Bekir, cebindeki paraları çıkardı. Biri kağıt, diğerleri de madeni. Hepsi yarım avuç. Saydı 17 lira 25 kuruş. Anasına gönderdiği 150 liradan sonra kalan paraydı bu. Mekan sahibi onu çağırıp kafelerin korona nedeniyle devlet tarafından bu geceden itibaren belirsiz bir süre kapatılacağını söyleyip, o günkü yevmiyesini vermişti. Hemen aklına anası gelmiş, “Ben nasıl olsa bir şekilde idare ederim, anacığım köyde tek başına parasız ne yapar?” demiş ve izin alıp PTT'ye gidip amcaoğlunun adına anasına verilmek üzere 150 lira göndermişti.  Altı aydır anasına parayı hep amcaoğlunun adına yolluyordu. Çünkü yaşlı kadıncağız köyden kalkıp kasabaya gidemezdi, diyelim gitti PTT'yi bulup da para çekmeyi beceremezdi. Kimlik isterlerdi ama belki de yıllar önce almış olduğu cep defteri kalınlığındaki nüfus kağıdı bile kayıptı. Parasını bir daha saydı:17 lira 25 kuruş. Kaç gün idare edecekti bu parayla? Bilemiyordu. 
Beş gün sonra.
Yüksek binalar güneşi engellese de masmavi, tabak gibi gökyüzünün bir kısmını görebiliyordu. Hızlı hızlı yürüyordu sanki bir randevuya yetişmek ister gibi. Aslında tabii böyle bir şey yoktu, bu telaş tamamiyle iradesi dışındaydı. İş arıyordu, sağa sola bakınıyordu... Birkaç yere sormuş hepsinden de aynı cevap gelmişti: Elemana ihtiyaç yok! 
Karşılaştığı insanların yüzleri gülmüyordu, sanki bir şeyden korkar ve kaçar gibiydiler, hareketlerinden stres içinde oldukları kolayca anlaşılıyordu. En sakin yüze sahip olan, önüne açtığı kirli bezin içindeki birkaç liranın sahibi şu çingene dilenciydi. Maskesizdi, gülümser gibiydi, sakindi, rahattı, merakla sağa sola bakıyor ve “Allah rızası için, Allah rızası için” sözlerini tekrar edip duruyordu.   Erkekli kadınlı insanların çoğunun yüzleri maskeliydi, az da olsa onun gibi maskesiz dışarı çıkmış olanlar da vardı. 
Karşısından gelen yanyana yürüyen iki bayana çarpmamak için biraz sağa çekilince orta yaşlarda, kısa boylu bir adamın omzuna dokundu.
-Pardon, deyip yoluna devam etti. Adam öfkelendi, eliyle Bekir'in kolunu yakaladı. Bekir mecburen durdu.
-Yolda yürümeyi de bilmiyorsan şehirde ne işin var? Sosyal mesafeye uymadığın gibi maske de takmamışsın.
-Pardon dedim, acelem vardı özür dilerim.
Adam söylenmeye başladı, bir sıkımlık canı vardı ama belaya girmeye değmezdi. Onun için söylenenlere aldırış etmedi, yoluna devam etti. Adam, sesi daha iyi duyulsun diye maskesini indirip arkasından bağırdı:
-Ayı oğlu ayı!
Bu kadarına da tahammül edemezdi; çünkü bu sözde rahmetli babasına da hakaret vardı. Geri döndü, gerindi ve sağ yumruğu adamın yüzünde patladı. Yumruğunun yarısı boşa gitse de  adam, yarım metre kadar geriye düşüp yere kapaklandı. Ağzından kan akıyordu. İki kişi adamla Bekir'in arasına girdi. Kavga önlenmişti, adam yerden kalkmaya çalışıyordu, sesi çıkmıyordu, Bekir yoluna devam etti.
Bütün mağazalar kapalı olmasına rağmen ortalık insan doluydu. Kaldırımlar hınca hınç. Asık suratlı, kayıtsız bakışlı insanlar... Kavga ettiği adamın, sosyal mesafe dediği kurala uymak bu şartlarda ne mümkündü! Caddede birkaç otomobil, ağır ağır ilerliyor. Az ötede bir polis otosu park etmiş, yanındaki iki polis gelen geçenleri inceliyor. Arada durdurup soru sordukları insanlar da var. Bekir, polislerin yanından geçerken hemen bir polis eliyle işaret edip durdurdu.
-Delikanlı masken nerede?
-Benim maskem yok. Hiçbir yerden alamadım, eczanelerde de satılmıyor.
-Maskesiz dolaşmak yasak, hem sen terörist de olabilirsin. Evet evet, sen bir teröriste benziyorsun. Kimliğini ver ve arabaya bin.
Birkaç dakika sonra Bekir, karakolda sorguya çekiliyordu. Yaşadıklarını anlattı, ona inandılar. Hatta polisler, kendileri için söyledikleri lahmacunlardan ikram ettiler. Önümüzdeki Cumartesi ve Pazar günü sokağa çıkma yasağı konabileceğini, o nedenle şimdiden tedbirli davranması gerektiğini söylediler. Bir polis, Bekir tam oradan ayrılacağı sırada:
-Bir dakika bekle, deyip yan odaya gitti ve biraz sonra elinde beş maske ile gelip birini Bekir'e taktı, dördünü de yedekte bulunsun diye ona verdi.
Bekir, lahmacunları yerken de maskeleri alırken de çok utandı. Aklına hep babasının “Oğul, hak etmediğin bir malı sakın alma. Alın terinle kazandığın senindir. “ sözü geldi. Babasının nasihatleri bu kadar değildi tabii: Oğul, dürüst ol, namuslu ol, doğru yolda ol, kibar ol, fedakar ol, çalışkan ol, merhametli ol, saygılı ol, vefakar ol, cefakar ol, sabırlı ol, sırdaş ol, ol ol ol... ama illaki insan ol oğul insan ol...
Karakoldan çıkar çıkmaz Bekir, elini cebine attı, paralarını çıkarıp saydı: 4 lira 50 kuruş. Her gün  ekmekten başka bir şey yemediği  halde 17 lira 25 kuruştan geriye bu kadar kalmıştı. İki gün bu parayla alabileceği kadar yiyecekle idare edecekti. Ne alabilirdi ki, iki ekmekten başka? Öyle yaptı, karşısına çıkan ilk fırından iki ekmek alıp eve döndü. Zaten gökyüzü de kurşun rengine bürünmüştü, yani her an yağmur yağabilirdi. 
(Devam edecek...)
( Korona Hikayeleri-2 başlıklı yazı Ömer Faruk tarafından 13.05.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.