İçsel hegemonyanın dış seslere adaptasyonu aslında ilk kırılmalarımın izdüşümünde sona odaklı bir serzeniş yerine ortalarda bir yerlerde yaşam mücadelesi veren.

 

Sözcüklerin efendisi olma dileğimle çıktığım bir yolculuğun da satır aralarında, dolu mahiyetinde yağıp boşluklarımı doldurmakla günü öldürmek arasında gidip gelmelerim.

 

Zaman ufalarken acılarımı; acılarım yorarken eni konu… sonra da gel anlat.

 

Derdin tasanın değil de güdülerin marifet bildiği sayısız arzu.

 

Sevilmekten çıkıp da yola değerleri değersizlikle süslemek ya da aşkı bir kazanım olmaktan çok var oluş amacı olarak yönlendirmek.

 

İçin dirliğine uzanan aslında kayıtsız kalan kim ise yine dinginliğin öldüğü belki de mutluluğa paye vermek adına acıların sağaltan etki-tepki sarmalı.

 

Şimdilerin yorgunluğuna eklediklerimiz sonra yanlışların girdabında doğru ile doğruculuğun hazin teamülü.

 

Görkemli olmasını dilediğim bir mutluluk ama sakıncalarını görüp de uzağında durduğum sanırım mutluluk pek yaramıyor bana: ya susmalara rast geliyorum öncesinde ya da coşuyorum deli nehirler misali. Zor addedilen ama kolayın bile açılım getiremediği belki de düşkün bir yürek sesini zapt etmek adına kalemi yontup, kelimeleri gemleyip vur patlasın çalma da oynamasın da demenin uzantısı iken cümle sonrası beklentilerim.

 

Kolaya kaçmayı mademki sevmiyorum.

 

Mademki hayatı ve insanları kendimden fazla önemsiyorum demek ki yazmak için geçerli nedenlerim var ki maruzat bellemek neden bu denli önem arz ediyor ki hele ki kimsenin umurunda olmayıp umarsızlıkları kadar kanatıcı ikinci bir şıkka rastlayamamışken.

 

‘’Büyümek için bekleme çağını çoktan geçmiştir, sevecendir yazmak ve yaşamak için. Yaşamın kendisinin yazı yazmaktan çok daha gerçek, çok daha derin olduğunu da biliyorum.’’ (Tezer Özlü)

 

Belli ki kendi olmak derdi ile yakından ilintili bir şahsiyet belki de mahrum kılındığımıza maruz kalmakla da eş değer bir açılım.

 

Külliyatta ne çok yazar ve sığındıkları eserlerinde yine bizlere feyiz olan ötesinde muteber tınısıyla her bir kalemin bizler yine dokundukça yüreklerine bir yandan melun gerçekleri gözümüze soka soka dile getirmeleri.

 

Kimlikler kadar sorgulanan aslında sorgulama hakkının bulunmadığı mahiyette kim ne hakla sorgulayabiliyorsa demek ki bizlerden bir üstünlüğü olduğu kanısına çoktan varmış.

 

Geçmişte de durum aynı şimdi ise daha da vahim bir mertebede hala yoksunluğumuzu kodlayıp kendimizi bir türlü çözümleyemediğimiz.

 

Bu noktaya nereden vardığımsa…

 

Kehanetin fısıldadığı gerekçeler aslında gerçeklere uzanıp yalanlara sırt dönme ihtiyacımızın bile muştulandığı sonra da boykot edilesi hayatların sağanak bildiği gelip geçen bir buluta asılıp buharlaşıp yok olma isteğimiz. Dünden bu güne değişen sadece şahısların isimleri ve tarihin değişen rakamları.

 

Aşk.

 

Sevgi.

 

Ölüm.

 

Aslında üç kavramı ardı ardına sıralayan yine merhume Tezer Özlü ve ben en kıymetli üç anlamı belki de anlama güçlüğü çektiğim peşi sıra yazdığı kalemine baktım ve aradaki boşlukları doldurmayı tahayyül ettim ki kendimi bildim bileli peşindeyim sırf bu üç kavramın da değil hani bilakis gelip geçmiş eşsiz mefhumlar yine tarihe, insana ve psikolojiye mal olmuş ve sehven gördüklerim, gıyaben tanık olduklarım üstüne üstük yaşamaya doyamadığım bu yüzden de ölüm denen sarmalı bu denli irdeleme ihtiyacı güttüğüm tıpkı Tezer Özlü gibi lakin bir farkla: sadece algılarımın izin verdiği ve düşünme yetimin de fazlasıyla zorlandığı sonra da fiziksel bir çöküş yaşamaya paye vermeden maneviyatla aştığım gerçekler ve gerekçeleri.

