Ya Hak
YA HAK
1623 Yılında Osmanlı Tahtına
henüz 11-12 yaşında
bir çocuk olarak
oturmuştu IV. Murat ve o
tahta oturduğunda Osmanlı Devletinde ilk kez bir
padişah annesi resmen Padişah naibi olarak
devleti yönetti. Hem de 9
sene.. Bu süre
içinde 8 vezir-i âzâm ve
9 defterdar değiştirdi
Kösem Sultan. Bu
arada Özellikle İran
durumdan istifade Irak topraklarını
ve Bağdat’ı ele
geçirmiş hatta Mardin’e
bile girmişti.
1632 de IV. Murat Osmanlı Devleti’nin
idaresini artık doğrudan
doğruya kendi ellerine
aldı. Dedesi Fatih Sultan
Mehmet’in İstanbul’u feth
ettiği yaşa gelmişti
çünkü: 20- 21 Yaşlarındaydı.
IV. Murat öncelikle payitahtta
işleri yoluna koyup
devlete çeki düzen verdikten sonra sıra
artık İran’a gelmişti.
Bağdat’ı almak- Osmanlı topraklarına
girmek ne demekmiş
gösterecekti Safevilere.
Herkesin dilinde padişahın İran
üzerine yapacağı sefer vardı. Haliyle bu
haberler İran Şahına
kadar da gitti.
Bağdat’ı Osmanlılardan alan Şah I.
Abbas ölmüş ve
yerine oğlu Şah I. Safi
geçmişti ama şah Safi
babası gibi cesur
ve yırtıcı bir hükümdar
değildi. O bakımdan IV. Murat’ı üç
beş parça hediye
veya biraz gözünü
korkutarak bu seferden alıkoyacağını düşünüyordu.
Şah 1630 lu yılların ortalarında
İstanbul’a bir elçi
gönderdi. Elçi pek
çok pahalı hediyeler
yanında bir de
yay takdim etti Sultan IV. Murad’a...
Şah Safi elçisiyle gönderdiği
mesajda sevgi- dostluk-
barış- din kardeşliği
vesaire bir sürü
gönül alıcı laf
söylüyordu ama aynı zamanda da
çaktırmadan göz dağı
veriyordu Osmanlı Padişahına
zira hediye olarak
gelen yayla birlikte
bir mesajı vardı
şahın:
‘’ Bakalım Osmanlı Diyarında
bu yayı çözüp yeniden
kurabilecek bir yiğit
var mıdır?’’
120 Kiloluk iki
saray pehlivanını bellerindeki
kemerlerden tutup havaya
kaldırıp indirerek her gün
halter çalışması yapan Murad
Han ömrü hayatında hiç görmediği
bu acayip yayı eline
alıp kirişine dokunduğu anda
böyle bir yayı
çözmek ve tekrar
kurmak için ya Hz.
Hamza ya
da Hz. Ali olmak gerektiğini
anlamıştı. Normal bir
bir insanın bu
yayı boşaltmasının ve sonra
tekrar kurmasının imkanı yoktu. İran
Şahı kim bilir kaç
insana kurdurmuştu bu yayı
ama ‘’ bu yay bir
insan tarafından çözülemez de bağlanamaz
da’’ diyemezdi.
Öte
taraftan Şah resmen kafa
tutuyordu ‘’ Bak bizde ne yiğitler
var. Ayağını ona
göre denk al.’’ Demeye getiriyordu.
Elçiye hiç bir
şey demeden kapı
ağalarına seslendi.
-Ağalar ! Alın bu
yayı has odada münasip
bir yere asın.
Şimdi okla yayla
vakit kaybedecek zaman
değildir.
Sonra bir el
işaretiyle İran Elçisini de
huzurundan sepetledi ama
aklı yayda kalmıştı. Bu yayı
acaba kim çözer
kim tekrar kurabilirdi?
********
Yenişehirli Hüseyin kucağına doldurduğu odunları
has odanın kapısına kadar
getirdi. Has odanın
önünde nöbet tutan görevliler onu
tanıdıkları için ve
içeride kimse olmadığından
hemen kapıyı açtılar.
Hüseyin odunları şöminenin yanında
güzelce istifledikten ve akabinde
şömineyi yaktıktan sonra dışarı
çıkmak üzere döndüğü
anda duvarda asılı
yayı gördü. Bu yay hayatında
gördüğü en garip
yaydı. Gerçi sarayda çalıştığı
için öyle pek
yay filan da gördüğü
yoktu ama bu yay
bambaşka bir şeydi.
