Başbuğa ocakta söylediği iki kaş arasında neyin olduğuydu. Zaten sadece o konuşuyordu. Kimsede ses çıkarmıyordu. Galiba masada oturan cep telefonu ile mesaj çekmiş. Kısa bir zaman sonrada onu dışarıya atacak olan kişi gelmişti.
Merdivenden iniyordu yakası tutulmuş. Önce “ben Mesih’im” diye söylendi. Sonra “Mesih olmayabilirim. Belki Mesih sensin” Demişti. Merdivende önüne genç biri çıktı. Ona “Ne bakıyorsun. Kafamı bozma çarparım.” Demişti. Dışarıya çıkmıştı. Geldiği yola değil, binanın ilerisindeki yoldan saldılar onu.
Gidiyordu Aykut, arkasına bile bakmadan. Bir binanın köşesinden döndü. Ara sokağa daldı. Başka bir dönemece geldiğinde kalabalık güruhun, geride olduğunu hissedip oraya bakmadan, koşarak başka bir dönemeci geçti. Biraz ilerlemişti ki arkasından kendine doğru koşarak gelen ayak sesleri duydu.
Geriye baktığından dondu kaldı. Kendine doğru koşuyorlardı. Yanına geldiklerinde durdular. Biri gömleğinden yapıştı. “Sen kim oluyorsun da laf ediyorsun. Ne diyorsun lan sen. Söyle.”
Aykut taktik değiştirdi. “Ne olursunuz beni dövün. Ne olursunuz bana vurun.” Yere çöküp ellerini yere vurup secde etti. “Ne olursunuz beni dövün.” Ayağa kalktı. “Papa Benediktus’a ölüm.” Dedi.
Onu ocaktan çıkartan geç yine iş başındaydı. Yine yakasından tuttu. Kalabalıktan çekip aldı. Gerideki yolun köşesine kadar götürdü. “Dolaşma bir daha buralarda.” Dedi. Aykut arkasına bakmadan hızlı adımlarla oradan uzaklaştı.
Kısa bir süre sonra bir derneğin yurdunun önüne geldi. Babası da bu derneğin üyesiydi. Kapıdan girip içeriye geçti. Merdivenden çıktı. Bir odaya girdi. İçeride talebe arkadaşı Rıdvan vardı. Ona başından geçenleri anlattı. “Beni dövecekler. Babama telefon açsan da gelip beni alsa.”
Rıdvan mırın kırın etti. Telefon açmadı. Aykut yerinden kalktı. ”Ben gideyim o zaman.” Arkadaşı Rıdvan’ın yanından ayrıldı. Evine yürüyerek gitti.
Odasındaydı. Bir karar vermeliydi. Ya tekinsiz insanlardan olacaktı her şeyi göze alarak veya solcu olacaktı. Zaten diğer sağ oluşumları denemiş kendisine ilham gelmediği için istikametini değiştirmişti. O edebiyatla uğraşan biriydi. Zihni serbest düşünceler isterdi.
Öğle üzeri uyandığında her zamanki gibi bir parça ekmekle kahvaltısını yapıp dışarıya çıktı. Bisikleti ile çarşıya doğru yol aldı.  Gezecekti biraz. Bunu ara sıra yapardı. Çarşıya geldiğinde hoparlörden gelen bir gürültü duydu. Sesi takip etti. Kaynağını buldu.  
Bir minibüste şarkılar eşliğinde propaganda yapılıyordu. Aykut yanlarına gidip keşfe durdu. Partiye kayıt yapılıyordu. Atatürk ve İsmet paşanın partisiydi. Hiç itiraz etmeden o da yanaştı. Minibüsün arkasından içeriye girdi. Görevli bir genç bir forum kağıdı çıkardı. Boşlukları doldurmaya başladı. Ad soy ad, adres, kimlik bilgileri gibi şeyleri yazdı. En sonunda görevli fotoğrafını çekti. Ardından üyelik kartına fotoğrafını işledi. Aykut’a verdi. “Hayırlı olsun.” Dedi. Birde yaka rozeti verdiler.
