Ferhat her zaman ki yaptığına nokta koymak istiyordu. Bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. Bir çaresi olmalıydı. Ya odunları kırarken kulağına gelen seslere aldırmayacak veya artık ağaçlara fısıldamayı kesecekti. Ferhat ağaçlara fısıldamayı biliyordu. Yapması gereken ağacın içinden kendi içine görünmez bir ışığın nurun aktığını düşünmekti.
Bu rabıtayı yıllardır yapıyordu. Enteresan bir şeyle  de karşılaşmıyordu. Ama inancını da yitirmiyordu. “Bir gün mutlaka enteresan bir şeyle karşılaşacağım.” Diye söylendi. İşin nazik olduğunu da biliyordu. İsteği ne kadar da naçiz olsa da ağaçların manevi atmosferini de incitmek istemiyordu. Biliyordu ki ağaçtan düşünerek içtiği nur içine akarken teklifsizdi.
Elinde ki baltayı bıraktı. “Bu kadar vahşi kıyım yeter.” Dedi. Ama kulağına gelen kimliksiz seslere de engel olamıyordu.  Duyduğu sesler hiçbir kulağın duymadığı  bir canlılığın ürpertme sesleriydi. 
Karısı Ayşe evden çıktı. Kocasını görünce içi cız etti. Ferhat’ın güneşte kavrulan tenine mi yansın yorgunluğuna mı.Ne yapacağını bilemedi.Ama onun en sevdiği şeyi dillendirmek istedi.
“Kulağına o garip sesler geliyor mu hala.” Dedi.
Ferhat Her zamanki halim. Ama bir değişiklik var. Ağaçlar sanki bana beklediğine sarıl seninleyiz, der gibiler.”
Ayşe “Şu fısıldama işini bana bir türlü açmadın gitti.”
Ferhat “Canım Ayşe'm sana bunun ne olduğunu açarsam her gün benim gibi fısıldaman gerekir. Bunu yapmazsan maneviyatın aç kalır. Her gün maneviyatını beslemen gerekir.”
Ayşe “Senin bildiğini ben de bilmek istiyorum, ne var bunda?”
Ferhat “Henüz hazır değilsin. Zamanı gelince sana bunu detaylıca anlatacağım.”
Ayşe “Dediğin gibi olsun. Yalnız mantıklı bulmazsam söylediklerini yalan kabul ederim.”
Karı koca eve girdiler. Ferhat duş almak için banyoya girdiğinde seslendi. “Ayşe çocuklar niye gelmedi hala. Akşam olmak üzere. Kurt köpek olur. Saldırırlar korkmuyorlar mı?”
Ayşe “Haklısın. Şimdi gidip onları getiririm. Ama bana bu ağaçlara fısıldama işini ne zaman anlatacağını söyle.”
Ferhat “Ucu kulağında. Ben anlatmasam da sen keşfedeceksin yakında.”
Ayşe “Nasıl olur.Ben bir şey bilmiyorum ki.”
Ferhat “İşte bilgi öyle bir şey. Sana çok yakın olduğu için içinden çıkıp kendine bakamıyorsun.”
Ayşe cevap vermedi. Evden çıkmıştı. Ferhat “Ayşe Ayşe.” Diye seslendi. Ayşe’nin gittiğini anlayınca sustu.Ferhat soğuk duş altında her zaman ki, ormanda ki o özel  ağacına rabıta yolu ile yine bağlandı. Ağacını düşünüyordu. ‘Destur ya benim ağacım’ dedi. Ağacın içinden kendi kalbine çay renginde ki kırmızı nurun aktığını düşünmeye başladı. O an coşkusu hat safhaya çıktı. 
Fenafiağaç yaşamaya başladı. Bu makam ağaçta yok olmaktı. “Evet diye söylendi. Her bitkinin poleni olur. Ya bağlandığım çamın poleni nerede, bana gösterin. Evet çamın poleni.” Diye söylendi. Hemen duştan çıktı. Alelacele geceliğini giydi. Evden dışarıya çıktı. Hemen yakındaki çam ağacına yöneldi. Ağacın yanına geldiğinde ona tırmandı. Dallarına çıktı.
Henüz yeni açmış yeşil kozalağa eğildi. Üfledi kozalağa. Yeşil kozalaktan yoğun bir toz çıktı. “İşte bu. Rabıtanın esrarı. Nicedir böyle bir işaret bekliyordum. Nihayet oldu. Şükürler olsun.” Ferhat yeşil çam kozalağının böyle yoğun bir polen taşıdığını ve bunu üfleyince tozun kalktığını, onca yaşına rağmen, onca ormanla içli dışlı olmasına rağmen bilememişti. Bunu rabıtanın esrarına bağladı. 
Bu esrar neyi vermezdi ki. Aslolan rabıta da bağlandığı şeye tam teslim olmaktı. “Heyt be seni irşat eden bir ağaç oldu. Aslolan nur içmek değil mi. Hem ağaç kötülük yapan insan gibi bir canlı değil.” Diye söylendi. 
