-BÖLÜM 1

Yine yeniden...
Gün ışığının ve tabiat ananın rengi yavaş yavaş solmaya başladığı mevsime girdik. Sağlığımız sıhhatimiz yerinde çok şükür. Kanımız kaynıyor. Yazdan kalma heyecanın doruklarında uçuyorken yaşama sevincimizi güzel şeylerle pekiştirmek istiyoruz.
Her zaman ki gibi kuzenlerle bir aradaydık. Kimimizin okulu başlamamıştı, kimimizin yıllık izni vardı. Boş durmayı sevmediğimiz için oturduğumuz yerde canımız sıkılmaya başlamıştı. Muhabbetten yorulunca herkesin gözleri telefonlara kaydı.
Hava o gün bulutsuzdu, gün ortasındaydık. 23 derece sıcaklık vardı ve nem çok azdı.

-“Bırakın len elinizdeki telefonları.” Diyen kuzenim telefonu yeni bırakmıştı elinden. Ona bakıp güldük. Bu kuzenim hepimizden yaşça büyüktü, ama bizden farklı değildi. Deli dolu, kafa dengiydi ve aynı zamanda hepimizden daha akıllıydı. Liderimizdi desem yerinde bir tanım olur. Bu arada ismi Gözde.
-“Konuşmuyoruz, eve de gidesim yok. Bence bir şey yapalım.” diye mırıldanan kuzene çevrildi bakışlarımız bu sefer. Böyle söylemesi hepimizi şaşırtmıştı; çünkü genelde kendisi bir fikir sunmaz sadece ayarlanan organizasyonlara ayak uydurur. Yapılan planların hiçbirine itirazı olmaz. Ne yaparsak sessizce peşimizden gelir. İsmi Sezgin.
-“oo plan teklifini Sezgin yaptıysa muhakkak bir şey yapmalıyız.”
Her kafadan bir ses çıkınca nihayet ortak bir karara bağlandık.


“Yaylaya mangal yapmaya gideceğiz ve bu geceyi yaylada geçireceğiz.” 

Evet, öyle çok maceraperest bir fikir değildi ama anlık gelişen bir plan olduğu için fena bir fikir de sayılmazdı. Hem hava açık, yıldızları seyretmek için mükemmel zamanlama!
 1 saat içinde hazırlıklar yapıldı ve yayla yolculuğu için minibüse binildi bile.
Son ses müzik eşliğinde keskin virajlı orman yolları aşıldıktan sonra yaylaya vardık.
Nefis bir piknik sonrası semaverde demlediğimiz tavşankanı çaylarımızı alıp çimene oturduk. Keyifli bir gündü. Güneş batıyordu yavaş yavaş. Çok geçmeden dağların sessizliğine ay doğacaktı. Biz de ay ve yıldızlar eşliğinde ateş çevresinde neşeyle şarkılar söyleyecektik. Hayali bile içimizi kıpır kıpır yaparken gerçeği bayıltacak kadar güzel olmalıydı.  Eğlenceli ve kafa dengi kuzenlerim olduğu için çok şanslıydım. Kuzenlerimi seviyorum, yıldızları seviyorum, şarkı söylemeyi seviyorum, güneşi seviyorum, hayatı seviyorum.
Çayı yeniden demledik. Hava karardı, büyük bir ateş yakıp etrafına oturduk.
-“Yıldızlar ne kadar güzel.”
-“Keşke onlara dokunabilsek.”
-“Acaba, ölenlerin ruhu o yıldızlara mı gidiyor?”
-“Saçmalama, bu fikir dini inancımıza aykırı. Mezara girdikten sonra ruhumuz yeniden mezara girer. Azabı da ruhumuz çeker mükâfatı da ruhumuz görür mezarda. Bedenimiz ise çürür toprak olur.”
-“Bak bedenimiz biyolojik olarak varlığını sürdürmeye devam eder. Burası kesin. Ama kalanlar? Giden dönmedi sonuçta. Ya ruh denen şey yoksa? Ya kabir hayatı, ahiret hayatı, cennet ve cehennem diye bir şey yoksa?”
-“Söylediklerine dikkat et. İmanını zedeleyecek şeyler düşünme.”
