Eve gidince annesine aldığı bu düşük notu nasıl açıklayacağını düşünüyordu. Bu kadar çok çalışmasına rağmen neden böyle düşük gelmişti ki sınavının sonucu? Bir türlü anlam veremiyordu. Nerede hata yapıyordu? Oysa arkadaşı Cemil kendisinin yarısı kadar çalışmadığı hâlde çok iyi matematik yapabiliyorken, bir diğer arkadaşı Serap Türkçe ve Sosyal Bilimler dersinde sadece dersi dinlediğini söylediği hâlde öğretmenlerin gözdesiyken kendisi bunca gayretine, annesinin üzerinde bunca titremesine rağmen hâlâ düşük not almaya devam ediyordu. Kendisini çok suçlu hissediyordu. Öyle bir şey söylemeliydi ki annesi kızmasın. Ama ne?

         Evlerinin bulunduğu sokağa girince içindeki sıkıntı arttı. Kış iyiden iyiye kendisini göstermeye başlamıştı. Ağaçların üzerinde kalan tek tük sararmış yapraklar da soğuk esintiye karşı koyamayıp bir bir yere düşüyordu. Kendisini o yere düşen yapraklardan biri gibi hissediyordu. Uçamayacaktı. Hep yere çakılacaktı. Oysa annesi ısrarlıydı. ‘Kuş olacaksın!’ diyordu. ‘Hem de avcı bir kuş!’ Yavaş adımlarla girdi apartmana. Zili çaldığında annesi meraklı gözlerle açmıştı kapıyı.


-      Merhaba anne.

-      Hoş geldin oğlum. Hadi hemen üstünü çıkarıp ellerini yıka. Sonra da sofraya gel bakalım.


Mehmet hiç ses etmeden söyleneni yaptı. Annesinin meraklı ve keskin bakışları sanki onu avlamak isteyen bir avcının attığı kurşunlar gibiydi. Yaralıyordu, eziyordu. Ama en çok da annesine beklediği haberi veremeyecek olmak kanatıyordu içini. Odasındaki aynada kendisine bakınca gözlerinin altında oluşan morluklar artmış gibi hissetti. Avuçlarında ve alnında ter vardı. Üstelik bu soğuk havaya rağmen… Üstünü çıkarıp elbiselerini dolaba güzelce yerleştirdikten sonra rahat bir şeyler giyinip lavaboya gitti. Ellerini ve yüzünü iyice yıkadı ve hep yaptığı gibi avucuna aldığı suyu tıpkı hep olmayı hayâl ettiği bir çita gibi içti. Evet, annesi ‘Kuş olacaksın!’ dese de onun içinde hep ‘Çita olmak!’ isteği vardı. Mehmet çita olmak istiyordu. Koşmak… Rüzgâr gibi, fırtına gibi koşmak…

 

-      Geç bakalım. En sevdiğin yemeklerden yaptım sana. Sıcacık...

-      Ellerine sağlık anne.

-      Bu da ekmeğin. İyice doyur karnını. Sonra da doğruca ödevlerinin başına.


Mehmet annesinin devam eden meraklı ve sorgulayıcı bakışları altında ilk lokmayı ağzına atıp yuttu. Sanki bir taş yutmuştu. Ama annesine bir şey belli etmedi. İkinci lokmayı alırken zoraki bir tebessümle annesine bakıp sol eliyle ‘Nefis olmuş’ anlamına gelen işaretini yaptı. Bu sırada mutfağın camına vurmaya başlayan yağmur damlaları, havanın kapalı ve basık hâli Mehmet’in sıkıntısını depreştiriyordu. Ama annesi sormadan cevap vermeyecekti.

 

-      Ee, anlat bakalım.

-      Ne anlatayım anne?

-      Oğlum sanki neyi merak ettiğimi bilmiyorsun. Nasıl geçti sınavın? Kaç aldın? Onu anlat.

-      Şey…

-      Yoksa yine mi düşük aldın?


Bu soru bir bıçak gibi saplandı Mehmet’in midesine. Ne demek ‘Yoksa yine mi düşük aldın?’ Annesi bilmiyor muydu sanki oğlunun yüksek notlar almak için ne kadar çabaladığını?


-      Şey, anne…

-      Söylesene oğlum!

-      47 almışım.


Diyebildi yutkunarak. Demesiyle de annesinin elindeki bardağı masaya vurması bir oldu. Çıkan ses Mehmet’i oturduğu yerde titretti. Bakamadı annesinin yüzüne.


-      Bu nasıl not böyle Mehmet? Şurada liseye geçmene ne kaldı. Bu kötü notlarla nasıl iyi bir liseye gideceksin sen? Herkese rezil olmamızı mı istiyorsun? Koskoca bir avukatın oğlunun aldığı notlara bak! Böyle söylemezler mi insanlar?

-      Ama anne…

-      Kes! Daha lafımı bitirmedim. Kuzenlerinin ikisi de sınıflarının birincisi. Cenk’in kuş olmasına kesin gözüyle bakıyor herkes. Sen bu notlarla değil kuş, kaplumbağa bile olamazsın! Biz de babanla oturmuş daha şimdiden sana alacağımız birinci kalite kanatların araştırmasını yapıyoruz. ‘Oğlumuz kuş olacak, hem de bir avcı kuş olacak. Ona öyle kanatlar alalım ki göklerde bir şahin gibi süzülsün!’ diyoruz. Sen ise şu dışardaki ağaçlarda kalan sararmış yapraklar gibisin. Hep yerlerdesin.


