Türk edebitayatında unutulan değerler var. Bunlardan birisi de Şuküfe Nihal. Zaman,zaman edebiyat tarihçilerimiz tarafından gündeme alınıyor.

Şüküfe Nihal edebi kişiliği kadar hayatıyla da incelenmeye değer. İlk üniversite mezunu kadın yazarımızdır.

Konaklarda başlayan yaşam öyküsü huzur evinde son bulmuştur.Bu trajik yaşam öyküsünü son günlerde, Soner Yalçın ve Birsen Altıner tarafından gündeme alınmıştır.

Belki yaşam öyküsü senaristler tarafında kayda değer bulunur. Ve tv filimi yapılrsa sanırım çok ilgi görür.
Cumhuriyetin ilk yıllarında güzel eserler veren ve birkaç kişi tarafından toprağa verilen bu değerli yazarımızı yine yazılı basında değil de dördüncü kuvvet medyada yazan değerli kalem Birsen Altıner'in kaleminden okuyalım:


Ben Şükufe Nihal’i geç tanıdım, geç fark ettim. Sadece ben değil, Türk edebiyatı da geç fark etti Şükufe Nihal’i. Daha doğrusu çok çabuk unuttu ve uzun yıllar bir daha hatırlamadı.
Bazılarınız onu tanımıyor olabilir. Çünkü yeni yeni romanları, şiirleri, gezi kitapları yeniden yayınlanmaya başladı. Gerçi Selim İleri “Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın” da herkeslerden önce söz etti Şükufe Nihal’den. Ne yalan söyleyeyim, romanı ilk çıktığı yıl olan 1991’de okumuştum ama, eski zaman edipleri arasında sıkışıp kalan Şükufe Nihal’i fark etmemiştim

Onu fark edişim “Yalnız Dönüyorum” adlı romanını okuduktan sonra oldu. Kitabı okurken gerçek bir cumhuriyet kadınının nasıl olması gerektiğini gördüm. Aydın duyarlılığının ne demek olduğunu hatırladım. Tabii utandım. Nesli tükenmiş olan bu kadınları tanıdıkça utanmayıp da ne yapacaktım.

Şükufe Nihal, “Yalnız Dönüyorum”da ki roman kahramanı Yıldız’ın hayatını anlatırken aydın duyarlılığını o kadar net ortaya seriyor ki, ister istemez kendinizi sorguluyorsunuz. Biraz eksiklik hissediyorsunuz. Biraz amaçsızlık, biraz işe yaramamazlık… Belki fazla haksızlık ediyorum ama öyle. Ne giyeceğimiz, nereye gideceğimiz, nasıl eğleneceğimizle o kadar kuşatılmışız ki, içine gömüldüğümüz hayatın bizi nerelere sürüklediğini göremiyoruz.

Roman İkinci Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Cumhuriyet sonrası dönemleri anlattığı için o dönemde toplumsal yaşamdaki değişimleri ortaya koymakta zorlanmıyor. Bir anlamda o dönemin sosyal ve siyasal yaşamına ışık tutuyor. Romanın yazarının ve romanın kahramanının kadın olması nedeniyle de kadının sosyal ve siyasal değişimi daha ön plana çıkıyor.

Romanda her anlamda özgürlüğün kazanılmasıyla birlikte peçeden çıkan kadınların ve yeni İstanbul sosyetesinin içler acısı durumu anlatılıyor. Daha doğrusu asrileşmeyi bayağı ilişkiler olarak algılayan, yozlaşmış sosyetenin acıklı durumu.

Aslında kadının özgürleşme sürecinin ne kadar sancılı olduğunu gösteren bir tablo bu. Roman kahramanı Yıldız’ın, kendisiyle aynı kültür birikimi olmayan kocasıyla mutsuz evliliğini sürdürmesinin ve yozlaşmış, vıcık vıcık olmuş ilişkilerin ruhunda açtığı yaraya parmak basılıyor.

Yine de bırakıp giden değil, sonuna kadar direnen bir kadın Yıldız. Onu hak etmeyen kocasını terk edişini de, kişiliği gibi asil bir tavırla ortaya koyuyor. Kocasıyla birlikte gittiği Paris’ten amcasının oğluna “Bu akşam Oryant Ekspres’le Paris’ten ayrılıyorum. Beni karşılayınız; yalnız dönüyorum” derken, yıllardır dile dökülmeyen büyük bir sevginin itirafını zarif bir şekilde ifade ediyor.

