İtaati artırmak; itaati sağlamak için gözdağı verme isteği içinde olan efendinin, ibret verme için kölesini öldürmesi; diğer yandan efendinin sömüreceği köle sayısının ve sömürünün azalması olmakla efendinin istemediği durumdur. Zıtların sizde (efendide) çelişki olarak belirmesi diyalektiğin yasasıdır.

Bu yasa gereği, öldürmekle azalan sömürü olanağının çelişkisi içinde olan El, diyecekti ki; : "El’iniz çok merhametlidir. Kölenin de El’idir. Siz El’in kulusunuz. Sizin en güçlünüz, zalimden (efendiden) hakkını alanınızdır" diyecekti. “En güçlünüz zalimden hakkını alanınızdır” söylemi; “efendinize itaat edin. Efendisine itaat eden bana itaat eder” diyen El’in söylemiyle tümden çelişecekti.

El’in “ Sahibine (büyüğüne-efendisine) itaat eden bana itaat etmiş olur” diyen söylemi sömürüyü ortaya koymak istemenin ihsas ve ihdasıydı.  Diğer çelişki öldürmelerle azalan köle sayısını önlemek için direnişi meşru etmiş gibi görünürse de yine El’in sömürüsünü ortaya koyacak kölelerin sayısının azalmamasını istiyordu.

Öldürdüğünüz kölenin yerine yenisi nereden gelecekti? Her köle başka başka El sahipliği uhdesinde olmakla dokunulmazdılar. O halde yeni köle için size bir yol kalıyordu. O da başka El hükümranlığına saldırmaktı.  Değilse bu söz, bir takdir ile zalimin zalimliğini kaldırmak yerine “direnin” demek zulmü ve zalimin varlığını onaylamaktı. Zalim neden vardır? El takdirli sahipliği olmakla vardır.  Sahipliğini daha da artırıp sahipliğini sürdürmek için vardı. Sahipliği kim takdir etti? El? Zalimlik var kabul edin ama zalimde hakkınızı alın diyen kim? El. Bu söz tersten efendiye, “öldürme” demekti.

Bu söylem diğer bir köleci anlayışlı yansıma şekliyle saygıda kusur edilmeyen büyüklere efendilere karşı  “direniş yapmaya ödün ve meşruiyet vermekti” Efendi bununla kalmayacaktı. Çünkü efendi geleceği bilmiyor. Gelecekle ilgili öngörüleri de yoktur. Bu nedenle efendi; verimi artırmak için mülkünden bir kısım yeri köleye; ‘kölenin kendisi için çalışacağı bir zaman ve mekân alanı ayırıp kölenin kendisine çalışması için köleye verecekti’. Bu feodalizmdi. Dinlerin ana kaynağı olan iman ideolojisiydi. Bu El biraz sonra yeryüzü sahipliğine soyunan bir El’ olacaktı.

Efendi, kendi bencilliğinin gereği olarak zulmü; zalimliği; kendi mutlak sahiplik tutumunu, öngörmüştü. Efendi yine kendi mutlak tutumunun sürekliliği ve gelecek içinde kendi esenliği için; kendi dışındaki nedenden ötürü ve kendisine çalışacak kölelerin olması gerektiğinden; efendi bu sözlerle kendi zulmünü frenlemeyi de öğrenmişti. Firen yapmasını yine kendi tutumu içinde öngörmüştü. Yani efendi gereğinden çok çoğalmış olan kölelerin, belli sayısına kadar azalan süreçle zulmediyordu.

Belli sayıdan sonra azalan köle sayısı, kendi zenginliğini etkiler. O zaman da efendi zulüm etmemek için frene basar. Çoğalan köle sayısını azaltması; azalan kölenin zenginliği olumsuz etkilemesi; zenginliği azalan efendinin, köleyi öldürmemek için efendinin firene bastığı sürece dikkatle bakınca; dikkatli bir okur bunu; sistemin kendi kendisini organize etmesi olduğunu görür.  Yani bu doğanın kuralı olan, oto kontrol sistemiydi. Sistemin geri bildirişme çevrimi üzerinde kendi kendisini kontrol etmesiydi.  