-“Hayır, ben sadece merak ediyorum. İnsan aklı işte, torba değil bağlayamıyorsun kapı değil kilitleyemiyorsun. Girenin çıkanın haddi hesabı yok.”
-“Delirmişsin sen, açıklaması bu.”
-“Delirmişsem de mantıklı delirdim değil mi?”
-“Mantıksız delirdin Ali. Allah şifanı versin.”
-“Ama Aslı, böyle sabit fikirli olma lütfen. Bana göre düşünmenin günahı ve sakıncası yok eyleme dökmedikten sonra.”
-“Sen eyleme de dökersin çünkü delisin.”
-“Eyvallah.” Güldü Ali.
Aslında Ali’nin fikirleri benim de aklıma yatmıştı. En azından Aslı gibi sabit fikirli değildim. Düşünmenin hiçbir sakıncası yoktu.
-“Ayşegül” diye seslenen Gözde ablamdan başkası değildi.
-“Efendim ablacığım.”
-“Bana hırka getirir misin içerden biraz üşüdüm sanki.”


-“Hiç uykum yok gençler.”
-“Hiçbirimizin uykusu yok Ufuk, sabaha kadar burada oturacağız.” Dedim.
-“Böyle kös kös mü oturacağız?” diye sorunca şaşırdım.
-“Ya ne?”
-“Haydin maceraya atılalım.” Diye bağırdı.
Gözde ablam baştan aşağı süzüp:
-“Ne yapalım? Ormanda saklambaç mı oynayalım?” diye sordu.
Hepimiz birbirimize baktık. Güzel fikirdi. Ama Ufuk’un aklında başka bir şey vardı.
-“Karanlıkta yolculuk yapmak gibi keyifli bir şey yoktur. Haydin atlayın arabaya dağları dolaşıp gelelim.”
-“Delirmiş bu.”
-“Kesinlikle.”
-“Ne içiyorsun kardeşim sen?”
-“Ama benim aklıma yattı.”
-“Vallaha benim de.”
-“Senin aklın var mıydı lan?”
-“Kes be.”
Ateş söndükten sonra hepimiz arabaya atladık ve yola koyulduk. Hemen müzik çalardan romantik bir şarkı açtık hayallere daldık. Ben pencere kenarında oturuyordum. Böylece ormanlara, dağlara bakıyordum. Ara sıra yıldızları seyrediyordum, onlara dokunabilmenin vereceği hazzı düşünüyordum. Şarkı bitti, başka bir şarkı çalmaya başladı. Hayallerime dokunmadım, kaldığı yerden devam ediyordu.
Yarım saat daha gidince yukarıdaki obaların birinde durduk ve aşağı indik. Eski bir bakkal ve kahve vardı. Yolun aşağısında ise tuvaletler ve çeşme vardı. Herkes ihtiyacını gördükten sonra yeniden bir araya geldik. Kahvenin önüne doğru yürüdük. Derin susmalardaydım, etrafıma bakarak geçmişin izlerini sürmekle meşgul oluyordum. Karşı dağın yamacında küçülmüş ışıklar vardı. Kimi evin ışığı yanmıyordu, bazı yerlerde sokak lambası yoktu. Tek tük yanan ışıkların altında kim bilir ne hikâyeler yaşanıyordu.
-“Ne daldın karşılara kız?”
-“Bazı anlar olur ki geçmişe kapılıp gitmeye engel olamıyorum Yasemin.”
-“Noldu ki?”
-“Hiç, bizim de bir zamanlar sarı lambamız yanardı. İneklerimizin sesini duyar gibiyim şimdi, kokusu ise sanki burnumdan hiç gitmemiş.”
-“E napacaksın, şimdi devir değişti. İş güç sahibi oldun bıraktın bu işleri.”
-“Özlesem mi özlemesem mi kararsızım. Zor günlerdi ama tatlı anılar da bırakmışım geride.”
Yasemin gülümseyip ayrıldı yanımdan.
-“Haydin doluşun arabaya daha çok gidecek yer var.”
Arabaya doluştuk. Yıldızlı şarkılar eşliğinde 1 saat yol gittikten sonra bir yerden duman çıktığını gördük. Kuzen arabayı durdurup indi ve dumanın geldiği yöne baktı.