Tahsilli, gün görmüş, hali vakti yerinde olan bir ailenin kızı olan Yıldız, kendisiyle aynı kültürden gelmeyen, savaş sonrası türeyen yeni zenginlerden olan Hasan’la mutlu değildir. Kocası İstanbul’daki yeni yaşama ayak uydurmuş her gece barlarda, ev partilerinde gününü gün etmek istemektedir. Haftada bir gün bara gitmeyi Avrupalı gibi yaşamanın birinci şartı kabul eden bir zihniyete sahiptir Hasan. Sarhoşluk, teklifsizlik, açık ve bayağı sözlerle flört etmeyi sevmektedir. Karsının da kendisi gibi olmasını istemektedir. Karısının geldiği ailenin güngörmüşlüğünü unutup, karısına çatal bıçak kullanmayı, dans etmeyi öğretmeye çalışmaktadır. Oysa Yıldız için bunlar yemek içmek gibi doğal hareketlerdir . Yemek masalarında çatal bıçak kullanan, danslı toplantılar organize eden bir aileden gelmektedir. Hasan’ın bunları görmeyip yeni sosyetedeki yaşam biçimine Yıldız’ı
adapte etmeye çalışması, Yıldız’ın gözünde Hasan’ı daha da küçültür. Çünkü İstanbul’un yeni sosyetesinin çılgın ve boş yaşamı onun için son derece bayağıdır. Yıldız yine de asaletini bozmadan kocasına ve çevresine uymaya çalışır ama, Hasan’ın köydeki amca kızıyla para için dini nikah yaptığını öğrenmesi bardağı taşıran son damladır.

SANCILI GEÇEN BATILILAŞMA SÜRECİ

Aslında romanda anlatılanlar batılılaşma sürecinin bir değerlendirmesi. Kuşkusuz ki, Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı koşullar kadının toplumsal hayattaki yerinde önemli değişiklikler meydana getirdi. Kadınlar gönüllü olarak cepheye gitti, erkek nüfusun azalması nedeniyle iş hayatına atıldı. Birinci Dünya Savaşı’nın üzerine Kurtuluş Savaşı veren Türkiye’de, kadın doğal olarak evinden çıktı. Kimi cepheye yönelik çalıştı, kimi meydanlara indi. Özellikle İstanbul’da işgalleri protesto etmek için meydanlara binlerce kadın inmiş ve mitingler düzenlemiştir. Bu kadınlardan biri de Şükufe Nihal’dir. Onun Sultanahmet mitinginde konuşma yaptığı bilinmektedir. İşte bu aydın kadınlar dernekler kurup kadınları organize etmiş, savaş zamanında cepheye silah taşıtmış, askerlerin yiyecek, içecek, giyecek ihtiyaçlarını karşılatmıştır. Savaş sonrası dönemde de bu kadınlar
boş durmamış, kadınların sosyal hayat içinde yerini sağlamlaştırmaya çalışmışlardır.

Savaş yıllarında erkekle birlikte çalışan kadın, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte evine geri dönmemiş, taa Tanzimat’la başlayan batılılaşma sürecini kişisel ve toplumsal yaşantısında etkin hale getirmiştir. Gerçi Cumhuriyetle birlikte “muasır medeniyet seviyesine” ulaşabilmek için kadına yeni roller biçmiştir. Bu roller o kadar kısa süre içinde hayata geçirilmiştir ki, modernleşmeyi batılılar gibi yaşamak olarak algılayan toplumda yozlaşmayı engellemek mümkün olamamıştır. Bu değişim cumhuriyetin aydın kadınlarının sancısı olmuştur ne yazık ki… Tabii erkekler için durum farklı değildir. Romandaki Hasan karakterinde olduğu gibi…

Şükufe Nihal, bu sancılı dönemde gazete ve dergilerde kadın haklarıyla ilgili yazılar yazmış, öykü ve romanlarında kadın kahramanlara yer vermiş, özellikle üst sınıf eğitimli kadınların sorumluluk almasını savunmuştur. Bu yüzden birçok kadın derneğinde aktif görev almış, edebiyat çevresinin toplantılarına ev sahipliği yapmıştır.