Sonra “Ben bu makamın en yükseğine çıksam ancak ‘ben ağacım’ diyebilirim. Bunda da bir günah yoktur. Rabıtamı direkt Allah’a yapsaydım neler olurdu kim bilir. Evet biliyorum ki her şey Allah’tan. Ben de Allah’ın nurunu böyle alıyorum. Dur bir dakika.” Diye söylendi. Devam etti. “Daha önce niye düşünemedim. Nuru direkt ağaçtan değil de ‘destur ya Rab’ diyerek nurun Allah’tan aktığını, ağaçtan içtiğimi düşünsem. İşte yeni bir esrarı daha keşfettim. Adın keşfettin olmalıydı.” Dedi.
O an Ayşe ve iki oğlu Ferhat’ın çam ağacının tepesinde, kendi halinde konuşmasına bir anlam veremedi. “Anne babam ağacın tepesinde köpekler kovaladığı için mi kaçıp tırmanmış.” Dedi oğlu.
Ayşe “Dur bakalım oğlum. Anlarız şimdi.” Dedi. “Ferhat.” Diye seslendi. Ferhat duymamıştı. O manevi atmosferde süzülüyordu hala.
Ayşe oğluna “Git şuradan uzun merdiveni getir. Babana bir şeyler olmuş. İnmiyor baksana.” Dedi. Oğlu fırladığı gibi merdiveni kaptı getirdi. Anne ve iki çocuğu merdiveni ağaca dayadılar. Ferhat ancak o zaman onların farkına vardı.
Ayşe “Söyle bakalım ne arıyorsun ağacın tepesinde. “
Ferhat “Kuş avlıyordum.” Dedi.
Oğlu “Baba ne biçim kuş avlamak. Hani tabancan nerede?”
Ayşe “Oğlu da babası gibi. Oğlum hiç tabanca ile kuş avlanır mı.Tabanca polislerde olur. Ona tabanca değil av tüfeği denir. Tüfek.”
Ferhat yerinden doğrulup adımlarını merdivenin basamağına koydu. Yavaş yavaş aşağıya indi. Ferhat “Sorma Ayşe neler keşfettim. Aklın hayalin durur.”
Ayşe “Ben de öyle zannediyorum. Gerçi sırlarından bizimle paylaştığın yok ama neden ağaca tırmandığını bilirsem içim rahatlayacak.”,
Ferhat “Keşke bütün köy beni ağaçta görseydi. Neden ağaca çıktığımı onlara da anlatsaydım. Ama onlar da senin gibi buna hazır değil.”
Eve girmişlerdi.Ayşe sofrayı kurmuş elinde ki tencere ile mutfaktan yemek getiriyordu. Evin büyük oğlu kaşığını siniye vurmaya başladı. “Anne ekmek getir su getir.” Dedi. 
Ayşe “Hadi oğlum kalkta onları da sen getiriver.” 
Oğlu kalktı mutfağa girdi. “Baba bu ne?” diye elinde bir şeyle içeriye girdi. “Mutfağın çekmecesinde buldum.”
Ferhat oğlundan yeşil kozalağı aldı. “Al Ayşe şuna kuvvetlice üfle.” Ayşe yeşil kozalağı eline aldı. Üfledi. Sofrada hayret nidaları yükseldi.     
Ferhat “Ya ben size demedim mi. Bunda bir iş var. Boşuna ağaca çıkmaz diye düşünmeniz içindi bu.”
Ayşe “İlk defa yeşil kozalağın polenlerini savurdum. Ne diyeceğimi bilemedim. Bu yaşıma geldim ilk defa böyle bir şeyle karşılaşıyorum.”
Ferhat “Neyse bırakalım bunu. Yemeğimize başlayalım.”
Gece olmuştu. Ayşe çay demledi. Bardakları hazırlıyordu. Evin iki oğlu da yalvar yakar birer bardak çay içmeyi annelerinden istediler.
Ferhat “Bırak Ayşe okula gidecekler uykuları kaçacak diye engelleme. İnsan önce dener, sonra yapar. Yaptığı kendisine iyi ise devamını getirir. Çocukların çay istemesi kadar doğal bir şey yok. Biz içeride onlar bakarsa içtiğimiz çay zehir olur.”
Ayşe bu savunmaya sessiz kaldı. “Bir bardak içeceksiniz ama.” diye çocuklarına söylendi.
Çocuklar yatmaya gitmişti. Ayşe Ferhat’ın önünde diz çöküp oturdu. Ferhat “Bak Ayşe sana anlatacaklarım güzelinde güzeli. Ama nur denen şeyi içmezsen yandığın gündür. Nuru her gün içmez uzun süre ihmal edersen psikolojik arazlar yaşarsın.”
Ayşe “Sen anlat ben dinliyorum.”
Ferhat “Zaten söylemek istediğim bunlardı. Yarın seni irşat olduğum ağacı görmeye götüreyim. Ne zamandır rabıta dışında ağaçla temasım yok.Bir ziyaret etmiş oluruz onu.” Dedi.
Gece dolunayın ışığı ile Ferhat esrarlara daldı. Arada bir balta bağlandığı ağaca değiyordu.Ferhat o an vesveseyi zor atlatıyordu.

Tuna M. Yaşar

( Ağaçlara Fısıldayan Adam başlıklı yazı Tuna M.Yaşar tarafından 19.06.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.