-“Eyvah eyvah!”
-“Noldu?”
-“Bir araba yuvarlanmış aşağıya! İçinde yardım bekleyen birileri olabilir. Haydin koşun.”
Arabadan ilk yardım çantasını ve birkaç parça eşya alıp bayırın dibine koşar adımlarla vardık. Ali, Sezgin, Ufuk, Yasin arabanın içine daldı; ben Gözde ablam, Yasemin ve Aslı ise ilk yardım çantasını açtık, battaniyeyi hazırda bulundurduk. Aradan 5 dakika geçti geçmedi Yasin yanımıza geldi:
-“Kızlar, arabada hiçbir şey yok.”
-“Nasıl yani?”
-“Demek çıkmışlar arabadan. Ya da birileri yardım etmiş.”
Tam o sırada bir araba sesi duyduk hepimiz kafamızı yukarı çevirdik. Bizim arabaya benzer bir araba geçip gittiğini gördük. Gerçi tam emin olamadık, çünkü karanlıkta gözlerimiz iyi seçmiyordu. El fenerini tutmaya bile vakit bulamadık.
Ufuk Sezgin ve Ali bitkin bir şekilde yanımıza geldi.
-“Kızlar toplayın eşyaları bir şey yok.”
Yorgun argın dik yokuşu tırmandık yola çıktık ki ne görelim! Bizim arabanın yerinde yeller esiyor. Hepimiz şok olmuştuk.
-“Demek demin ki araba bizim arabaymış.”
-“Gitti araba ya. Napcaz?”
Hepimiz şaşkın ve üzgündük. Yolun kenarına oturduk kara kara düşünmeye başladık.
-“Demek ki aşağıdaki araba bir tuzaktı.”
-“İyi de neden?”
-“Muhtemelen bozulmuş o araba, adamlar da ittirmiş uçuruma. Gerisini zaten biliyorsunuz.”
-“Ee napcaz şimdi?”
-“Çok yol gittik. Yaylaların yolları karmaşıktır. Yürüyeceğiz.”
-“Ama ne yöne?”
-“Rastgele…”
Canımız çok sıkılmıştı bu işe. İçimize bir huzursuzluk çöktü ama yapacak bir şey yoktu. Hepimiz ayağa kalktık ve geride bıraktığımız dağlara sırtımızı döndük ve yola koyulduk.
Konuşmaya moralimiz kalmamıştı. Mecalimiz de tükeniyordu yavaş yavaş. Akabinde geceye dair korkularımız da büyüyordu.
Hiç konuşmadan kâh hızlı kâh yavaş adımlarla epey yol kat ettik.
-“Ay vallahi bayılacağım ha.”
-“Dur bakalım Aslı Hanım, daha yolun başındayız.”
-“Sen hiç konuşma Ufuk her şey senin başının altından çıktı.”
-“Ben naptım ya?”
-“Bi de naptım ya diyor çıldırıcam ya” neredeyse birbirine girecek olan kuzenlerin arasına Gözde ablam girdi:
-“Durun bakalım, şimdi sırası mı kavganın? İnsanlık hali olabilir. Hele şu dağlardan inip eve dönelim öyle girersiniz birbirinize. Şimdi mantıklı ve akıllı davranma zamanı gençler. Soğukkanlı olup bu durumdan kurtulacağız.”
bir ara duraklayıp etrafa göz gezdirirken ışığı yanan küçük bir ev gördüm ve koşmaya başladım. Koştuğumu görünce kuzenler de benim peşimden koştu.
-“Belki yardımcı olurlar.” Dedim. Aslı:
-“Önce bi nefeslenelim de öyle çalalım kapıyı deyince hepimiz olduğumuz yerde durup derin bir nefes aldık ve:
-“Gözde abla ve Yasin, siz gidin kapıyı çalın.” Dedim, aynen de dediğim gibi yaptılar.
Bir kere vurdular çıt yok. İki kere vurdular yine cevap yok. Evin küçük penceresi vardı, o pencereden dışarıya vuran titrek bir gaz lambasının ışığı çekmişti bizi buraya. Ama sanırım evde kimse yoktu ya da hane halkı uyuyakalmıştı.  
