Toplumun alan etkisi ancak ve ancak kolektifi ilik ile devinme oluşur. ‘Toplumsal alanın etkisi kolektif bir etkidir’. Tüm meslekler, bilim alanları ile teknik teknolojiler, sanat ve sektöre alanlar, dıştaki ortamı sağlamakla yeteneği ortaya çıkaran etki vs. bu tür toplumsal düzeyli enerjinin etki alanı olmakla parçalı geçişen yansıma ve sirayetlerdir.

Toplumsal alan etkili kolektif etkinin zıttı; yani kolektif etki ile var olup ta etkin olarak belirir olamayan durum da ortaklık karşısında, ortak tanımazlıktı. Yahut ta kolektifi oluşun karşıtı olan pasif boşluklu oyuk devinmesi de kolektif sahiplik olmayan ortak tanımaz oluştur. Kolektif tanımazlıktır.

Ortak sahipliğin toplumsal alan etkili aktif beliren olması karşısında aksi olan yani var olup ta belirimle olmayan pasifi de özel mülk sahipliğidir. İlk ittifakları oluşma içinde özel mülk sahipliği aktif olursa kolektif sinerjinle olan alan etkisi oluşamazdı. Ancak çok sonraki durumların yanılsama yapması içinde olmakla siz, kolektif etkiyi özel sahipliğin etkisi gibi anlayacaksınız.

Özel mülk sahipliği söylemi içinde kişisi mülk sahipliği demek kolektif nüfus kadar olan özel kişilerin sahipliği değildir. Ancak seçilmemiş olanların veya şansız kişilerin çokluğu karşısında seçilmiş çok az kişinin, ya da şanslı kişilerin mal mülk sahibi olmasıydı.

Bu nedenle kendisi kolektif olmayan bir pasiflik, sinerji ve kolektif etki yaratamazdı. Yani kolektif alan içinde pasif olması gereken özel mülk sahipliği (kişinin emek gücü sahipliğiyle karıştırmayınız) ne totem yapıyı ne üreten ilişkiyi ne de toplumu ve bunların kolektif alan etkilerini asla ortaya koyamazdı.
 
Özel sahiplik içinde olanlar, kolektif alan etkisi yaratamıyorlarsa ne yapıyorlardı? Yaptıkları şuydu. Kolektif üretim hareketine göre ürettirmekti. Kolektif etkiyi yine bu kolektif üretim hareketi sağlıyordu. Ama El buna hiç değinmeden bunu bahis bile etmeden kişinin mülk sahipliğini kutsuyordu.

Ve kutsanan kişi sahipli mülke atıfla kişilerin güdülerini işsizlikle kontrol etmekti. Sahiplerin var oluşları da bu güdüler üzerine değil miydi? Tıpkı bunun gibi bu realite üzerinde sanal bir El var etmeleri gibi kontrolü ikinci türlü de El üzerinde yapıyorlardı.

Üçüncü tür dördüncü, sekizinci, onuncu tür kontrolleri de yine sanal bir vatan, sanal bir millet, sanal bir din, sanal bir iman, sanal bir ahlak, sanal bir adalet üzerindeki bağlılığınızla kontrollerini yapıyorlardı. Bunlar kolektif alan etkisi vermeyen boş söylemlerdi. Bu söylemlerin söylem olan mana alan etkisi altında gerçekte olup bitenlerse vaade heveslenmiş kişilerin enerji sağlama olan güdü eğilimleri kontrol ediliyordu.

Din adına, vatan aşkına, milletiniz namına, imanınız adına gibi gaz getiren mana söylemlerin büyüsü ile kolektifi oluşu çalıştırıp, kolektifle kolektif etkiyi ortaya koydururlardı (somut üretim hareketini ortaya koyarlardı). Ortaya konan ürünlere mal sahipliği olan rızk adı altında da kişiler bu ürünlere el koyuyordular.

İşte El mana anlayışının ortaya çıkması El'in bir tekillik ihdası değildir. Öyle olsa yüz binlerce yıl durup, durup ta şunun şurasında 6000 yıl öncesine kadar El beklemezdi. Üreten kolektif etkili ilişki ile biriken artık değer üretilmişti. Artık ürünü ortaya koyan kolektif emek gücü üzerindeki efektler kişi emek gücüydü. El tamahla sahibi olunmak istenen şey kolektif emek gücüydü. 

El kolektif emek gücü sahipliğini nasıl sağlardı? İş (çalışacak alan) vermekle. İşi nasıl verirdi? Kolektifin toprak, tarla, bağ, bahçe, orman, kırlık alan, araç gereçleri gibi bütün üretim gücü olan mal varlığına sahip çıkmakla olası olurdu. Ki kişi gidip avlanacak, meyve toplayacak bir alan dahi bulamasındı. Pekiyi tüm bunlar nasıl olacaktı? Kolektif sahipliği ilah yerine El’in sahipliği yapmakla olacaktı.
 
 
El’in kendisi El mülk-i El malik sahipliğiydi. Bu ad altında bu mülkünü istediği kişiye verecekti. Buna nasip diyecekti. Nasiple olan kişi nasipsizlerin muhtaçlığını duydukları çalışma alanlarının ve çalışma nesnelerinin sahibi de olacaktı.