Minibüsün dışında parti çığırtkanı vardı. Önüne gelene parti hakkında tartışmalar yapıyordu. Bu parti şöyle güzel, biz ülkeyi şöyle yöneteceğiz vs. Aykut’ta katıldı konuşmaya.
“Bizler birer zincir halkaları gibi birbirimize kilitlenir ve o halka kapanır açık yeri bulunmazsa ülke yönetim görür ve kalkınır.” Demişti. Parti için çalışan gencin heyecanı hiç bitmiyordu. Nereden buluyordu onca lafı. Aykut’un dağarcığında bilgi bitmişti. Genç konuşuyor Aykut dinliyordu. Heyecanlı bir atmosfer vardı. Arada bir minibüsün yanına gelenler oluyordu. Araca dayalı dev ekranda ‘kimliğinizi girip üyeliğinizi sorgulayabilirsiniz’ yazıyordu. Gelenler üyeliğini kontrol ediyordu.
Kayıt yaptıranlar gelenler gibi tek tüktü. Aykut’un dikkatini yaşlı insanlar çekti. Propagandaya gelenlerin çoğunluğuydular. Çiftçisi de geliyordu, memuru da.  Aykut müthiş heyecanlıydı. Yepyeni bir solcu olmuştu. Geçmişini sildi. Çünkü geçmişte acı ve ıstırap vardı. Hatırlamak dahi istemiyordu.
Aykut parti değişikliğini hem ilham için hem de psikolojisi için yapmıştı. O edebiyat ile uğraşan biriydi. Atatürk’ün cumhuriyetinde ve onun Latin harfleri ile yaşıyordu. Bunun dışına çıkılamazdı. Değilse ilham gelmezdi. Cahil cühelanın yapmaya çalıştığına ortak olmak seni de onlar gibi yapardı.
Aykut babasına solcu olduğunu söylemeyecekti. Partisini içinde saklayacaktı. Babası muhafazakardı. Hiç gerek yoktu dalaşmaya. Oy kullanma zamanı geldiğinde “senin partine attım oyumu" der geçerdi.
Seçimler yaklaşmıştı. Sokaklarda arabalardan propaganda yapılıyordu. Şarkılar çalıyordu. Aykut dışarıya çıktı. Her zamanki mekanına yürüyerek gidecekti. Önünde bir siyah mersedes geçti. İleride durdu. Komşusu Cevdet dayı arabanın yanında geçerken dönüp baktı bir kez.
Aykut “Cevdet dayı arabaya bakma. Onlar zengin. Şımarık olurlar.” Cevdet dayı ses çıkarmadan oradan uzaklaştı. Mersedes araba yoldan baş örtülü bir üniversiteli kız almıştı. Plakası resmiydi. Araba geriye doğru dönüş yaptı. Tam geçerken Aykut arabaya eliyle ‘geç’ işareti yaptı. Şoför olduğu yerde arabayı durdurdu. İçinden indi.  “Sen kim oluyorsun da hareket çekiyorsun.” dedi.
Aykut “Ben öğrenciyim. Bu evde oturuyorum. Yolda ölçüm yapıyordum. Ödevimiz vardı. Üniversitede okuyorum.” Şoför gençti. Bir şey demeden arabasına bindi. Oradan uzaklaştı. Aykut’u elindeki defter kurtarmıştı. “Hey şen olasın mekan. İçimdekileri coşkuyla yazacağım.” Diye içinden söylendi. Tekinsiz günlerin sonu  coşkuyla geçiyordu. Bu daha çok bir partiye aidiyet duygusuydu.

Tuna M. Yaşar

( Ülkücü Operasyon başlıklı yazı Tuna M.Yaşar tarafından 21.01.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.