Ufuk kapıya yanaşıp eliyle ittirecekken Gözde ablam müdahale etti:

-“şşş rahatsız etmek yok. Yola devam edelim.”
-“Abla beni bu eve çeken bir şey var. Bırak açayım kapıyı.”
-“Hayır sakın!”
Ufuk Gözde ablamı dinlemeyip kapıyı yavaşça açtı. Kapının gıcırtısı kulaklarımızı tırmalasa da evdeki gizem hepimizi içine çekti.
İçeriye dalan Ufuk:
-“E kimse burda yok.” Deyince hepimiz eve doluştuk. Mutfak tezgâhında bulaşıklar ve yemek artıkları vardı ve evde ağır bir koku hâkimdi. Soba yanmıyordu ama üstündeki tencereden dumanlar çıkıyordu. Bu işe hayret ettik. Acayip negatif enerji alıyordum, göğsüm sıkışır gibi oldu, kendimi dışarıya attım. Aslı ile Yasemin peşimden geldi:
-“İyi misin yavru?”
-“Bu eve ısınamadım çok rahatsız oldum. Bence gidelim bu evden.”
-“Ohoho fırında yeni pişmiş ekmek var hem de lahanalı.” diye bağıran Yasin’den başkası değildi.
-“Yemeyin sakın!” diye haykırmamla Yasin hariç herkes dışarıya koştu. Ardından kapı güm diye kapandı.
-“Bu Yasin salak mıdır? Niye kapıyı kapattı?”
-“Ben de bir şey anlamadım. Yasin çık haydi gidelim artık.” Diye seslendi Ali. Yasin kapıyı açmaya çalışsa da açamadı:
-“Oğlum manyak mısınız? Kapıyı örttünüz çıkarken, niye kilitliyorsunuz?”  diye bağırdı.
-“Ne diyorsun sen? Biz kapıyı kapatmadık sen kapattın.”
-“Siz deli misiniz niye kapatayım kapıyı? Oğlum bak, şakanın sırası değil aç şu kapıyı.”
Kızlar birbirine sokuldu bense ne olduğunu anlamaya çalışıyorken Gözde ablamın dudaklarından yüreğimizi korkudan hoplatan o cümle döküldü:
-“Lan bu ev sahipli mi yoksa?” Bunu duyan Yasin çıldırdı ve kapıyı yumruklamaya başladı:
-“Ne diyorsunuz siz lan! Açın şu kapıyı! Ne sahiplisi lan! Şaka mı yapıyorsunuz? Şakanın sırası mı şimdi ha?” Ali, Sezgin ve Ufuk kapıyı açmaya çalışıyor ama açamıyordu.
-“Yasin, geri çekil kapıyı kıracağız.”
-“Ulan ben böyle işin.”
-“Bir, ki, üç” güm!
-“Açılmadı, tekrar deniyoruz geri çekil.”
-“Korkmaya başladım lan!” diye bağırdı.
-“Yasin bizimle eğlenmeye mi çalışıyorsun? Bu hiç komik değil.”
Yasin’den ses çıkmıyordu.
-“Şaka yapıyor eşşoğleşşek, bırakalım bu zibidiyi burda, gidelim Allah’ın belası.”
-“Aklınca bizi korkutacak.”
-“İt.”
-“Göt.”
Tam oradan ayrılıp yola çıktık ki ne görelim! Yasin yolun kıyısında oturmuş, gayet sakin bir şekilde dinleniyordu. Ufuk öfkeyle yakasına yapışıp bir kafa attı. Yasin neye uğradığını anlayamadı:
-“Noluyor yahu? Niye daldın bana?”
-“Şakayı gösterecem sana! Zaten canımız burnumuzda, sen de üç buçuk attırıyorsun bize.”
-“Bir dakika. Napmışım ben? Burda oturup sizi bekliyordum. Siz eve girip bakacaktınız ben gelmedim sizinle.”
-“Ne diyor bu? Bizimle kafa mı buluyorsun Yasin?”
-“Bana bak Ufuk, iyice saçmaladınız. Ben buradan hiç ayrılmadım, sizinle eve hiç girmedim.”
