Giriş:
Hayati Sarı yüksek lisans için Kanada’ya gider. Toronto Üniversitesinde eğitimini başarıyla tamamladıktan sonra uluslararası bir şirkette işe başlar. Şirkette tanıştığı Kanadalı bir bayanla evlenir ve böylece Kanada’ya yerleşir.
Yıllar sonra köyünü
ziyarete gelir. Köydeki keyfi krallarda bile yoktur ama bu hal pek uzun sürmez.
Bir manzara karşısında perişan olur…
Ağustosun başında bir gece
yarısı dolun aydan dolayı ortalık olabildiğince aydınlıktı. Dolun aylarda yol
veya sokak lambalarına gerek yoktu, dolunay yeterince dünyayı
aydınlatıyordu. Beyaz bir pikap hızla
Gürler köyüne girdi. Bu saatte zaten sürücünün sağa sola bakmasına gerek yoktu,
yollarda kediler bile yoktu. Olanlar arabanın ışıklarından korkup çoktan
kaçmışlardı. Son model ve büyük bir tip olan pikap, köyün girişindeki Ulu
caminin arkalarında bir evin önünde durdu. İki metrelik havludan evin dışarıya
sadece kiremit çatısı görünüyordu.
Arabadan 60 yaşlarında, beli hafif bükülmüş uzun boylu biri inip
havlunun maviye boyanmış demir kapısını açtı, pikabı havlu içine sürdü.
Havlunun içindeki garaja park ettikten sonra havlu kapısını kapattı. Pikabın
yolcu kapısını açıp köye getirdiği yolcuyu uyandırmaya çalıştı.
-Hayati! Hayati! Uyan
artık, geldik!
Arabadan 40 yaşlarında
orta boyda biraz şişmanca biri indi. Saçı bayağı dökülmüş hafif keldi. Mevsimin yaz olmasına rağmen kalın giyinmiş
biriydi; lacivert mont, altında gri kazak ve kot pantolonu vardı. Ayakkabısı
ise arazide veya dağ gezilerinde giyilen türden ve siyahtı. Yolcu ya hasta,
üşüyordu ya da soğuk bir yerden geliyordu. Aslında daha çok uzak bir yerden
gelene benziyordu çünkü Gürler köyündeki yaşlı erkekler hep iskarpin ayakkabı
giyerler.
Hayati Sarı, arabadan
inince gözlerinde ovuşturdu. Sağına soluna bakındı; güçlükle uyanabildi. Nerde
olduğunu öğrenebilmesi için iyice çevresine bakmasına veya abisine sormasına
gerek kalmadı. Burnunun direğini kıracak kadar kötü kokan büyük hayvan dışkısı
kokusundan köyüne yani Gürler’e geldiğini hemen anladı. Kokunun şiddetinden
uykusu dağıldı, hâlbuki 24 saattir yoldaydı.
Bir günlük yol fena halde yormuştu. Kokunun verdiği rahatsızlıktan
abisini beklemeden içeri girdi.
-Hayati! Bavullarını bana
mı taşıtacaksın!
-Abi, yol yorgunluğu
kusura bakma. Hemen alayım.
-Tamam, ben hallederim sen
içeri geç.
Hayati, 6 yıl sonra köyüne
tekrar gelmişti ama kokudan o kadar rahatsız oldu ki; utanmasa abisine kendisini hemen havaalanına
geri götürmesini isteyecekti.
Koşarak abisinin evine
girmek istedi ama vücudu uyuşuktu, bacakları tutulmuştu. Yavaş yavaş yürürken
çevresine bakındı. Havluda bayağı değişiklikler gördü: arabaya büyükçe garaj yapılmış. Ahır halen
havlunun sol tarafında en arkadaydı; ahıra bir kat daha yapıldığını gördü.
Kafası karıştı, sahi ikinci kata büyük baş hayvanları nasıl çıkarıyorlardı.
Herhalde ahırda asansör yoktu, “yok daha neler!” diye mırıldandı. Karşı taraftaki yapılarda da değişiklik
gördü; tam olarak ne olduğunu anlayamadı.
Evin önü her zamanki gibi
yine yeşildi, türlü türlü sebze vardı. Havlunun sağ tarafındaki küçük bahçedeki
ağaçlar da gözüne çok kısaymış gibi geldi. Belki eski ağaçlar kesilip yerine
yeni ağaçların dikilmiş olabileceğini düşündü. Bu köyde çoğu büyük ağaçlar
kesilip yerine küçük meyve ağaçları dikilirdi. Gürler köyünde arazi kıtlığı
vardı, köylü her karış toprağı en iyi nasıl değerlendirmenin yollarını arardı.