Mehmet cevap veremedi. Sadece ‘Özür dilerim anne’ diyebildi sessizce. Kaşığı tutan eli titriyordu. Nabzı hızlanmıştı ve midesi yanıyordu. Kaşığı masaya bıraktı.


-      Yemiyor musun?

-      Pek iştahım yok.

-      Git dersine çalış. Eğer önümüzdeki hafta da sınavından düşük alırsan bak sana ne yapıyorum ben! Bu nedir ya?

-      Anlaşıldı anne.

 

Hiç konuşmadan odasına gitti. Midesindeki yanma, yüreğindeki sızı göz pınarlarına hücum etti. İçinden camı açıp haykırarak ağlamak geliyordu. Tuttu kendini. Üstündeki kazağın koluyla sildi gözlerini ve kitabını açıp ders çalışmaya başladı. Yutkunarak, midesi bulanarak çalıştı. Kendini mecbur hissederek… O kadar çok çalıştı ki gözleri yorgunluktan kan çanağı olmuştu. Ve öylece masanın üzerinde uyuyakaldı.


Bir rüya görüyordu şimdi. Yemyeşil bir ovadaydı. Her taraftan kuş sesleri geliyor, sadece televizyonda gördüğü pek çok irili ufaklı hayvan ovaya yayılmış bulunuyordu. Hafif esintiyle salınan otların çıkardığı hışırtıyı doya doya içti kulaklarıyla. Gökyüzüne baktığında derin ve cezbedici bir maviliğin ona kucak açtığını gördü. Uçmalıydı. Ne olursa olsun uçmalıydı.  Birden sırtında heybetle duran iki kanadı fark etti. İçini dehşet veren bir heyecan kapladı. Koşmaya başladı. Hızlandı, daha da hızlandı. Ciğerlerini çatlatırcasına koştu, koştu ve ovanın sona erdiği yerde başlayan uçurumdan bıraktı kendisini. Şimdi kanatlarını açmış süzülüyordu. Uçuyordu. İçini dolduran sevinçle bağırdı. ‘Anne, anne, uçuyorum. Kuş oldum anne! Kuş oldum!’


Uyandığında akşam içinde hissettiği burukluk yoktu artık. Alelacele hazırlanıp çıktı evden. Kapıyı kapatırken mutfaktaki annesine ’Anne ben çıkıyorum, bugün koşu yarışması var, lütfen gel, seni seviyorum.’ diye seslendi.  Koşarak gitti okuluna. Yarışma için son hazırlıklar yapılıyordu. Mehmet bugün kendisini gerçek bir ‘çita’ gibi hissediyordu. Yarışma saatine kadar kendini zapt etmekte oldukça zorlandı. Bugün bu yarışı kazanıp ailesini gururlandıracaktı. Belki bu vesileyle annesine çita olmak istediğini de söyleyebilirdi. Yarışmayı kazandığını görünce annesi de belki ikna olurdu.


Yarışma saati geldi ve Mehmet koşu için hazırlanan sokaktaki yerini aldı. Bu sokak okulun önünden geçiyordu ve oldukça uzundu. 100 metrelik koşu için sokağa çizgiler çekilmiş ve bir de bitiş çizgisi üzerine kırmızı şerit çekilmişti. Yarışmayı izlemeye gelenler arasında annesinin de olduğunu görünce heyecanı arttı Mehmet’in. Ona el salladı. Hazırdı.


Düdükle beraber tıpkı bir çita gibi öne attı kendisini. Diğer yarışmacılardan daha yavaş bir tempoyla ama ciğerlerini açarak koşmaya başladı. İlk 20 metreden sonra hızlandı. Tıpkı bir çita gibi uzun soluklu ve ileri doğru eğilerek koşuyordu. 50 metre… İlk sırayı almıştı bile. Ama hızlanmaya devam etti. 60 metre... Bacaklarıyla bir yaprak olarak düştüğü yerlerden intikam almak istercesine koştu. 80 metre… En yakınındaki çocukla arasında epey fark olmuştu. Herkes onun kazandığını biliyordu. 100 metre… Kırmızı şeridi tıpkı bir çitanın avını yakaladığı gibi kopardı. Alkış sesleri… Durmuyordu. Koştu. Arkasından bağırışlar... Alkışlar… Annesinin sesi… ‘Mehmet kazandın, dur!’ Ama hayır, uçuruma az kalmıştı. Daha da hızlandı. Birazdan özgür olacaktı. Uçurumdan kendini bırakacak ve uçacaktı. O zaman annesi onunla gurur duyacaktı. Cenk gibi ‘kuş’ olacaktı. ‘Kuş oldum anne!’ diyecekti. Bağırışlar. ‘Dur!’ Durmadı. Koştu, koştu, koştu. Keskin bir çığlık… Asfalta kazınan resim ve özgürlük… Mehmet uçuyordu şimdi. Kanatları vardı gerçekten de… Ve annesini gördü. Bağırdı. ‘Uçuyorum, uçuyorum. Kuş oldum anne. Kuş oldum!’

 

 

Mahmut UZUN

( Kuş Oldum Anne başlıklı yazı Mahmut Uzun tarafından 23.06.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.