lksun öğretmen öğretmenler odasında sıkıntılı bir şekilde oturuyordu. Arkadaşı Songül yanına tebessüm ederek gelip;

-Neyin var İlksun, bu ne hal? Sanki Karadeniz’de gemilerin batmış gibisin.

-Yok be Songül, keşke mesele sadece gemi ve ev olsaydı. Belki yandı bitti kül oldu deyip biraz da güler hayatla dalga geçtiğimiz gibi bununla da geçerdik.

- Peki ne öyleyse bunlardan daha büyük sorun?

İlksun biraz düşünceli bir şekilde pencereden dışarıya baktı. Pencereye konan bir serçenin tatlı ötüşüne takıldı. Bir zamanlar kendi kızını da böyle masum bir serçe gibi görmüştü. O günler ne güzel günlerdi. Ama şimdi serçe kartala dönüşmüştü. Pençeleri acıtıyordu.

-Hey İlksun nerelere dalıp gittin!

-Şey birden ne bileyim işte ya...

-Anlat belki açılırsın. Dertler paylaşıldıkça azalırmış.

-Benim kız, beni çok üzmeye başladı. Bir türlü söz de dinlemiyor. Kendi başına buyruk. Bir özgürlüktür tutturmuş gidiyor.

-Ya sen de çok sıkıyorsun be çocuğu. Bırak biraz gençliğini yaşasın. Özgürce uçsun, göklerin eteğinde dans etsin. Gençliğin heyecanını tatsın doyasıya.

-Evet Songül ben de senin gibi düşünüyordum bir zamanlar ama şimdi değil. İnsan anne olunca çocuğuna bir zarar gelsin istemiyor. İşte o zaman da özgürlük aslında bir bireyin zararlardan emin olabildiği ölçüde rahat yaşamasıdır diye düşünmeye başlıyorsun. Özgürlülüğü bir gencin göz göre göre ateşe yuvarlanma serbestliği olarak göremiyorsun.

-Vay be seni tanımasam muhafazakarlaştın diyeceğim. Neredeyse ahlak öğretmeni kesildin.

-Bilmiyorum düşünüyorum sadece, ahlak öğretmenliği nedir? Biz nerede hata yaptık. Tanrıyı bir kenara bırakıp yeni tanrılarla kendimizi alçaltmadık mı?

-Ya şimdi seninle konuşmayacağım. Sen bugün müthiş melankoliksin. Geçmişini bilmesem tövbekar olmuş bir ateist diyeceğim. Zil çaldı. Hadi derse gir bakalım belki biraz kendine gelirsin.

Diğer öğretmenler de zil sesiyle birlikte sınıflarına doğru ilerlediler. Oda birden sessizleşti. Klima içeriye bahar mevsimin tatlı esintisini üflüyordu.

O gün İlksun için biraz sıkıntılı geçmişti. Belki de biraz dertleşebileceğini düşündüğü arkadaşı da kendisini anlamaktan uzak bir yaklaşım sergilemişti. Okuldan çıktıktan sonra arabasına binerek evin yolunu tuttu. Fakat kendinde olmadan direksiyon sahile doğru kırıldı. Kısa bir süre sonra Flamingo yolundaydı. Arabanın penceresini açmış sahili seyrediyordu. Martıların Akdeniz’in üstünde bir gelin gibi süzülüşü, kızı Ece’nin gelinliğiyle gidişi gibi görünüyordu. İşte kızı Ece gökyüzünde kanatlanmış uçuyordu. Sanki bir melekti. Ama şimdi meleğin masumluğundan çok uzaklaşmıştı. Daha çok şeytanı anımsatıyordu. Tam o sırada acı bir korna sesi duyuldu. İlksun ani bir hareketle direksiyonu sağa doğru kırarak karşıdan gelen arabaya çarpmaktan kurtuldu. Arabasını kenara çekerek, aslan başlı kapıdan sahile geçti. Dalgalar hırçın bir şekilde sahili dövüyordu. Islanmaya aldırmadan demir korkuluklara dayandı. Saçları rüzgarda dalgalanıyordu.

İlksun dalgaların hırçınlığında hayatı okuyordu. Hayatın hırçın dalgalarına dayanacak hiçbir beden yoktu. Bir müddet sonra insan aşınmaya başlıyordu. Ama hepsinden önemlisi de özgürlüğü dalgaların karşısında bir çöp gibi başıboşluk olarak algılamanın hiçte şakaya gelmediğini şimdi çok daha iyi anlamasıydı. Kendi kendine sessizce ”Özgürlük değerlerden bağımsızlık değilmiş” sözlerini mırıldandı.

Güneş tatlı bir kızıllık bırakarak Mezitli tarafında apartmanların arkasında kayboluyordu..


( Anne Katili 1 başlıklı yazı SeyitAhmetUzun tarafından 28.03.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.