Gözdağı yine efendinin sahipliğini artırmakla, efendinin zenginliğini sürekli kılmakla ve efendiye itaati ortaya koymakla efendi yararınaydı. Ama köle için gözdağı hem bir işkenceydi hem de efendinin öldürmeye karşı öldürmemesi durumu olmakla efendinin firene basmasıydı.

El; “ El indinde sizin en güçlünüz zalimden hakkını alanınızdır” derken zalimliği kaldırmıyordu. Kasabın sevdiği deriyi yer vurması gibi (para edecek deriyi daha az paraya satın almak için yerden yere vurması gibi)  El de ortadan kaldırmadığı zalimliği yerden yere vuruyordu. Sanki zulmü kendi ön görmemiş gibi zulmü yeriyordu. İyiyi, doğruyu söylüyordu! İyi doğru olan da sizin efendiye olan taat ve itaatinizdi.

Bunda da şaşacak bir şey yoktu. Sürekli zulüm, çalışan köleyi yok ederdi.  Köle olmayınca da çalışan bir emek üretimi olmayacaktı. Takdirde bulunacakla, keyif yapacak olan saltanat sahipliği de yok olacaktı. 

Önce sosyal olan süreci, sonra da toplumsal olan sürecin başlatıcısı; ihtiyacın karşılanmasıydı. İhtiyacın karşılanması salt olanlardı. Salt olan bencil ben olmakla sizin içinizdeydi. İçe karşı dış ile girişmeniz; sizdeki salt olan nedenle zorunlu bir girişmeydi. Yani gereksinme duyan duygu içteydi. Gereksinmelerin giderilmesi olan çevre de, dıştaydı. Gereksinimle güdülü olan siz, gereksiniminizin karşılanacağı yer olan çevreye doğru eylemliydiniz. Böylece kendi iç ile dışınız arasında giriş çıkış olan bir “alan etkisi” oluşmuştu.

Dıştaki alan etkisi karşısında sizde var olan korunma ve savunma duygularınız kaygıydı. Doğada avlanma ve doğada toplama faaliyeti yaptığınız esnada gerinizde kalan yavru bakımı gibi kaygı ve zorluklarınız vardı. Bu nedenle içinizdeki kişisel salt oluş sizin gibi kişilerle birlikte sizi kolektif (tekrarlarını oluşmakla-rekürsife oluşla- yardımlaşan organize oluşla) kıldı. Kolektif büyüme, çevre kaynaklarıyla sınırladı.

Ve kolektif büyüme istediğiniz gibi rast gele değildi.  Gerinizle yapılacak geri iletime uzaklığı kadar geniş olan çevre; kolektif büyümeyi sınırladı. Kolektif büyüme; çevre kaynaklarını sağlatan çevre kadar olmaya doğru büyüdü. Geriyle iletime olmaktan kaynaklı sınırlama süreci de, kişiler yeteneğine bağlı sınırlanmaydı. Bunlar ilk kolektif oluş süreçleri içinde, kolektif büyümeyi sınırlayan oto kontrollerdi.  

Kolektif büyüme en az; gerinizle iletişime nedenle, sizi besleyecek çevre kaynakları nedenle sınırlandı. Besin kaynağı için bölgeyi büyütseniz, geri ile iletime olma buna engel oluyordu. Büyümeyen çevre besin kaynakları da belli sayıya yetmekle bölge alan etkisi nüfusa etki ediyordu. Böylece mevcut kolektör, kolektif büyümeyi zorunlu sınırlıyordu. Bunlarla, bunlar gibileri; kolektif büyümeye durdurucu olanlardı. Yani oto kontroldü. Yani kolektif büyüme belli sınıra gelince kendi kendine sonlandı. İçine kapandı. Çevreden yalıtıldı. Ancak üreten ilişkiler kolektif büyümeye dinamo etkisi yaptı.