Abisinin evinin de çok değişmiş
olduğunu gördü, eski evin yanında bir ev daha yapılmış sanki. Eskiden ekmek
yapılan, yemek pişirilen veya depo olarak kullanılan küçük küçük odalar
yıkılmış, onların yerine eski eve ek yapılmış.
Havlunun arkalarındaki tuvalet yerinde yoktu, yeni evde tuvalet te
yapılmıştı demek.
Abisi, tıslayarak
bavullarda kendisine yetişti.
-Hadi Hayatı, hadi…
Eve yaklaştıklarında kapı
içerden açıldı. Yengesi, gülerek karşıladı. İçeri girerken yengesinin çok
zayıflamış, hatta boyunun hafif küçülmüş olduğunu fark etti. Bunlara rağmen
halen güler yüzlü, halen çok candan ve sıcakkanlıydı. “Yenge neyin var, neden
bu kadar zayıfladın? ”diye soracaktı, son az vaz geçti. “Sırası değil, başka
zaman sorarım! ”diye düşündü. Nasıl hal ve hatırını sormasındı ki; annesinden sonra en çok Şaziye yengesini
severdi. Gülcan ve Hayriye yengeleriyle hiç bir zaman yıldızı barışmamıştı.
Hele Gülcan yengesi, kendisini
istemiyorlarmış hissi verirdi hep.
-Hoş geldin Hayati! Hani
gelin kızımız nerde?
-Hoş bulduk yenge,
nasılsın?
-İyiyim yengem, gelin
kızımızı getirmedin mi yoksa?
-Şaziye, bir içeri girelim
hele. Hemen adamı sorgulamaya başlama.
-Meryem midesinden
ameliyat oldu. Uçağa binmesi yasak olduğu için gelemedi, yoksa buraları ve sizi
çok merak ediyor. Herkese selamı var.
-Geçmiş olsun, kötü bir
şey değildir inşallah?
-Midesinde ülser vardı,
şimdi iyileşti.
-Çok şükür.
-Hayati, hoş geldin
gardaşım. Hele şöyle bir otur da kendine gel.
Hayati, oturmadan önce
abisinin sonra da yengesinin elini öptü. Kendisine gösterilen koltuğa oturdu.
Annesini ve babasını kaybedeli yıllar olmuştu ama abisinin ve yengesinin
gösterdikleri ilgi, alaka ve sıcaklıkları onları aratmadı. Abisinin evi aslında
babasının eviydi, yani baba ocağı. Babası öldükten sonra ev abisine kaldı.
Kahverengi deri koltuğa
oturduktan sonra abisinin evi ne kadar çok değiştirdiğini fark etti. Sanki baba ocağında değil de başka bir
evdeymiş gibi hissetti. Sağına soluna bakındı, şehirlerdeki evlerden pek farkı
kalmamış. Açık olmasa fark edemeyecekti, kocaman plazma televizyonda evlenme
programı vardı. Tavanda küçük bir ampul yerine kocaman bir avize asılıydı, en
az 5 küçük ampul vardı. Avizenin cam parçaları ampullerden çıkan ışığı tavana
hafif renklendirip yansıtıyorlardı.
Yerde ise rengârenk, çok güzel motiflerle süslü dokuma hali yerine tek
renk, fabrika malı kesme halı seriliydi. Sert ama üstü el örgüsü dantelalı,
dokuma halı gibi hoş motiflerle süslü duvar yastıkları ve yerde serili döşekler
yerine koltuk kullanılıyordu. Duvara ceylan veya dağ manzaralı duvar halıları
yerine küçük çiçek motifler bulunan duvar kâğıdı yapıştırılmış. Kuzine soba
gitmiş yerine kalorifer takılmış. Hatta
köşedeki bir masada bilgisayar bile vardı. “Nerden nereye gelinmiş!” diye çok
sevindi. Bilgisayarı görünce internet aklına geldi.
-Abi, evde internet var
mı? Meryem’e geldiğimi bildireyim.
-Olmaz olur mu?
Farkındayım, çok şaşırdın ama köy evlerinin şehirdekilerden pek farkı kalmadı.
Bilgisayarı açayım mı, yoksa şifre yeter mi?
-Şifre yeter abi.
Hayati, eşine sağ salim
geldiğini yazdı.
-Şaziye, klimayı aç içeri
biraz havalansın.
Köydeki evde klima bile
vardı, Hayati iyice hayıflandı. Yengesi yan odadan gelip kılmayı açıp tekrar
gitti. Bir kaç dakika sonra evin içi daha serin ve ferah oldu.
-Hayati, üç saatlik yol beni
perişan etti. Sen nasıl dayandın 24 saattir yolculuğa? Valla bravo!