MUTLU OLAMADI

Aydın duyarlılığı taşıyan herkes gibi Şükufe Nihal de hiçbir zaman mutlu olamadı. Onun hayat hikayesini okuduğum zaman gözlerimin dolmasını engelleyemedim. Huzurevinde tek başına ölümü bekleyen bir yaşlı kadın olarak Selim İleri’nin romanında karşıma çıkışını unutmuştum. “Yalnız Dönüyorum”u okuduktan sonra “Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın”ı bir kez daha okudum. Kitabın sonlarına doğru “Uzlet” başlığıyla yer alan bölümde bir yakınını huzurevinde ziyaret eden anlatıcı, “Adı Şükufe Nihal olan bu hanım kendi “mehpes”inde hala şiirler yazıyormuş, içe kapanıyormuş, ayrılırken bu dünyaya dargın, küskün ayrılıyormuş” diye sözü alıp şöyle devam ediyor:

“Huzurevinde bir iki kez ziyaret ettiğiniz gözleri sürmeli Bedia Hanım, ille Şükufe Nihal Hanımın odasına da uğramamızı isterdi. Yatağında yarı doğrulmuş, daima eski şiirlerini okurken ya da yeni şiirler yazmak isterken bulurduk onu. Daima diyorum ama, Şükufe Nihal Hanımı en çok gördüğüm gün beş on dakikadan öteye geçmez.

Gözleri sürmeli Bedia Hanım bir edebiyat aşığı olduğumu söyleyince, Şükufe Nihal, “Size bir şiir okumamı ister misiniz çocuğum?” diye sormuştu. Arkadaşının elini bırakıp gittiğini söylediği bu şiiri dudağımı ısırarak dinlemiştim. Sonra bir seçki de rastlayınca ağlamaktan kendimi alamadım:

SON HATIRA

Adını ellerimle çizdim altın kumlara
Küçülen gözlerimde kurudu son damla yaş
Kumsal, deniz, sal, rüzgar senden en son hatıra,
Solan ruhumdan sana bembeyaz bir soğuk taş!..

İşte, rüzgar esiyor, dalgalar coştu yine;
Kumlara işlediğim hayalin da kayboldu…
Hicranınla yanarken ben derinden derine,
Karşında, solan yüzüm gibi, güneş de soldu…

Dalgalar, sürükleyin beni de enginlere,
Kumların arasında ben de bir parça taşım!...
“Ayrılmayız, beraber dalarız derinlere”
Derken, bıraktı gitti elimi arkadaşım…

Şükufe Nihal Hanım şiirini bitirince “Uzlet köşesindeki şu ihtiyar kadını, sizin için okuduğu şiiri hepten unutmanızı temenni ediyorum” demiş, hayatımda “uzlet” sözcüğüne bir yer açmıştı.”

İKİ KERE EVLENDİ

Şükufe Nihal iki kere evlendi. İlk evliliğini babasının isteği üzerine henüz 16 yaşındayken 1912 yılında Mithat Sadullah Sander ile yaptı. Oğlu Necdet bu evliliğinden dünyaya gelmiştir. İkinci evliliğini Ahmet Hamdi Başar ile yaptı ve kızı Günay’ı dünyaya getirdi. Ne yazık ki her iki evliliğinde de aradığını bulamadı.

Çok güzel bir kadın değildi ama, tavır ve davranışlarıyla, bilgili ve aydın kişiliğiyle, kendisine pek çok erkek aşık oldu. Bazılarının aşkına karşılık verdi, bazılarına bir şey hissetmedi. Bazılarını şiirlerine, romanlarına taşıdı.

Örneğin, Selim İleri’nin romanında geçen şiirini ona çok aşık olan Osman Fahri için yazmıştır. Osman Fahri, Cenab Şahabeddin''in kardeşidir. Şair ve ressamdır. Şükufe Nihal’in ilk eşi Mithat Sadullah’la birlikte dergi çıkarmışlardır. Ne yazık ki Osman Fahri, ortağının karısı Şükufe Nihal’e deli gibi aşık olmuştur. Aşkına karşılık bulamayınca hayata küsüp, İstanbul’u terk etmiş, Elazığ’da öğretmenlik yapmaya gitmiş, orada Şükufe Nihal’i unutamayı başaramamış, kafasına tabanca dayayarak intihar etmiş ama ölmemiştir. Kurşun beyninde kalmış ve Osman Fahri delirerek hayata ve sevdiği kadına veda etmiştir.

