Ey korona korona

Benim maskeyi ne yaptı

Git de sor ona

-Kendi kendine konuşmaya mı başladın Müco?

Karısı kısaca Müco dese de asıl adı Mücahit.

-Maskemi arıyorum hanım.

-Ne maskesi? Ben görmedim.

-Hani devletimiz kolonya ile beraber göndermişti ya!

-Tamam hatırladım. Kolonya bitti. Maskeler de kim bilir nerededir? Bir ayı geçti geleli. Bak aleyhinde atıp tuttuklarının maskesine nasıl da muhtaç oldun?

-Muhtaç olmadım, muhtaç ettiler. Satışını serbest bıraksınlar, gider üç-beş liraya alırım. Hem yalnız bana mı gönderildi bu maske? 55-60 ülkeye içinde maske de olan tıbbi yardım malzemesi göndermişiz. Bağış yaptığımız ülkeler arasında süper güç Amerika da var...

-Sus fazla konuşma Müco! Başın belaya girecek.

-Suç olacak bir şey demedim ki... Ah maskeleri de buldum.

-Hem sen evin içinde maskeyi ne yapacaksın? Takarsan herkes sana güler.

-Evin içinde değil dışarıda takacağım. 40-50 gündür evdeyim, biraz hava almak istiyorum.

-Sen aklını mı yitirdin? Sokağa çıkma yasağı var. Ceza yersin.

-Henüz yitirmedim de yitirmeye az kaldı. Ceza meza yemem, benim bir planım daha doğrusu iki senaryom var.

-Sen yakalanırsan kaç yaşındayım diyeceksin?

-52'liyim derim, onlar da yaşımı 52 sanırlar. Hem yalan da değil.

-O senin doğum tarihin, sen 68 yaşındasın. Kimliğine bakıp yaşını öğrenirler.

-O zaman da senaryonun ikinci bölümüne geçerim, deyip Mücahit ceketinin iç cebinden bir mektup çıkarıp okumaya başladı:

“Merhaba! Dedem Mücahit A... bir alzheimer hastasıdır. Bazen evden kaçmakta ama geri dönememektedir. Bulursanız lütfen aşağıdaki adrese getirin. Şimdiden teşekkürler. Torunu Ayla A... Tel: 0532..... Adres:

-Ama bu sahtekarlık! Senin aklın başında değil. Gitme, otur evde; biraz daha sabret.

-Ne yapayım, sabır taşı çatladı. Dışarıdan bir şey lazım mı?

-Değil. Ayla dün ne lazımsa aldı geldi.

-Haydi hoşça kal...

Deyip Mücahit, kendini sokağa attı. Kimsecikler yoktu. Bırakın insanı kedi, köpek hatta tek bir kuş bile yoktu. Derin bir sessizlik kaplamıştı ortalığı. Buna rağmen bir ses duyduğunu zannetti ve bunun sessizliğin hışırtısı olabileceğini düşündü. Ama biraz sonra bu sessizliği ayakkabılarının çıkardığı sesin bozduğunu fark etti. Yere daha yavaş basmaya başladı. Avına sinsice yaklaşan yırtıcı bir hayvan gibi... Sokağın iki tarafında üç-dört katlı apartmanlar ile aralarda birkaç tane tek katlı ev vardı. Balkonlarda, bahçelerde herhangi bir hayat belirtisi görülmüyordu. Terk edilmiş bir yerdi sanki. Bu sokak böyle değildi; onun bildiği sokak gitmiş başka bir sokak gelmişti. Binlerce defa geçmişti buradan. Bir ressam birkaç fırça darbesiyle görüntüyü değiştirmiş olabilir miydi?

İki yüz metre sonra yol ikiye ayrılıyordu. Sağdakine saptı elli metre daha yürüyüp ana caddeye çıktı. Burada az da olsa insan olduğunu gördü. İşte karşısından gelen yaşlı bir adam, seksen yaşında olmalı. Dinç görünüyor, yaşını ele veren yüzündeki kırışıklar. Elinde birkaç kiloluk poşet taşıyor. Maske takmamış. Biraz gerisinden otuzlu yaşlarda acelesi olduğu hızlı yürümesinden anlaşılan bir adam. Trafik ışıklarının orada karşıya geçmek için bekleyen on bir-on iki yaşlarında bir çocuk. Uzun bacaklı, maskeli, leylek gibi iki yana sallana sallana yürüyen genç bir bayan. Asfaltta birkaç otomobil ve bir kamyon. Trafik rahat olduğu için hepsi de hızlı gitmenin zevkini çıkarmak ister gibi...

Yoruldu, az ilerideki parkta dinlenecekti. Parka ulaştı. Bankların hepsi boş olduğundan gölgede olanını aradı, buldu; çünkü güneş sıcaklığını artırmıştı. Oturdu, derin derin nefes aldı. Hafif bir egzos gazı kokusu hissetti. Her ne kadar araç sayısı az olsa da caddeden böyle bir kokunun gelmesi normaldi. Yarım saat kadar oturup kalktı. Mağazaların çoğu kapalıydı, ama vitrinlerine bakabilirdi. Öyle yaptı. Açık bir market de vardı. İçinde iki kişi ve kasada hem saçını hem de maskesini düzelten kızı gördü.