Maldan mülkten ve çalışma nesnelerinden yoksun kalan kişiler, çalışma nesnesi sahiplerine boyun bükecekti. Onları egemen olarak tanıyacaktı. Onlara biat etmekle; kadersizler iradelerini iş verenlere teslim edeceklerdi. 

El’in sahipliği, El’in kimi kişilere rızk vermeyi takdir eden bir paylaştırma olmakla ortaya çıkmıştı. Mülkte çalışacak kişi olmadıktan sonra mülk te, mülk sahipliği de bir işe yaramazdı. Bu nedenle emek gücü ve üreten ilişkiler ortaya çıkana kadar "El düşüncesi yüz binlerce yıl hiç belirememişti". Bu nedenle üreten ilahın karşısında El, var olup ta pasif durumuyla baskılı ve beliremeyen bir çekinik durumdu.

El “kendi üzerinde” mülkünden kimi kutlu kişilere pay ya da rızk dağıtır olmakla vardı. El kişisi sahipliği ile aktifti. El'in aktif iradesinin hemen yanı başında da yine El'in negatif durumla beliremeyeni olan mülk dağıtmayan oyuk alanıyla da El vardı.

Bu nedenle El’in sahipliği ve El’in rızk dağıtma işi keyfi paylaştıran El olarak ortaya çıkmıştı. Yani El’in mülk sahibi olup mülkü kendisini tasavvur edene vermek dışında tekil olma gibi bir savla ortaya çıkması hiçbir zaman yoktur. Bunlar çok sonraki süreçte kafa karıştırıcı olup bitenlerin gölge yansımaları içinde gerçek sürecin üstünü örten ulam söylemlerdi.

Hiç kuşku yok ki rızktan kendisine pay verilmeyen kişiler de paysız nasipsiz oluşun aktif belirmeleri içiyle vardılar. Köleler de zıt durumla vardılar. Yoksulluk, şanssızlık aktifti. Sahiplik nasiple olmak pasifti. Yani sahipliği olmayan kişinin El’i yoksul ya da şanssız olmakla beliren yoksul El'di.

Üstelik te El akitli monarşin ortamda yoksulun şanssız olan El’inin sahip çıkacağı bir mülk te yoktur. Bu nedenle varlıklı olanın kişi El’i ile yoksul ve köle olanın kişi El’i aynı El değildi. Şansızlık ta bir şans ise yoksul El'de bir şanstı. Hem de kahpe (dönek) felekti.

İbrahim’in El’i sadece İbrahim’indi o’na görünüyor, o’nu varsıl yapıyordu. Hamurabi’nin El’i de sadece Hamurabi’ye görünüyordu. Hamurabi yasaları olarak bilinen yasaları Hamurabi o’ndan (Marduk’tan) alıyordu.
Kişilerin içinde kişilerin rızkla ve rızk sız kutuplu belirimle duygu olması başka bir durumdu.
Kişilerin kendi dışında bir şanslı kişi karşısında yüz tane şansız kişinin olması başka bir somut girişmeydi. Yani mülkü olan bir kişide aktif beliren sahiplikti. Mülkü olmayanda aktif beliren karşısındaki sahipli olan mülkte çalışacak olan boynu büküktü. 

Mülk sahibi kişilere mülk vermekle o kişinin şansı olan El’in yanında, yine kişilere mülk vermeyen kişilerin şanssızlığı olan El'ler vardı. Bunlar kadersizlerdi. Bunlar arabı uyuyanlardı. Bunlar uğur böceği ölmüş olan kişilerdi.

İbrahim tapmadan mal mülk sahibi olmuştu. Çünkü o aşamada El mana ihdası olan kendisiydi. Mal mülk sahibi olduktan sonra bu sahipliğini izah etmek için El ile tecellileri başladı! İbrahim’in malı mülkü yokken zaten tecellisi de yoktur.

Hele bir de El; “Ben El Şadday-Dağlar Tanrı’sıyım; bana bağlılıkla hareket et. Senin ile aramda bir akit yapacağım ve seni büyük bir halk kılacağım. Seninle ahdim şöyle. Sana ve soyuna Kenan diyarını veriyorum" demişse mevalilerin arasında İbrahim’in alnını toprağa değdirmesi kaçınılmazdır.

Bundan sonra İbrahim tecelli olan yere ve El’i uykuda gördüğü yere, taş dikip; taşı yağ ile mesh etti. El Beyt (el evi) dediği o yerde yakmalık kurban sundu.

Yani İbrahim kişisi mal mülk sahibi olunca ibadet edip şükreden bir tapınıcı edimseli hal oluşmuştu. Arabı uyuyan(!) kişiler de ister istemez kendilerini İbrahim gibi Nemrut gibi Hamurabi gibi kişilere mülk dağıtan kişi El'ine doğru yönelip İbrahim gibi yapıp (tapınıp) ondan (aktif olandan) en azından boğaz tokluğuna bir çalışma-iş isteyeceklerdi. 