Şükufe Nihal, huzurevinde geçirdiği ömrünün son günlerinde hep Osman Fahri’yi düşünmüş, onun için şiirler yazmıştır. O şiirlerden en önemlisi de “Son Hatıra” adlı yukarıdaki bu şiirdir.

Şükufe Nihal’in bir diğer aşkı da Faruk Nafiz Çamlıbel olmuştur. Osman Fahri’nin aşkına karşılık vermeyen Şükufe Nihal, Faruk Nafiz Çamlıbel’e aşık olmuş ve bu aşkta da hüsrana uğramıştır.

Faruk Nafiz Çamlıbel’in de yaşamı boyunca unutamayacağı en büyük aşkı Şükûfe Nihal olmuştur. İlk görüşte aşık olduğu bu kadına yıllarca evlenme teklifi etmiş, Şükufe Nihal, kızı Günay’ı düşünerek eşinden ayrılıp Faruk Nafiz Çamlıbel’in aşkına karşılık verememiştir.

Edebiyat öğretmenliği yapan Faruk Nafiz Çamlıbel, evlilik tekliflerine olumsuz yanıt alınca, biraz kırılarak ve biraz da sinirlenerek tayinini Ankara''ya çıkartmış, orada öğretmenlik yapan bir bayanla evlenmiştir. Şükufe Nihal bu ani evliliğe anlam verememiş, hayata ve erkeklere küsmeye başlamıştır.

Gerçi Çamlıbel evlendikten sonra da Şükufe Nihal’i unutamamış ve ona aşkını yazdığı bir romanla itiraf etmiştir.

Sevgililer aşklarını yaşayamadılar belki ama, birbirlerine şiirlerle, romanlarla aşklarını itiraf etmekten kaçınmadılar. Faruk Nafiz Çamlıbel Yıldız Yağmuru adlı romanında, Şükûfe Nihal ise Yalnız Dönüyorum adlı romanda sevdalarını ölümsüzleştirdiler.

Selim İleri de, Mavi Kanatlarında Yalnız Benim Olsaydın adlı romanında edebiyat çevrelerinin çok konuştuğu bu aşktan söz eder:

“Renksiz Istırap romanının yazarı asri yaşayışın bize özgü uyarsızlıkları ortasında yasak bir aşkın kurbanı oluyordu. Galiba ikinci izdivacında da mutluluğa kavuşamıyor, galiba evli bir beyle, kendisi de evliyken bir gönül macerası geçiriyor. Onu artık salonlarda, edebi toplantılarda, çay saatlerinde, şiir günlerinde öyle şuh, azametli, göremiyormuşsunuz. Git gide zayıflıyor, sözleri azalıyor, neşesi soluyor, elleri titriyor, gözleri ikide bir hep yaşarıyormuş.

Girip çıktığı evlerde, katıldığı toplantılarda, bulunduğu mekanlarda durup duruken buhranlara kapılıyormuş, artık yerinde duramıyormuş, oralardan çılgıncasına fırlayıp gidiyormuş.

Yüzünün solgunluklarını, yıpranmışlığını ağır bir makyajla örtmeyi deniyormuş. Eskisinden çok daha fazla sigara içiyormuş ve sigaralarını uzun ağızlıklar takmadan içiyormuş, birini yakıp, birini söndürüyormuş.

Başka konular, edebi, siyasi, içtimai konular konuşulurken o sözü ille aşka, sonu meçhul aşklara getiriyormuş. Bu salonlarda yalnızca aşkın acıları, hüsranları konuşulsun istiyormuş…”

AŞKA VE HAYATA KÜSTÜ

Şükûfe Nihal, aşka küsmüştü. 64 yaşındayken ikinci evliliğini de bitirdi. Bütün ilişkileriyle hesaplaşmıştı. Evliliklerini, kendine aşık olan herkesle iç hesaplaşması yapmıştı. Bunlar arasında Nazım Hikmet ve Ahmet Kutsi Tecer de vardı. Bir tek aşkı uğruna ölümü seçen Osman Fahri''yle hesaplaşamadı.

Son nefesini verdiği 24 Eylül 1973 yılına kadar onu düşündü. Onun için şiirler, romanlar yazdı. Son nefesine kadar Osman Fahri’yi hayalinde yaşattı ve ona duyduğu aşkla hayata veda etti.




Uzlet: Toplum yaşayışından kaçıp tek başına yaşama

( Şükufe Nihal, Türk Edebiyatının Unutulan Değeri başlıklı yazı M.Filizman tarafından 18.02.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.