyorum, kâh ağlıyorum. 

Erzincan'dan tayinimiz çıktığında yine şehirli göçebe çadırımızı yükledik kamyona. Yeni konacağımız yer korkulu rüyam Ankara. İçim heyecanla karışık tarifi imkânsız duygularla dolu. Yine bay baylar, yine ayrılık. Tekrar görüşeceğiz diye verilen sözler. Son yemekli davetler, hep saklanacak olan yarım elma gönül alma dediğimiz hediyeler. Çoğunlukla eline alınca anıları canlandıran objeler bunlar. Üst komşularımız olan Engin amca ve tonton eşi Kudret ablamın bakır çaydanlığını hâlâ kullanıyorum, gerçi kıtlama şekeri kullanmıyorum artık. Arada Leyla komşumun çayın yanında getirdiği gibi portakal dilimliyorum. O tatlı sohbetler usumun en hatırlanısı yerinde tüm canlılığıyla duruyor. Arkamızdan dökülen sular yolumuzu kolaylaştıracak, bir de gönülden yapılan dualar. Geri gelir miyiz bilmem bu şehre ama şimdi anımsadım, Terzi Baba türbesine gidenler bir şekilde dönüp dolaşıp gelirlermiş Erzincan’a. İçecek ekşi suyumuz varsa neden olmasın değil mi? 

Bizim Balıkesir'in dağları insanın üzerine üzerine gelirmiş, komşum Leyla öyle derdi. Olsun, o çıplak dağları seven ben gibi o da bizim oraların, yeşilin her tonuna boyanmış göğe ulaşmak için uğraşan dağlarını sever. Birbirimizi nasıl sevdiysek... 

H. Çiğdem Deniz
( Erzincan ' In Dağları başlıklı yazı çitlembik tarafından 10.09.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.