Yukarıya göre aşağıdaki oluyordunuz. Tekilliğin zıddı olmamakla tekillik var olup beliremez oluştu. Oysa kolektif olan karşısında kolektif olmayan El vardı. Ve mülkü olan El karşısında mülkü olmayan bir El vardı. Pasifler ister istemez yoksul El’lerdi.

Yani İbrahim’in mülkü olan El’inin yanında Spartaküs’ün mülkü olmayan El’i vardı. Duygu olarak, düşünce olarak, mana olarak soyut durumla vardı. Somut ve gerçek beliren girişmelerle ezen ezilen; zengin-yoksul olarak vardı. İşte El gerçek bağıntılar içinde hem sanalda hem gerçekte vardı. El kolektif üretim hareketine sahip olan ve sahip olduğunu keyfi paylaştıran bağıntı olmakla somut girişmenin mana imleci oluşla vardı.
 
Yine El zıt yanıyla rızktan ya kısık veren ya hiç vermeyen olmakla da vardı. El bu her iki bağıntıyla birlikte hem kişiler üzerinde hem kişiler dışında beliren bir anlama ve somut girişme durumlarının belirleyicisi olan egemen güç olmakla vardı. Kişi somut olup biten sömürüyü rızk veren ve rızk vermeyen (hayır ve şer olan) El ile eşletip anlıyordu. Ve kişi bu anlayış imanı içindeki güdümlü hal le durumuna karşı çıkamıyordu.

Rızk veren El’in mutlu ve şanslı kulları El’in mülk sahibi kıldığı kişilerdi. Süreç bu kişilerin eğilim şekline göre ortamı eğip bükmekle adalet olmanın değiştirip dönüştürmesiydi. Mülk sahibinin ideolojisi (iman ahdi) irade ve adaletti. Adaletle davranmaktı! Yani karakteri almak olandan adaletli davranma bekliyorduk! Buna karşı rızkı olmayanların eğilimi de tabii ki adaletti!

Ne var ki kölenin adaleti, iradesi olmayan bir adalet olmakla; iradesi olan adalete boyun eğen bir adaletti. İradeye boyun eğdiren bu adaletti. Ya da bu ideolojiye göre bu ideolojinin (öğretinin) vekaleten El adalet savunucuları olan lümpenler bu işi ahlak ve vaaz üzerinde götürüyorlardı.

Kişi sahipliğinin karşıtı, kolektif sahiplikti. Yani El sahipliğinin karşıtı görünmez kılınan yok sayılan İlahi sahiplik dediğimiz kolektif sahiplikti. Bunlar birbirine zıt bilinçli olmanızla birbirine dönüşen iki ana alandı.

Bu iki ana alandan birisi olan kişi sahipli alan içinde bir mıknatısı ne kadar bölerseniz bölün her bölüntünün bir ucu “N” ve diğer ucu “S” olan iki zıt kutuplarla oluşurlar. İşte anlayacağınız kişi sahipli alan da kendi içinde ve kendi dışında mülkü olanla mülkü olmayanların kutuplaşmasından oluşuyordu.
 
Yoksulun kader diye bildiği tevekkülüne karşı yoksulluğu gibi tevekkülünü öğreten de El'di. El cehaletin de bilginin de sahibiydi. Bu nedenle El’in sömürgeci zihniyeti yüzünden zıtların oluşum yasasına göre El’den başka, kolektif olan İlahi süreçlere hiç meydan verilmez.

Siz de gözünüzdeki gözbağı olan illüzyon nedenle üretim hareketi içindeki kolektif ligi hiç göremezsiniz. Gördüğünüzü de açıklama söyleme bilincinde olamamakla hiçbir anlam veremezsiniz. Bu nedenle olup bitene sırf cahilce öğreti ile "Allah razı olsun" demekten başka amentü gücünüz yoktur. Bu da sizi sömürenleri kutsamaktır.

Zaten yoksul da kader dediği ile bunu bilmez. El’ kendisinin kolektif karşıtını önlemek, unutturmak, yok saymak için lümpenleri ve lümpen vekaletlileri kullanırlar. Sabah akşam beyninizi kemirirler. Sizi düşünemez ederler. İstedikleri de budur.

Vekaletiler birçok El sözü söylemek yerine, söz birliği edip, yerelden uluslararası sömürüye yatkınlaştırmak için sizi "kültürler arası diyalog" ile yoğurup, düşünce sarhoşu edip düşünememeyi size bir güzel yuttururlar. El vekâletlileri böylece uluslararası emperyalist ligin tevhidi bir tekliğin ortaya koyarlar.
 
Kolektifi iliğin ortaya koyduğu sinerji ile gerek totem yapı gerek toplumsal yapı yükselmiş; yükseldiği bu enerji bant seviyesiyle alan içine kolektif etki yapar olmuştu. Bu kolektif enerji bant seviyesi yükselt genliği olan kolektif etki, tekil kişide olmaz ve olamaz. Ancak toplum içinde olmakla kişilere kısmi bir etki yansıması yapılırdı. İşte biz buyduk. Kolektif etki dışında doğada güdülürdük. Ama şimdi de sömürülüyoruz!
( Sahiplik 3 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 28.07.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.