Üretim yapmakla dinamo etkisi kazanan üreten alanın içinde, meşruiyet ve mütekabiliyet vardı. Adalet yoktu. Bu taraf içinde meşruiyet olan üretim; diğer yanıyla gruplar arası meşruiyet içinde takas olan bir mütekabiliyet esasına dönüşüyordu. Adalet; köleci sürecin, mütekabiliyet üzerinde adaletsiz olmasıyla köleci sistemin kendisini düzeltmek için ortaya koyduğu skalaydı. Adalet köleci olan bir dildi. El; kolektif sistemin mütekabiliyetti olan tüme yakın kısmını kendine kişisi sahiplik yaptı. Bu durum sistemin efendi tarafını fikir vermek bağlamında %80 oranında pozitif yaptı.  Köle tarafı da kaybettiği mütekabiliyetler kadar negatifleşti.

El, Lütufla, sadakalarla, zekâtlarla, ikramiyelerle sahipliğinden verip köle tarafına doğru ayarlandıkça adalet kendi pozitifliğini artırdı. Ama bu hiçbir zaman efendilerin pozitifliğini negatifliğe döndürme değildi.

İşte adalet çok kes El tarafından negatife kaydırılan kölelerin skalasını; birazcık pozitif tarafa çekmekle, kölelerin ağzına sürülen lokumlu emzikti. Meşruiyet olan mütekabiliyeti süreç içinde sen (grup) bana kundura üretmiyorsan ben de sana (grupla) buğday üretmiyordum. Sistemin sekansı ve sistemin pozitifliği buydu. Meşruiyet, bilimsel tanımların ortaya konamadığı zamanlarda; görüngülerden oluşan bir denkleştirmeydi.

Salt olanı kişisi öznellikle başlatırsak (ki öyle); kişi öznesi doyma, korunma, savunma gibi salt olanlardan ötürü belirlidir. Kişi bu belirlenim olan yönelimle doğa ile kendisi arasında eylemli bir alan açmaktadır. İçinde saltı olan kişi, açılan bu alanın içine ortaklaşan düzenleşimle diğer kişileri kattı. Böylece hem alanı büyüttü. Hem ortamın alan etkisini büyüttü. Bu kişisi alan artık geri dönüşsüz şekilde kolektif olmuştur.

Geri dönemezsiniz. Çünkü şimdiki çevre, başlangıç koşulları olan çevre değildir. Bu nedenle geri dönüş eski başlangıcın çevre koşullarını ve şimdiki bunca sahiplik ve paylaşımları barındıramayacağı için geri dönüşün ayakta durması hayli zor olacaktır. Başlangıç koşullarını, şimdi olup bitenler arasında kritiğe ettiğimiz zaman eskideki olanları doğruya çok yakın anlam ve anlatışlarla bilip söyleyebilirsiniz.

Yani Arşimet kanunundan trans Atlantik yapımına nasıl geliyorsanız; teknik olarak trans atlantikten de Arşimet yasalarına ulaşırsınız. Atom modeli; proton, nötron, elektron, elektrik, pozitif, negatif yüklerdi. Henry yasası, om yasası, Kirşof yasasıydı. Endüktans yasası, kapasitans yasasıydı. Gerilimlerle akımlar kanunuydu. Alan etkisiydi. Elektrik devresiydi vs. Türünden yasalar entegrasyonu içinde televizyona, android insana geliyorsanız; televizyondan da, android insandan da; ileri adım olanın üzerine basarak geri adımlarla tek tek bu yasalara gidersiniz.

Yani şimdiniz içinde olanla, geçmişte olanı; kolektifi öznel oluşla ve kolektifi beyinle % 98-99 oranındaki bir yaklaşık oluşla ortaya koyarsınız.  Kısaca içimizdeki salt oluştu eylemlikle belirlenip girişen dıştaki alan, artık kişi etkili alan olmaktan çok, kolektif etkili alandır.  Kolektif etkili alandan; kişi etkili alana kolayca gidersiniz. İleri adımın tersi olan ileri adımın üzerine basan geri adım süreçleri içinde gidersiniz.  Bunlar kanıtın kanıtıdırlar.

