"Bir çocuk düşünün kainatta yapayalnız ...

Tek dostu  çakıl taşları.."


Yaklaşık iki sâat sürdü doğa harikası beldeye varmamız. Yola çıktığımızda gök gürlüyordu.Bir saat sonra çiselemeye başladı.Sonrasında sağanağa döndü.Koca şehirler mahfetmiş benliğimizi ve bedenimizi.Oksijeni bol bu ormanlık belde memleketin en güzel köşelerinden biri bana göre.Hele şu toprak kokusu...Gelene kadar manzaraya doyamadım.

Çam,kayın,palamut...her dem yeşil ordusu.

Ya göle ne demeli...bir çanağın içinde etrafı yemyeşil bu harika su parçası, ağaçlardan aldığı renk cümbüşünü onlara serenat yapar gibi gerisin geriye veriyor gibiydi.Ahşap iskelede bir kaç dakika manzarayı seyretmek iyi geldi.

İyice acıkmıştım. Hedef mekanımız "Pala Aziz'in yeri"...

Washington- İstanbul arası ticaret trafiği Kenan'ı, uluslararası basketbol hakemliği de beni epeyce yormuştu. İskeleye bitişik göl kenarı restoran sanki bin yıldır burada. Eski ama bir o kadar can alıcı bir yer. Duvarlarında yüzlerce tablo bir çoğunda tek kıtalık veya tek beyitlik şiirler var.  Yunus Emre'nin tablosu dikkatimi çekti.

"Söz ola kese savaşı

 Söz ola kestire başı

 Söz ola ağulu aşı

 Bal ile yağ ede bir söz"

Tam karşı duvarında Ömer Hayyam'ın ;

Bir elde kadeh,bir elde Kur'an

  Ne tam kâfir olduk ne de Müslüman" yazıyordu.Daha bir çoğunu bir solukta okudum., Kenan buranın müdavimlerinden.Pala Aziz ve garsonları, bizi görür görmez on metreden koşarak geldiler.Aldıkları bahşişle işlerine daha bir  iştiyakle koşan garsonlar önce ahşap masaya eski ama lavanta kokulu örtüleri serdiler.Servisleri açıp, apareatifleri bir biri ardına masaya sıraladılar.Yağmur damlalarının gölde oluşturduğu halkalar ruhumu dinlendiriyordu. sonrasında yağmur dindi.


Bol limonlu, zeytinyağlı çoban salata harika görünüyordu.Üzerine sumak ve isot serpiştirilmiş olması olayı koku resitaline çevirmişti.


Evet, çok acıkmıştım.


O yüzden her şey bana güzel gözüküyor olabilirdi.Kızarmış ekmekler...

Tam çoban salatanın yağına banıyordum ki..

Gölde oluşan halkalar dikkatimi çekti.Baktım yağmur yoktu.Sırtı bize dönük bir çocuk bağdaş kurmuş vaziyette, sağ yanında bir sürü çakıl taşı var.Göle doğru belli aralıklarla çakıl taşı atıyordu. Halkalar bitince tekrar atıyor.

Mütemadiyen bu devam ediyordu.Lokmayı yutamadım.Sırtı dönük olmasına rağmen bir hüzün kapladı içimi.Hemen yanına gittim ve ben de bağdaş kurdum .İçini çekiyordu.Kısa kesili kumral saçları, kirli ama beyaz uzun bir yüzü vardı.Zayıfça idi.Yeşil montunun dirsekleri ve kol ağızları yırtık pırtıktı.


-Çakıl taşından kullanabilir miyim? Ben de çocukken çok atardım.Hatta arkadaşlarım arasında benden çok halka yapıp taş yüzdüren yoktu.

-Hı hı 

-İsmim Kenan

- En çok kaç halka yaptın? 

-Yedi, sekiz..

-Bu kadar halkayla nasıl birinci oldun? Ben on üç halka yapıyorum.

Ara ara nefesini çekiyordu.Yaşına mugayir çektiği sadece içi değildi.

Ali bana doğru bakarak avazınca bağırdı.

- Hadi Kenan ızgaralar geldi.Soğuyacak sonra..


-İsmini söylemeyecek misin?


Kirli elleriyle burnunu ve gözlerini ovuşturdu.

Çaktırmadan yapmaya gayret etti.


- Osman

-Memnun oldum.Burada mı oturuyorsun.

-Hı hıı

-Annen, baban nerdeler?

-Yoklar

Suskunluk ortama hakim oldu.Taşları mütemadiyen ardı ardına göle atıyorduk. Yağmur bulutları tekrar gökyüzündeki hakimiyeti ele geçirdiler.Gök  gürlemeye başlayınca gayri ihtiyari Osman'ın belime sarılması bir oldu.Nefesi kesilecek gibiydi.Saçları sırılsıklam olmuştu.Nefes alırken göğsü hırlıyordu.Belliki üşütmüştü.


