Yeni düzen, mülk sahibi olanlara göre (ekmek sahibi olanlarla göre) bir ilişki düzeni olmayı öngörüyordu. Ya da ters tarafta söylersek El; mülk sahibi olmayanların (ekmek sahibi olmayanların) mülk ve emek gücü sahibi olmamaları durumuna göre bir ilişki düzenini öngörüyordu.


Süreç; ekmek verme sahipliği olmanın (ne demekse), iş verme sahipliği olmanın (ne demekse), iş nesnesine sahip olmanın düzeniydi. Süreç ekmeğe, iş vermeye, üzerinde çalışılacak ve el ile çalışılacak iş nesnesine sahipliği olmayanlara karşı basınç yapmanın teveccühüydü. Güçlünün basıncını ve basınca hazır oluşu düzenliyordu.


Ya da süreç sahipliği olmayanların, sahipliği olanlara doğru akış (ekmeğe doğru akış) etmesi olunca; efendi için kölenin efendiye biatinde bir sakınca yoktu! Dahası efendi gözdağı yoluyla kölelerini çalıştırmak için efendinin kölesini sorgusuz sualsiz öldürmesinde de şaşacak bir şey yoktu.


Efendiye göre canına kıydığı bir köle na’şını kölelerine gösterip, köleleri çalışır durumda tutmak için köleleri can korkusu içine düşürmek, meşruydu. Dinler de bu köle insanların ölüm korkuları olmakla kölelerin "ölümle dansları" içindeki kaygı olan temayı dibine kadar sömüreceklerdi. Bu nedenle kölelerin biat etmesi kaçınılmaz bir sığınıştı!


Hani kraldan çok kralcı olmak vardı ya bunun aslı "El'den çok El adına, El olmaktı". Düzenin yetmediği yerde yeni söylemleriyle efendiler kendi kendilerine bir tecelliyle karşılaşıyorlardı. Nasıl Hamurabi, Hamurabi Yasaları diye bilinen yasaları kendi El'i olan Marduk’tan aldığını söylüyorsa; birer efendi olan İbrahim, Nemrut, Musa'da böylesi bir El'i gören bir belirimle karşılaşıyorlardı.


Bu tecellide köleci düzende ne eksikse, eksik olanları El'in tecellisi olarak, onu söylüyorlardı. Bu durumda en büyük eksiklik; kölelere edilen vaatlere yapılacak zamların söylenmemiş olması eksikliğiydi!


Mülkü olmayıp ta başına gelenlere sabredenlere yapılan vaat, gördüğünüz göreceğiniz en büyük ve en gözde bir vaatti. Sabredenlere verilen müjde vaatler kadar bir ikinci vaat henüz icat olmamıştı daha. Bu vaadin kama gibi süngü gibi her iki taraflıda kesiyordu.


Çünkü sabır gösterenlerin ecri bir olana karşı ikiydi. Daha sonra siyasetçilerin vaadi gibi El vaatleri de firen tutmayacağı için ecrin onlarca derecesi söylenecekti. El yoluna El toprağı için mücadele edip ölenlerin ecri; altmış yıllık ibadet etmiş gibi bir ecre gark olmaktı. Yine, tapınakta ibadet etmenin 27 ecri vardı. Sonuçta ecir 27 değil 527 ecir de olsa biri de hepsi de sizi biata yatkınlaştırıyordu. Rütbe dağıtmaktı.


İlk başlarda sabretmeye verilen ecir içinde siz, önce sefaletinize alçak gönüllü bir teslimiyetle katlanır oluyordunuz. İkinci olaraktan da sefaletinize şükrediyordunuz. Çünkü sizden kötü olan sefiller vardı. El için daha ne olsun ki, bu öğreti (ideoloji) El'e katmerli bir biatti.


Ecir kazanma nedenle sefalete katlanmak ve durumuna şükretme işi çığırında çıkmıştı. Yaranıza kurt düşse; yaranızdaki kurt ta yere düşse, saz yerden kurdu alıyordunuz, tekrar nasibini yesin diye yaranızın içine koyuyordunuz. "Kurdun bile nasibi" vardı da siz sabır etmenin tevekkülü içinde kurda nasip oluyordunuz?


Eyüp’ün sabrı bu anlatım durumuyla günümüze kadar yetecekti. Fakat vaatler kişiye vaat olmaktan çıkmıştı. Bu kes de vaat seçilmiş kavimlere göre olan vaatlere dönüşmüştü.