Biz kızlar birbirimize baktık, Gözde ablam:
-“O ev sahipli demiştim size” diye fısıldadı. Yasemin:

-“Ay abla altımıza ettireceksin.” Dedi. Aslı:
-“Bende ettim galiba. Ilık ılık…”

Erkekler durumu anlamamıştı, Yasin’le laf dalaşına girmişti. Gözde ablam:
-“Çocuklar, Yasin’i rahat bırakın.”
-“Şu eşşekliği nasıl affedebilirsin?”
-“Mevzu eşeklik değil. Toplanın.”
Hepimiz Gözde ablamın yanına toplandık. Gözde Ablam devam etti:
-“Lafı uzatmayacağım, o ev sahipli.”
-“Tabi ki sahipli abla, baksana birileri yaşamasa ışık olur mu? Pişmiş ekmek olur mu?”
-“O anlamda değil.”
-“Ne anlamda?”
-“O evde cinler yaşıyor. Buradan uzaklaşsak iyi ederiz.” Yasin’in, Ufuk’un, Ali’nin ve Sezgin’in yüzü bembeyaz oldu. Yasin olanlara anlam vermeye çalışırken Ufuk ile Ali eve koştu:
-“Abla evde ışık yanmıyor. Kapı hâlâ kilitli!”
-“Bulaşmak istemiyorlar sanırım. Uzaklaşalım bir an önce.”
Hızlı adımlarla uzaklaşmaya çalışırken ben grubun gerisinde kalmıştım. Bir ara soluklanayım yetişirim dedim. Gözlerimi de uzaklaşan gruptan ayırmıyordum. Korkudan kalbim küt küt atıyordu, yorgunluk da buna eklenince kriz geçirme riskim yüksekti. Kronik olarak kalp rahatsızlığı riskini taşıyordum. Şimdi ölerek kuzenlerimin başına bela olmak istemezdim. Derken bir elin omzuma dokunduğunu hissettim ve arkamı döndüm. Yaşlı bir kadın karşımda duruyordu. Gecenin bu karanlığında bu ıssız yerde ne arıyordu?
-“Evladım, evime gelmişsiniz dağıtmışsınız. Biraz daha bekleseydiniz ben gelecektim. Arkadaşınızı da bırakıp öyle çıkmışsınız oradan.” Deyince beynimden vurulmuşa döndüm.
Sol elini arkaya uzatıp:
-“Biraz bekle de arkadaşını al. Yolunu kaybetmesin.” Gösterdiği yöne baktım, Yasin yavaş yavaş bize doğru geliyordu ki biri koluma dokundu:
-“Ayşegül, haydi yürüsene, kaybettiğimizi sandık ödümüz patladı.” Bu Yasin’in sesiydi kafamı çevirdim tam karşımda duruyordu!
-“Yasin!” diye bağırdım Koca karının eliyle gösterdiği yöne baktım; bir şey yoktu. Koca karı da yanımda yoktu!
-“Koca karı nereye gitti?”
-“Ne Koca karısı?”
-“Burda koca karı vardı, onunla konuşuyorduk!”
-“Yanında kimse yoktu! Yalnızdın.”
-“Ne diyorsun ya?”
-“Asıl sen ne diyorsun Ayşegül.” Taşlar yerine oturmaya başlamıştı. Birileri benimle oyun oynamaya çalışıyordu. Yanımdaki Yasin’in gerçek olup olmadığını anlamam gerekiyordu, Hemen Euzu Besmele çekip Felak Nas’ı okumaya başladım; Yasin de bana eşlik edince gerçek Yasin olduğundan emin oldum. Koluna girip gruba doğru hızlı adımlarla yürüdük.
İliklerime kadar korkuyla dolmuştum, korkudan tir tir titriyordum.
-“Bir araba sesi duydum.” Diye fısıldadı Sezgin. Evet, doğruydu bir araba bize doğru gelmekteydi. Daha da yaklaşınca kamyon olduğunu anladık. Yanımıza gelince durdu; şoför 65 yaşın üzerinde biriydi. Biraz kilosu vardı.
