Kalktı geldi
yanıma oturdu. Tanımazdım kendisini. Sürekli geldiğim bu çay ocağında görürdüm
onu hep. Mekân aşinalığı desem uyardı bu duruma. Ben çay içerdim o da adeta
beni içerdi çay diye. Buna bir anlam veremezdim. Belki de bir kıvılcım lazımdı
onca görmüşlüğüme. Rüzgar alıp yangına çevirirdi o kıvılcımı.
-
Çay
söyle! dedi bana 40 yıllık arkadaşmışız gibi. Çayın iyi gelen bir yanı var
insana, demi ayrı bir lezzet katıyor, rengi ayrı bir huzur katkısında bulunuyor
cana. Hele bir de ince belliye kondu mu sormayın gerisini. Ve hiç tanımadığın
ismini bilmediğin birisine sizinle diyalog kurması için bir fırsat oluyordu
çay. Çayın faydası yok diyenlere bu satırların altını iyi çizsin.
-
İki çay!
dedim çaycıya “En koyusundan hem de dertlerimize
denk olsun.” Hüznün rengi nedir diye sorulsaydı bana eğer hiç tereddütsüz
çayın en demli halinin rengi derdim.
-
Seni
görmek güzel, dedi, “çetin geçen bir
kıştan sonra sıcak ve güler yüzünü gösteren bahar gibi geldin sen bana.” İyi
de bu ne samimiyet diyesim geldi ama neyse dedim içimden. Hem her gün
bakıyorsun beni yermişçesine.
-
Seni
tanımıyorum ki!
-
Çaydan
hoşlanıyoruz yetmez mi? dedi acayip bir tavan yapmış özgüvenle.
-
Aslına
bakarsan yeterli ama işte yine de insan merak ediyor.
-
Çaydaşlığımız
bizi ölüme kadar bağlayacak olan bir dostluk olacaktır. Aynı demlikte içmişliğimiz,
aynı kaçak çayda demlenmişliğimiz…
-
İyi bakalım…
-
Çaya
müptela olan adamdan zarar gelmez, kırk yıllık ömrümde bunu öğrendim. Ve çaya
olan tiryakiliğim insanı gözünden tanımama vesile oldu.
-
Nasıl?
-
Sen âşıksın
mesela!
-
Evet de
kime?
-
Çay
damarlarında dolaşmaya başladı mı kendine geliyorsun. Gözlerinin feri ortaya çıkıyor,
aklın daha dinç oluyor ve kalbin bir nevi terapiye giriyor.
-
Çay iyi
geliyor bana kabul ediyorum ve sen de şunu kabul et ben de çaya yakışıyorum,
çayın yanına…
-
Komiksin
kabul, insanın sevdiği de çayı sevmeli… Aynı bardağın aynı ağzıyla içmeli çayı.
Dudaklar bir çay bardağıyla birlikte ölümsüzleşmelidir.
-
Bak bu güzeldi:
Aynı bardağın aynı ağzında içmeli… Bir nevi vuslat oluyor bu. Düşünsene o gül
dudaklının içtiği taraftan yudumluyorum çayı. Bu abı hayat olmaz mı, şifa
sayılmaz mı?
-
Tabiki
insan birisini sevdi mi onlarda ayrılık da rafa kalkar daha. Hani Fuzuli Su Kasidesinde
mealen şöyle demişti ya: Eğer ben onun elini öpme arzusuna ulaşmadan ölürsem
dostlar, benim toprak olan bedenimle bir testi yapın. Ve o testiye su koyup
sevgiliye sunun o da kendisine sunulan testiyle o suyu kana kana içsin ve böylece
vuslat ölüp toprak olduğumda dahi gerçekleşsin. O, bu örneği verince bir hüzün dalgası
sardı canımı. İçime yağmur yağdı.
-
Birer çay
daha! diye seslendim çaycıya. Karaçalı suyu ve kaçak çayla ruhumuzun çöle
dönen kısımlarını bir nevi dinlendirip huzura yelken açıyorduk o aşkla. Ve çayın
yazma ile bir bağı mutlaka var diye düşündüm. Yoksa duman altı bir fotoğrafta kopkoyu
bir çay bardağı hangi anlama gelir? Çay yalnızlığın resmi içeceğidir kanımca. Ve
bizi teselli eden yegâne milli içecek hüviyetindedir. Çay dostluktur yeri geldi
mi, merhabadır; elvedadır bazen de, gözyaşıdır. Çaysız olmaz diye düşünüyorum.
Çay bütün muhabbetlerin başlangıcıdır.
-
Çay
söyle! dedi bana.
-
İyi de
sen kimsin ve neden çay? dedim.
- Eee bir yerden başlamamız lazımdı seninle. Çay da bahanem oldu. O böyle deyince çayın kalbe de iyi geldiğini anladım.