Gözlerinde hüzün okunuyordu. Arabaya binip, kendisine el sallayan annesinin ardından, buruk bir kalbin yüze yansıyan görüntüsüyle bakıyordu. Nefret, keder, hüzün, acı öylesine bir fırtına estiriyordu ki, patlayacak bir volkan gibiydi. Ama göz barajını açarak, sicim gibi duyguların gözyaşı olarak akmasına izin verdi. Ağlıyordu. Kendi sularında boğulurcasına ağlıyordu.
Araba gözden kaybolmuştu. Belki de araba değil, annesi kayboluyordu. Ama babasının ardından, annesini de kaybettiği için mi ağlıyordu onu da bilmiyordu. Mavi eşarbı gök yüzünde bir melek gibi gösteriyordu onu. Küçük yaşlarda dedesinden aldığı inanç tohumu yüreğinde sebat meyveleri yeşertmişti. Ayaktaydı dimdikti.
Birden irkildi. Eteğinden çekiştiren bir elin etkisiyle hayal dünyasından koptu. Kardeşi çekiştiriyordu. Yedi yaşındaydı, o da ağlıyordu. "Annem nereye gitti?" sorusu Semra'nın yüreğini sarstı. Ayaktaydı dimdikti. Ama kardeşinin yaşadığı duygu depremi ayaklarını yerden kesti. Kardeşine baktı. Güvercinler bir bir ölüyordu. Akbabalar leş kokusu almıştı. Bir parça bedenin üstünde düğün yapıyorlardı. Annesi babası canlandı sonra, akbabaların kara kanatlarında. Çocuklarını yemekteydiler. İğrendi. Kusmak geldi içinden. Ama olmadı. Yere yığıldı. "Abla" dedi fatih üstüne kapandı.
Gözlerini açtığında evde yatıyordu. Anneannesi başucundaydı. Tebessüm ediyordu. Doğrulttu Semra'yı, bir bardak süt çirdi. Teşekkür ettikten sonra tekrar uzandı. Halsizdi. Hayat çok ağır geliyordu, kaldıramıyordu. Bu küçük yaşta bırakılan yük kendisinin değildi.
Gözleri maziye döndü. Babası yine bağırıyordu. Kavga ediyorlardı. Annesi de altta kalmıyordu. Boşanacağını söylüyordu. Ayrılacaktı. "Ben de seni istemiyorum, çocuklarını al git." Çocuklar kimdi, kimindi? Semra kapıda, konuşulanları dinliyordu. Fırtınalar kopuyordu yüreğinde. Babası birden vahşileşmişti. Hem de bir hayvanın olamayacağı kadar...Çocukları alırsam yuvaya bırakırım. Ben bakamam, sen bak...
O akşam evden ayrılmış, bir daha geri dönmemişti. Annesi ise onun ardından ağlamıştı. Ama gözyaşları, kocasının gidişine değil, çocukların kendisine kalışındandı.
Aradan uzun zaman geçmemişti ki annesi kendisini ısıtacak bir koca bulmuştu. Gözleri gülüyordu. Ancak yeni eşin sıcaklığı çocukları ısıtmıyor, yakıyordu. Anne yüreği dayanamadı, çocuklarının yanmasına. Eşini sarıp kucağına tüm ateşini kendisi aldı. Ve arabaya binip uzaklara çok uzaklara götürdü. Böylece çocuklarını korumuştu.
Semra yaşanan olayları bir film şeridi gibi geçirdi gözlerinden. Kardeşi fatih yanı başındaydı. Ablasının yanağına tatlı bir buse kondurdu. Tekrar güvercinler açtı yüzünde. Fatih'i sardı kollarına. Annenin veremediği sıcaklığı bir kardeşin masum yüreğinin dinginliğinde hissettirmeye çalıştı. Fatih bir kuş gibi uçuyordu. Mutluydu ablasının kendisi için açtığı gök kollarında. Gözleri masmaviydi ve bulutlar süzülüyordu. Üzerinde Fatih geziyordu. İkisinin de gözleri gülüyordu. Sonra akşam oldu. Güneş çekilmişti. Ay ise görünmüyordu. Ne annesi ne de babası yanındaydı. Üşüyordu ama hissettirmiyordu Fatih'e. Zoraki de olsa tekrar gülümsedi. Fatih'i uçtuğu gök gözlerini kapattı. Sonra hafiften mırıldandı; "Madem bakamayacaktınız neden doğurdunuz?"
Güvercinler uçuyordu. Akbabalar ise cirit atıyordu. Leş kokan bedenlerin üstünde düğün dernek kuruyorlardı.
( Niye Doğurdunuz Bizi başlıklı yazı SeyitAhmetUzun tarafından 14.03.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.