Otuzlu yıllarıma henüz başındaydım. Çileli köy öğretmenlik yıllarım uzayıp gidiyordu. Sinema, tiyatro benzeri sosyal etkinliklerden uzak olmanın eksikliğini doğanın merkezinde olmakla gidermeye çalıştığım yıllar…. Hele ilkbahar geldiğimde yeşillik denizi buğday tarlaları, tanımsız güzellikte mavinin en güzel tonlarıyla çiçekli keten tarlalarını yakından gözlemlemenin tadına doyum olmaz. Böylesi çelişik duygularla haşır neşir olurken zaman su gibi aktı. Bir okul sezonu daha bitti. Tatile girdik.

 

         Tatile girmekle memleket, doğduğum toprakların özlemi daha bir katmerlenir. Anne-baba, eş dost özlemi doruk yapar. Bu duygularla köyüme, baba evini ziyaret ettim. Ramazan Bayramı arifesiydi. Bayram yaptık. Annem yaylacılık geleneğinin müzmin adsız bir neferiydi. Bayramın ikinci günü yaylaya gidip annemin elini öptüm. Hayvancılığın gereği annelerimiz yaylada işlerinin başında olur. Benim gibi çokça arkadaşlarımda yayladaydı. Buluştuk

 

         Yayla düzleri bizi bekliyordu. İlk gençlik yıllarımızdaki top oynadığımız düzlüğe vardık. Yirmiye yakın genç toplandık. Hemen kale kurup topun arkasından koşu tutturduk. O günün benim için kara bir gün olacağını nereden bilebilirdim. Oyuna henüz başlamıştık. Top ayağıma geldi, düzelttim ve kaleye şutladım. Ne olduysa o anda oldu. Kemik sesi duydum. Ses benim parçalı kırılan sağ baldır kemiğimden geliyordu. Sadece kırık mı? Topuktan da çıkık vardı.

 

         Fazla acı hissetmedim ilk anda. Maç sona erdi haliyle. Bir traktörle beni yaylaya taşıdı arkadaşlar. Köyümüzde, adları ilçe sınırlarını aşan sırıkçılar vardı. Allah’tan sırıkçı Ali Amca yayladaydı. Davet edildi yayla evimize. Kırık olduğu tespit edildi. Gereğini yaptı Ali Amca. Bacağımı sarıp sarmaladı. O yıllarda araç bulup hastahaneye gitmek pek olası değildi. Kırık çıkık vakalarında doktorlardan daha çok sırıkçılara güven vardı.

 

         O yaz benim çayır biçme, üretime katkıda bulunma olanağım olmadı. Yirmi güne yakın sırt üstü yattım. Ziyaretime gelen dostları yatakta sırt üstü karşılamak ruhumda eziklik yaratıyordu. Yapacak bir şey yoktu. Başa gelen çekilir, ben de katlanıyordum istemeden de olsa…

 

         Derken yürümeye başladım yavaş yavaş. Bir baston biricik arkadaşım olmuştu. Müdür yetkili öğretmendim. İznim bitiyordu. Ardahan’a gidip 15 günlük rapor alıp yetesiye sağlığıma kavuştuktan sonra görev yetime gitmeyi planladım. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Hastahane personelinden biri, “sen ne yapıyorsun!? Hemen tam teşekküllü bir hastahaneye, örneğin Erzurum’a git. Ayağını kesebilirler(!)” deyince dünyam karardı.

 

         Yol göründü Kocaeli’ne.  Neredeyse 24 saate yakın sürüyordu otobüs yolculuğu. Zorlanarak da olsa katlandım uzun otobüs yolculuğuna. Atar apar topar Kocaeli Devlet Hastahanesine başvurup bacağımın filmini çektirdim. Filmi erken alıp doktora gösterebilirsem köye kalkacak dolmuşa kavuşabilecektim. Köye tek bir minibüs çalışıyordu.

 

         Aynı gün öğretmen dayımı ziyaret ettim. Biricik arkadaşım baston yardımıyla yürüyebiliyordum. Dayım, “Röntgen teknisyeninin cebine üç beş kuruş koyarsan filmi erkenden sana verebilir!” diye hoşuma gitmeyen bir öneri sundu. Yılların öğretmeni dayımın elbette bir bildiği vardı! Şehirde işler öyle yürüyordu demek ki!

 

         Hastahaneye döndüm hemencecik. Utana sıkıla teknisyen arkadaşa yaklaştım. Mahcup bir biçimde filmin erkenden elime geçmesi gereğini anlatırken bir taraftan da cüzdanımı çıkardım. Teknisyen arkadaşın sözleri beni hem utandırdı hem de az da olsa sevindirdi. “Hocam, olur mu? Siz de ne kadar maaş alıyorsunuz! Zaten hakkım olmayan bir kuruşa bile el uzatmam. İsteminizi yerine getireceğim…” dedi.

 

         Arkadaşın yaklaşımı insanlık adına güzel bir davranıştı. Mutlu oldum. Demek ki, insanlık ölmemişti daha. Sevinerek filimle beraber ortopedi doktoruna koştum. Doktor filmi inceledi. Baldır kemiğimde parçalı kırık oluşmuş.  Kırılan parça yeterli olmasa bile kırılan bölgeye kaynamıştı. Ameliyatın gerekli olduğunu söyledi doktorumuz. Bu kadarla bitmedi doktorumuzun sözleri. Devam etti vaazına:

 

         “Sen niçin şimdi geldin? Öyle ya! Okullar açıldı. Derse girmemek için şimdi geliyorsun(!) Ne söylediysem, sözlerim benden ileri gitmedi. “Seni ancak ara karne tatilinde ameliyat ederim.”

 

         Garip köy köy öğretmeni…  Zaten bastonla yürümek bende moral bırakmamıştı. Köye döndüm. Düzelmem devam etti gün gün. Bastonu fırlatıp atıverdim.  Normal yürüyordum artık. Sağlığın çok önemli bir nimet olduğunu yaşayarak bir kez daha gözlemledim.

 

         Şubat ayında doktora bir kez daha gidip filim çektirdim. Halimden memnun olduğumu söyledim sevgili (!) ortopedi doktoruna. Ameliyata gerek görülmedi. Böylece saygıdeğer sınıkçı Ali Amcanın tedavisiyle sağlığıma kavuşmuş oldum. Aşırı soğuk kış günlerinde fazlaca dışarıda kalırsa sağ bacağımın malum kırık bölgesinin az da olsa üşüdüğünü hissederim. Kırık, çıkık gibi durumlarda ne kadar iyi tedavi olunursa olunsun insan vücudu eski sağlığına kavuşmadığını hep duyarım.

 

         Yaşadığım yıllar içinde maalesef devlet dairelerinde memur beylere(!) özel ilgi kurmak zorunda kaldım. Altını çizeyim son yıllarda insan onurunu zedeleyen durumlara devlet dairelerinde rastlanmadığını sevinerek duyuyorum.

 

 

( İnsanlık Ölmeyecektir başlıklı yazı sahara tarafından 31.03.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.