Yüksek düzeyli kolektif bilme; az çok her bir kişilerde de bulunur. Bu nedenle kişinin kendi kolektif bilinci kadar bir kapasite içinde sınırlı sonlu olması sonucuyla; bu kanıtları ortaya konabilmektedirler. Hiçbir şey size yüzde yüz doğruluk vermez. Daima istisna durumlar vardır. Yüzde yüz doğruluklar ortaya koyamayacağımız istisnalar hep olsa da, kolektif akıl uygarlığı buraya getirmiştir.

Kişilerdeki bu eylemli oluş kendi dışındaki doğa yasalarına bağlı oluşun eğimi ve tehdidi altındaydı. Kişi bu ve bu gibi tehditlere karşı aynı alan içinde kendi gibilerle eylem birliği ortaya koymakla kolektif oldu. İnşa kolektifle başlamıştı. İlk kolektif oluşlar çok geriye gitmeden salt olanı taşıyan içimizin dıştaki eylem alanı içinde yaptığı birlikte davranışları kotaran süreçleriyle sosyal ve toplum sal olmuşlardır.

Bir fikir sahibi olmak için bu benim kanındır; bu benim fikrimdir diyebilmek için; eğri olanı doğrusuyla düzeltmek için; akıllı olmak için günümüzü, toplumu, evreni anlamak için vs. müruru zamanı anlamanız bilmeniz gerekir. İleriniz, gerinizle anlaşılır. Şimdinize doğru iz bırakan durumun tersine;  iz bırakmadan geri iz olan adımlarınızla geriye doğru gittiğinizde ileri de geri de çok büyük oranda bilinir ve anlaşılırdır.

Bu gidiş gelişlerde Müruru zamandan günümüze gelebileceğiniz gibi günümüzden müruru zamana giden referansa göre doğrultmalar içindeki bilginiz nedenle fikriniz olur. Bilgisi olmayanın söylediği fikir; fikir olarak kaale bile alınmazlar. Bilgisi olmayanın fikir olur telakkisi fikir değil, sadece beyin ifrazıdır.

Nasıl sağa sola kontrol edilemez bir durumla yumruk savuran bir eylemli ile kontrolcü durumla neşter sallayan eylemler; amaçlı amaçsız eylem olmakla ikisi aynı eylem değilse; müruru zaman gerisinde sisler ardında olup biteni günümüzle ilişkilenen kişi fikriyle bundan bihaber kişi fikri aynı değildir. Bi haber kişinin söylemi fikirse; fikir özgürlüğüyse; haberli kişinin söylemi nedir?

Müruru zaman çok bilgileri gün yüzüne çıkaran tarihsel oluş ve geri bağlanımlı referans süreçleridir. Müruru zaman böyle olmakla aklın kritiğe edici doğrultmasını oluşturmaktadır. Bütün anlama ve anlatımlar müruru zaman ilişkileriyle anlaşılır ve anlatılır. Dünya sizin de müruru geçmişinizdir. Sizin bu gününüz dünkü dünya olan geçmiş ile açıklanır. Müruru zamana ilişkilerle kanıtı olmayan anlamlar edinmeden yapılan söylemler boştur. Bu tür boş oluş tıpkı patolojik ve kontrol edilemez el-kol sallama seansları gibi birbirini tutmaz; sonu gelmez çınlamalardır. 

Nasıl patolojik kontrolsüzlük yorgun düşmekle kendisini sonlandırırsa. Müruru zaman süreçleri ile kesikli, sınırlı ve sonlu olmayan beyin ifrazları; kendi içinde beyin ifrazlı yorulmalarıyla sonlanır. Değilse iki kere ikiyi müruru zaman kaynaklarıyla söylemek, sınırlı sonlu kısa bir mesaidir. Değilse beyinde İfraz bitene kadar sürmekle sınırlı sonlu olmak değildir. Bazen elmanın yenmesi kanıttır. Bazen de sağlık ve enerjili oluşa bakarak; sağlıklı oluş elmanın yendiğine kanıttır.  Buradaki elmanın yenilir enerji verir besinler olacağı unutulmamalıdır. Değilse sağlıklı olmak veya enerjili olmak; salt elma yemekle olmaz.

( Müruru Zaman 14 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 25.04.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.