-Abi, zor ve yorucu ama
mecbur kalınca dayanıyoruz işte.
Yengesi içeri girdi.
-Hadi, sofraya buyurun
Yan odaya yani mutfağa
geçtiler. Eskiden mutfak evin dışında olurdu. Yemek orada pişer, sini üzerinde
oturma odasına getirilirdi. Yere serilen bez üzerinde yemekler yenirdi. Mutfak evin içine alınmış, burada en az 6
kişilik yemek masası vardı. Mutfakta da hiç bir eksik yoktu; buzdolabı, fırın,
milangaz, magnetron, bulaşık makinesi hatta kahve makinası bile vardı. Köyün
sıkıntısını galiba anası ve önceki nesiller çekmişlerdi. Yemek pişirmek, ekmek yapmak, bulaşık yıkamak
o kadar işin arası koca bir angaryaydı; anası hep yakınıp dururdu.
Yengesi masayı yine
donatmış, sevdiği ne kadar yemek varsa hepsi masadaydı.
-Hayati, yengem kusura
bakma. Annem evde yatalak hasta, onun yanındaydım. Pek fazla bir şey
hazırlayamadım ama yarın kesin telafi ederim.
-Yenge, fazla bir şey hazırlayamamışsın da masayı en
sevdiğim yemeklerle donatmışsın. Ya bir de fazla bir şey yapsaydın herhalde tüm
mutfak yemekle dolup taşardı. Allah razı olsun, fazlasını bile yapmışsın.
Ellerine sağlık. Yıllardır ben bu yemeklerin hiç birini yiyemiyorum. Bunları ne
kadar özledim, bir bilseniz.
-Eşin yemek yapmasını
bilmez mi?
-Meryem, Türk yemeklerini
kitaptan okuyarak yapmaya çalışıyor ha! ha! ha!
Garibim, senin eline su bile dökemez. Hem, orada malzemelerin çoğunu
bulamıyoruz. Olanlarda, ha işte!
Hayati neyi yiyeceğini
şaşırdı, hepsini yemek isterdi ama birazdan yatacağı için midesinden rahatsız
olmak istemiyordu. En iyisi hepsinde azar azar yemekti.
-Hayati, pek iştahlı
yemiyorsun. Beğenmedin mi yoksa?
-Yenge, beğenmez olur
muyum? Birazdan yatacam ya, hepsinden tadımlık. Yoksa beni hastaneye götürmek
zorunda kalırsınız.
Abisinin sessizliği
dikkatini çekti.
-Abi, hayırdır hiç sesin
çıkmıyor?
-Hayati, çocukluğumuz,
annemiz, babamız aklıma geldi… Üzüldüm. Zaman ne çabuk gelip geçmiş, daha dündü
sanki küçücük bir evde hep beraber yaşadığımız.
Senin beşikte sallandığını bilirim. Rahmeti ablan seni çok severdi,
annemden daha çok o sana bakardı. Ah! Ah! Annem, babam, Fadime sırasıyla yalan
olmuş, toprak olmuş… Sen köyden çıkıp gitmişsin. İlk önce büyük şehirlere sonra
da dünyanın öbür tarafına gidip yerleşmişsin. Benim oğlanlar, evlenmiş, kızlar
gelin olmuş. Şu havlunun içinde en az 10 kişi varken şimdi bir oğlan bir de
kızla baş başa kaldık. Ah dünya ah! Yavaş yavaş dağılmış gitmişiz… Gel de
kederlenme be kardeşim!
-Haklısın abi, çok
haklısın. Dağıldık gittik, bak 6 yıl sonra ilk kez buraya gelebildim. Rabbim anneme, babama ve Fadime ablama rahmet
etsin, makamları cennet olsun. Allah ikinizden de razı olsun, az önce annem
babam benim de aklıma geldi. Sen babamı, yengem de annemi aratmadınız…
Başımızdan eksik olmayın.
-Size demli bir çay
vereyim, efkârınızı bastırsın.
-Ver yenge, ver!
Tavşankanı gibi çayı, iliklerime kadar içeyim.
Hayati, bir kaç bardak çay
içti. En az 5 bardak daha içebilirdi ama abisi ve yengesine fazla yük olmak istemedi.
İkisinin de gözünden uyku akıyordu. Yarın yapacakları çok iş vardı.
-Abi, ben artık yatayım.
-Hayati, yeğeninin
karyolasında mı yatmak istersin yoksa misafir odasındaki yer yatağında mı?
-Yer yatağında yatayım.
Hayati, yer yatağına
yattı, “keşke karyolayı isteydim!” diye pişman oldu. Yatakta fena halde
naftalin kokusu vardı. Çok geçmeden
uyudu kaldı.