Çünkü evirilen yeni süreç, oligarşin süreçti. Artık kişiye vaat yerine "Yehova" gibi bir El konseyi olan tevhidi El kudretinin vaadi kavimlere, milletlere; bir vaat olan "arzı mevuda" dönüşmüştü. Artık bir koyun beş keçi yüz sığır efendileri kesmiyordu. Kavimlere yapılan vaat İbrahim'e yapılan vaat gibi durmayacaktı.


Bir El vaadi olan Yehova söylemi "kavimim" dediği bir millete vaatti. İbrani, Kenani ve Filisti gibi başka El toprakları Yehova söyleminde "vaat edilmiş topraklar" dönüşüyordu. Bu vaat tamahına kapılan Yahuda soyu önce Roma'nın sonra Asurların ve En son da Hitlerin El'inde perma perişan olmanın ötesinde bir ırk canavarlığına dönüşecekti.


Ve Yehova kavimi başarısız olduğu zaman suç kendisinin değilmiş gibi kendi milletini tehdit edecekti. "Asur benim Elim" diyecekti. Yani siz beni dinlemediniz. Ben de sizi cezalandırdım. Siz beni görmediniz ama ben "elim olan Asur’la" sizi vurdum demeye getiriyordu.


Düzen ilişkileri şiddetlendikçe; vaatler de şiddetleniyordu. Yol da şeriat ta tecelli de şiddetleniyordu. İbrahim’in, Hamurabinin monarşin kişi ve aile El’i, İshak ile Yakup ile Musa İle atalarının, ya da kavimlerin El'ine dönüşüyordu.


Artık El'in bilinen söylenen sözlerinin açık anlamları yetmez olmuştu. İnsanlar El söylemleri nedenle her gün dünden daha mutsuzdu. Tıpkı kabalcı içrekçiler gibi Kutsal metinlerin açık anlamlarının altında anlamlar aranıyordu!


El mülk benim. Ben mülkümü dilediğime dilediğim kadar verdim. Kimine de rızktan hiç pay vermedim. Onlar bu kaderleri üzerine sınavdalar derken El'in sözleri açık açık anlaşılıyordu. Ne olduysa oldu. El yeryüzü egemenliğine doğru soyununca ve bu yeni durum karşısında yeni karar alma gerekince o güne kadar kabul gören kutsal sözlerde gizli anlamlar aranmaya başlamıştı. Artık El vekâletlileri de gözden ve çaptan düşmüştü.


Böyle olunca bu hususta tek yol vardı. Yine eski El söylemlerine bakıp; hurafeler üretip, köleci konjonktürü yönetmekti. Gizli öğreticiler gibi tasavvuf gibi bâtıniler gibi eski kutsal sözlerde gizlenmiş (mistik) anlamlar aranmaya başlandı. Yetmedi yeni durumlarda yasaklar meşru olur diye yeni koşullara göre yeni hukuk (fıkıh) söylendi.


Fıkıh ta yetmedi. Düşünsel tartışmalar başladı (kelam). Kutsal metnin açık anlamları yanında alt anlamlar aramaya başlandı (bâtinilik). Fıkıh, kelam da yetmedi bu kes de kutsal metinleri yorumlama (tefsir) başladı! Bu da yetmeyince kutsal metinlerin boşlukları, Musa'nın, İsa'nın sözleriyle (hadislerle) doldurdular...


Tabi ki bunlar da yetmeyince biz okuduğumuzu anlamıyor olmakla suçlanacaktık! Mezhepler, tarikatlar bu anlamanın piri olmakla sosyal alanı parsel parsel verimliliğe dönüştürmüşlerdi. Hadi biz El söylemini anlamıyorduk ta El'in söylemini bizden beş beter olan El'in konuştuğu dili kullanan milletler de mi anlamıyordu?


Aslında buna El de dahil, kimse bizim bir şeyi anlamamızı istemiyordu. Çünkü cehaletin geçmişi karartmanın üzerine inşa olan bir mana anlayışının hedefi sizin anlamanızı sağlamak olur mu? Bu kendi ipini kendi çekmek olur.


Aslında yetmeyen El'in ve El mantığının kendisiydi. Yetmeyen, üreten sistemi enfkte eden kişi tamahı El mana düşüncesiydi. El'in kendisi inşacı olmadığı halde sanki her alanı inşa eden kendisiymiş gibi üreten ilişkileri düzenlemeye kalkınca sistemle ve söylemlerle böyle madara olunuyordu. Bunu ortaya koyan da bunu bu hale getiren de yine insandı.

( El İle Gelen İyi Huy 2 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 25.07.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.