-“Gençler ne arıyorsunuz bu koca dağda? Yolunuzu mu kaybettiniz?” diye sorunca hepimiz birbirimize baktık. Ufuk atıldı:
-“Evet amca, arabamız çalındı ve böyle kalakaldık.” Diye cevap verdi.
Ben Gözde ablamı dürtüp:
-“Abla bu da kesin cin min bişey çıkar binmeyelim bu kamyona.” Dedim. Bunun üzerine Ufuk’u kendine çekip kısık ses tonuyla:
-“Binmiyoruz.” Dedi. Ufuk da bağırarak:
-“Ne demek binmiyoruz. Amca nereye gidiyorsun biz de eşlik edebilir miyiz en yakın köye kadar?”
-“Atlayın evlatlar!”
-“Allah belanı versin Ufuk.”
Yasemin:
-“Ben biniyorum ama burnuma pis kokular geliyor kızlar.” diye fısıldadı.
-“Al işte abla.”
-“Öf be, ne olacaksa olsun. Sıkıldım artık bu ne bitmez gecedir. Haydi binelim.”
Çaresizce kamyonun damperine doluştuk. Öne Ufuk ile Ali bindi, geri kalan ekip hep arkadaydı. Kamyon çalıştı, yaylanın taşlı ve tozlu yolunda böbreklerimizde ne kadar taş varsa hepsi düşmüş olmalıydı. Kamyonun sesi git gide rutinleşince hepimiz derin bir sessizliğe gömüldük. Acayip uykumuz vardı; Yasemin’in omzuna başımı koyup derin bir uykuya daldım.
Uykum o kadar ağırdı ki kamyonun ne kadar yol kat ettiğini anlayamamıştım. Kuzenlerime bakınca onların da anlayamadığını uyku damlayan gözlerinden okumuştum. Kamyon hareket etmiyordu. Ayağa kalkıp Nereye geldiğimizi anlayayım dedim. Bir dağın tepesindeydik. Orman birkaç mil ötemizde kalmıştı.
-“Burası da neresi?” diye soran Sezgin arabadan indi. Yasin peşinden gitti. Gözde ablam ile Aslı etrafa bakıyordu.
-“Kızlar burası neresi?”
-“Galiba başka bir şehre geldik.”
-“Orada bir bina var, ışıkları yanıyor. Otel mi acaba? Otelse çok sevinirim.”
-“Otelden ziyade terk edilmiş bir hapishaneye benziyor.”
Bir bağrışma sesi duyunca hepimiz arabadan indik. Beyaz önlüklü suratsız adamlar bizim çocukları yaka paça götürüyordu ve kalabalıklardı.
-“Bırakın lan bizi!”
-“Hey çekil burdan dokunma sakın bana, bırak!”
Bir ekip de bize doğru yürüyordu ki biz kızlar koşmaya başladık. Ben koşmaya alışkın olduğum için hızı koşuyordum ama diğer kuzenlerim çoktan yakalanmıştı. Çığlık ata ata binaya doğru götürülüyorlardı. Benimse peşimde 2 adam vardı, onlara birkaç çalım attıktan sonra ayağım bir taşa takıldı ve yere yuvarlandım. Adamlar hemen kollarıma yapışıp kalkmama bile izin vermeden sürükleye sürükleye korkunç binaya götürdüler. Diğer kuzenlerimi göremiyordum sanırım farklı farklı hücrelere kapatılmışlardı. Bakalım neler daha gelecekti başımıza. Ben debelenmeyi bırakıp binanın içine göz gezdiriyordum. Keskin bir koku vardı. Bir keresinde iş için dispanserden ciğer raporu almaya gitmiştim. Orası tıpkı böyle kokuyordu. Muhtemelen burası bir hastaneydi. İyi de neden biz? Hasta değildik. Burası hastane değilse neydi? Aman Allah’ım organ mafyalarının çalıştığı bir bina mıydı yoksa? Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Biz organ mafyaları tarafından kaçırıldık! Bu ıssız yerde sesimizi duyacak kimse de yoktu büyük ihtimal. Bağırıp çağırmamız boşunaydı. 
( Kara Bilim başlıklı yazı AyşegülAktağ tarafından 29.09.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.