Elimizdeki son çakıl taşlarını da suya atmış ve ayağa kalkmıştık.


Yemek masamızda  yok yoktu.Osmanı adeta çeke sürüde  getirdim.Masaya oturtmak için bildiğiniz güç kullandım.Gelmek istemiyordu.Ama aslında bize o kadar ihtiyacı var ki hissediyorum. Bir nefese, dayanağa daha doğrusu bir sahibe ihtiyacı var.

Ali, oturduğu sandalyeden kalkarak  samimiyetle Osman'a elini uzattı.


- İsmim Ali, eğer dursaydı Oğlum da senin yaşlarında olacaktı.

Bu cümle Osmanı tam hedeften vurmuştu.O hırçın çocuk gitmiş yerine munis bir çocuk gelmişti. Çektiğim sandalyeye itirazsız oturdu.


- Oğluna ne oldu ki?


İçini çeke çeke sorduğu bu soru ve sonrası hayatımda yaşadığım en güzel anlardan biriydi.

Ali, Osman'ın yanına gelmiş ona kendi oğlunun hikayesini anlatıyordu.Yurtdışı seyahatlerinden birinde havaalanı yolunda ailece geçirdikleri trafik kazasını anlatıyordu. Gözleri nemlenmişti. Anlatırken zorlanıyordu. Oğlu ve karısının olay yerinde ölümünü anlatırken  bogazı düğüm düğüm olmuştu.Kendisi ağır yaralı kurtulmuş, tam üç ay yoğun bakımda kalmıştı.Onun için her yıl babalar gününde bu ıssız ve güzel mekana gelirim. Oğlumla yaşadığım son babalar gününü içimden kutlarım.

Yemeklerimiz bitmişti.Çay ve kahvelerimizi içmek için şark köşesine geçmiştik.Osman, artık rahatlamış yüzüne bir gülümseme ve güven  gelmişti.Ali, devamlı çiğnediği şekerli sakız kutusundan Osman'a uzatırken ;

- Tek başına o gölün kenarında ne yapıyordun,anlatmak ister misin? Dedi.

Kendine güveni gelen Osman,sakızını çıkarıp konuşmaya başladı.

O gün babamın gözlerine baktığım son günmüş meğer.Saçlarımı ıslatıp sevdiği gibi yana taramıştım.Hatta okulda sevdiğim kızın adını bile söylemiştim."Ama kızın haberi yok baba " dediğimde o kadar gülmüştü ki hiç unutamıyorum.Annem evde yaptığı börek,çörek ne varsa yanımıza almıştık.Babam da mangallık malzemeleri hazırlamıştı.Arabamiza binip yola çıkmıştık.Her yıl biz de bir kaç defa buraya gelirdik.Meğer bu durumu bilen babamın hasımları yolun kenarına pusu kurup beklemeye koyulmuşlar.Annem,babam ve annemin kucağında olan kardeşimi oracıkta silahla öldürdüler.Ben arkada korkudan koltuğun arasına sıkışıp yandaki çantayı üzerime alıp orada saatlerce beklediğini biliyorum.Sonradan yoldan geçen insanların ve gelen ambulansın yardımı ile bizleri götürdüler.Sonrası hep hüzün...

Ali, Osman'a sarılıp gözyaşlarını tutamadı.Osman gözleri buğulu anı yaşayarak anlatıyordu. Sapanca'da dedemler bana sahip çıktılar.Her yıl babalar günü buraya gelir,babamla geldiğimiz son seferde göle taş atışımızı tekrarlarım.Babasızlık zor Ali abi...

-Deden burada mı?

-Evet

-Niye baştan söylemedin dedeni de yemeğe çağırırdık.

- Abi beni zorla getirince heyecandan unuttum.Sonra da siz oğlunuzun öldüğünü söyleyince

-Anladım.Hadi dedeni bul gel ...

-Tamam abi 

Ali bana dönerek;

- Ne kadar güzel ve hüzünlü yüzü var. Yaşından olgun davranışı ve konuşması var.Çok kanım kaynadı.

Hele o yeşil gözleri ve kumral saçları...

Ali yine duygusala bağlamıştı. Buraya her gelişimiz de bu tür durumlar yaşıyoruz ama bu sefer bu çocuk iyice mahfetmisti.

-Ali kafandan neler geçiriyorsun?

- Kenan bak, bana yine deli diyeceksin ama..ben bu çocuğu ve dedesini yanıma almak istiyorum.Onda garip bir şeyler var..ben hiç böyle olmamıştım.Olaydan sonra çok çocuklar gördüm,sevdim,yardım ettim ama bu başka...o gözlerindeki mahcubiyet beni mahvediyor.

 

Devamı yarın

( Çakıl Taşları başlıklı yazı AZİZ REMZİ tarafından 14.11.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.