 

Zaman çok uyumsuz aslında zaman insana uyumsuz lakin insan zamana hızla ayak uydurabilmekte yoksa nasıl açıklardık teknolojinin zaferini ve insanın, insanlığın yitimini? Bu anlamda yaşamak cesaret işi belki ölüme göz kırpmak çok da mantıklı değil ne de olsa bilim adamları ve tüm uzmanlar insan ömrünü uzatmakla iştigal ve neyin iyi gelip gelmediği insan denen canlının yine yetilerini ve yaşama süresini arttırıp yine kaliteli bir yaşam sürdürmesine ön ayak olmak adına.

 

Bu oldukça kapsamlı bir konu ve sadece insanlığın yüz ölçümünde oldukça aklayıcı bir sunum yine insanlık adına ve bu dip notu geçtikten sonra dönüp bakıyorum da ki aslında önüme bakmakla iştigal olmam gerek lakin edebiyat dünyasına mal olmuş yazarların/şairlerin hayat hikâyeleri ve kuramları da az ilgimi çekmiyor değil hani: gerek günümüzde yaşayan gerekse çoktan ebediyete intikal etmiş nice değerli kalem.

 

Sıfatların tozunu alıp sadece okuyucu kimliğim ile dokunduğum hayat hikâyelerinde beni en çok çeken ise; yazmak ve yaşamak arasında kurdukları o doğru/ters orantı ki mağduriyetim de bu ikisi arasında gidip gelen kaygılarım. Sanırım öncemde yazmayı bir amaç yaşamı ise araç bellemiştim ve hangisi hangisinden beslenmekte? İşte bu kurgu en çetrefilli ve tuzak dolu soru bir de arka yüzüne baktık mı yaşam içgüdümüzün görünen o ki sevgili Özlü’nün hipotezi en gerçekçi bakış açısı yine yaşamın bir amaç yazmanın ise arka planda geldiği belki de ikinci sırada, demek daha net bir açılım zira yazmak asla arka plana düşecek bir güdü olamaz sadece mahiyeti değişebilir ya da yazma süresi ya da isteği ama yaşama isteği nasıl hız kesebilir ki? Aslında hız kesen bir olgu olduğu da gerçeğin ta kendisi ne de olsa hayatını kendi elleriyle sonlandıran nice yazar tarihte çoktan yerini almış.

 

Ölüm bir kurgu olabilir mi peki? Ya da yaşamın sunduğu acılarda bir kaçış belki bir saklanış belki de yeni bir başlangıç? Konu dini açıdan tehlikeli bir dönemece girdi gireli zaten maneviyatın ikramında hayat bize sunulan eşsiz bir hazine yine gövdemizle ve benliğimizle ve kutsalımızla dört elle sarıldığımız/sarılmamız gereken.

 

Dönüp dolaşıp başa gelsem keşke en azından belli başlı kurgular yaratır ve kendimce bir çözüm bulurdum lakin farklı insanlar ve yine onların hayat hikayelerine ve yaşama/yaşamama adına gerekçelerine rast geldiğimde illa ki bir özdeşleme yapma ihtiyacı hissediyorum ve genel geçer kuralları ihlal edip bu sefer yeni öngörüler kurguluyorum belki de kurmaca bellediğimiz hayatın satır aralarında tırnak işareti ile onları da buyur edip bir çıkış noktası aradığım/ız.

 

İllet bir yönerge belki de bize sunulan ya da serkeş bir önyargı kimin neyden ibaret olduğu gerçeğini kurcalayıp biz yedek senaryolarla Yaratıcının işine karışmak gibi yanlış yola saptığımız.

 

Kaderin dokunaklı ve özverili belleği yine taslak mahiyetinde hayatları gerçeğe dönüşüp ardından bizlerin de müdahil olduğu yine de kimse yaşama sevincimizi çalamaz ve yaşama hakkımızı da elimizden alamaz; bizler bile hele ki ölümü bir kurtuluş belleyip ikinci bir şık olarak görüyorsak yaşam harici yeter ki belleğimizde sadece mutlu anıları geçerli kılalım her ne kadar acı ve yoksunluk bizi zaman zaman dibe çekse de.

 

Nurlar içinde uyu sevgili Tezer Özlü.

 

 

( Sevgili Tezel Özlü... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 15.11.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.