Bu kadar dolaşma yeterdi, bir saatten biraz fazla zaman geçirmişti dışarıda. Ara sokaklardan gidecekti eve. Oralarda kontrol filan olmazdı. Öyle düşünse de birkaç dakika sonra bir sitenin çöp konteynerlerinin olduğu yerde bir polis aracı ve kağıt toplayıcısı bir genç gördü. İki polisle bir şey konuşuyordu. Yanlarına gelince durup konuşmaları dinledi. Kendinin bir kaçak olduğunu unutmuş gibiydi. Polisin biri makbuz yazıyordu. Yazma işi bitince koçandan makbuzu yırtıp, kağıt toplayıcısı gence verdi. Genç:

-Nedir abi bu?

-Ceza makbuzu.

-Ne kadar?

-3180 lira.

-Ben bu kadar parayı 3-4 ayda bile kazanamam. Hem suçum ne ki ceza yazıyorsunuz? Ben bir senedir bu işi yapıyorum, kimse bana yasak olduğunu söylemedi.

-Kağıt topladığın için değil, sokağa çıkma yasağını çiğnediğin için ceza verildi.

-Ne yasağı bu abi? Ne zaman yasak oldu? Ben duymadım. Benim telefonum, radyom, televizyonum yok ki yasaktan haberim olsun.

Mücahit dayanamadı konuşmaya katıldı:

-A be oğlum, keşke gelip benden bugünkü yevmiyeni alsaydın da ceza yemeseydin. Yazık. O kadar parayı nasıl ödeyeceksin? Deyince polislerin ikisi de yüzlerini Mücahit'e döndüler.

-Amca sen bu işe karışma. Suç işlenirse karşılığında bir ceza da verilir.

-Yazıktır bu delikanlıya. İdare etseniz memur bey. Öyle suçlar işleniyor ki bu ülkede, bu garibanın işlediği suç onların yanında ne ki!

-Amca, sen de yasağı dinlemeyip dışarı çıkmış gibisin. Yaşın kaç?

-Ben 52'liyim yani 52 yaşında.

-Çok daha fazla gösteriyorsun. Kimliğini ver bakayım.

-Kimliğim filan yok. Bana bir suç uyduramazsınız.

-Ellerini kaldır, arama yapacağım.

Polis kimliği bulur.

-Amca sen 52 yaşında değilsin 1952 doğumlusun.

-Tamam, ben de aksini söylemedim ki...

-Bu hesaba göre yaşın 68. Sokağa çıkma yasağını ihlal ettin.

-Ben hastayım. Yasak masak, ihlal mihlal bilmem. Evimin yolunu kaybettim, galiba bunadım. Saatlerdir arıyorum, bulamıyorum.

-Dur bakalım ceplerinde başka bir şey var mı?

Polis Mücahit'in ceplerini bir kere daha karıştırınca mektubu buldu, gülümseyerek okudu. Arkadaşına:

-Bu amca alzheimer hastasıymış. Burada adresi de yazıyor, evine götürelim. Arka tarafa bin amca, dedi.

Kağıt toplayan genç polis arabasının arkasından baktı kaldı.

Aracı kullanan polis Mücahit'in evine giden sokağa dönmeyip aksi yönde gitmeye başlayınca Mücahit'in telaşa kapıldığını dikiz aynasından gördü. Beş dakika kadar gittikten sonra da aracı durdurup:

-Geldik, in amca, dedi. Mücahit:

-Ne gelmesi, burası değil, deyince diğer polis Mücahit'in kimliğine bakarak ceza makbuzunu yazdı. Araç tekrar hareket etti.

Mücahit'in evinin önünde durunca hepsi araçtan indi. Mücahit'e kimliğini ve makbuzu verdiler. Ceza yediğini anlamıştı, ağır adımlarla apartmanın kapısına doğru yürüdü.

Evin içine girince hanımı:

-Hoş geldin. Ne var ne yok dışarıda? Rahatladın mı biraz? Diye sordu.

-Evet, rahatladım. Dışarıda daha önce ne varsa şimdi hiçbiri yok; fark burada.

-Elindeki elektrik faturası mı? Ne çabuk geldi, önceki fatura geleli daha bir hafta olmamıştır.

-Fatura değil, bağış makbuzu. Devlete bağışta bulundum da.

-Bağış mı yaptın? Biz muhtacız bağışa, bir emekli aylığı ile idare etmeye çalışıyoruz. Ne kadar bağış yaptın?

-Çok değil 3180 lira.

-Neee, çok değil mi? Gitti iki aylık maaş! Artık anladım, sen gerçekten de bunamışsın, neydi dediğin işte o hastalığa yakalanmışsın.

- Alzheimer, alzheimer... Bak sonunda sen bile inandın benim hastalığıma! Ne olurdu sanki bir de şu polisler inansaydı!

( Korono Hikayeleri-1 başlıklı yazı Ömer Faruk tarafından 2.05.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.