Bu çok çok özel
odada görevinin gereği dışında
herhangi bir şeye
dokunması başına olmayacak
belalar açabilirdi ama merakı
galip gelmişti. Hemen
indirdi duvardaki yayı.
‘’ Bu nasıl bir
yaydır be. Bunu
gerip de ok
atmak mümkün değildir. Şunu az gevşeteyim
bari yoksa padişahımız efendimizin parmaklarını doğrar
bu.’’ Diye düşündü
kendi aklınca.
Bir vücut geliştirme
sporcusunun vücudu gibiydi
vücudu. Yayı ellerine alıp da az
gevşetmeye çalıştığında tüm
kasları şişmişti.
‘’ Hay
mübarek. Bunu kaç
kişi kurdu acaba?
Bu kadar germeye
ne gerek vardı?’’ dedi ve bir
kez daha yüklendi
yaya.
Evet. Bu
sefer olmuştu. Yay
çözülmüştü.
Şimdi onu yeniden ama
biraz daha gevşek
bir şekilde kurmalıydı.
Lakin dışarıdan sesler
geliyordu. Belli ki
birileri yaklaşmaktaydı.
Korkuyla kendisini dışarı
attı. Az sonra da gelenin
kim olduğunu gördü.
Bu Padişah Murad’dan başkası değildi. Hemen bir
adım gerisindeyse vezir-i âzâmı
ve diğer devlet
erkanı vardı ve padişah öfkeyle söyleniyordu
vezir-i âzâmına: ‘’Lala!
Ne yap et o İran Sefiri olacak
it ülkesine dönmeden
önce o yayı çözecek pehlivanı
bul huzuruma getir.’’
Sonra topluca has
odaya girdiler. Girmeleriyle
birlikte de malum yayı
çözülmüş vaziyette divanlardan
birinin üzerinde gördüler.
Padişahın da devlet
erkanının da gözleri parladı.
Yay çözülmüştü. Ama kim? Kim
çözmüştü bu yayı.
Has oda
görevlileri çelebiler? Mümkünü
yoktu. Has oda koruma görevlisi
zülüflüler? Evet yiğit
adamlardı ama cesaret
edip bu odaya
giremezlerdi. Eee kim o
zaman?
Sultan Murad kapıdaki görevlileri çağırdı.
-Bre söyleyin bakalım. Hanginiz girdiniz
bu odaya?
Zülüflüler titredi.
-Aman Sultanım! Ne
haddimize.
-O zaman
deyin bana. Bu
yayı kim çözdü?
Zülüflüler birbirlerine baktılar. Odaya en son
giren oduncu Hüseyin’di.
İkisi birden can havliyle
cevap verdiler:
-En son oduncu Hüseyin
girmişti padişahım. Odunları
bırakıp çıktı.
-Tiz bana o
oduncu Hüseyin’i bulup
getirin.
Oduncu Hüseyin’i bulmak
kolaydı. Neticede ya odun
doğruyor olurdu ya da Kur’an
okuyor olurdu. Bazen de spor
yapardı kendince..
Bulup doğruca padişahın
huzuruna çıkarttılar.
Oldukça sert bir
insan olan Padişah
Murad öfke değil
hayranlıkla bakıyordu karşısındaki
yiğide. ‘’ Gitti kelle ‘’ diye
korkan Hüseyin bu
bakışları görünce rahatladı
ama yine de
yaptığı affedilmez bir
hataydı.
Padişah tane tane
sordu.
-Baka Hüseyin ! Bir kez sual
eyleyeceğim. Sen de bana
doğruyu söyleyeceksin. Bu
yayı sen mi
çözdün?
Yalan söylemenin manası yoktu.
Hem kellesine bile mal
olsa sevmezdi yalan
söylemeyi Hüseyin. Ürke
ürke cevap verdi.
-Beli Sultanım.
-Hımmm demek sen
çözdün ha? O
halde çözdüğün şekliyle de
bağlarsın?
-Beli sultanım.
Padişah neredeyse padişah olduğunun unutup
Hüseyin’e sarılarak öpecekti
her iki yanağından.
-Eh o zaman haydi
bir daha kur
ve bir daha
çöz de görelim.
Hüseyin yayı aldı.
Bismillah dedi ve
aynen ilk eline
aldığı şekliyle tekrar kurdu.
Herkes ‘’ Maşallah. Sübhanallah’’ dedi.
IV. Murad emretti:
‘’Şimdi bir de
benim huzurumda çöz.’’
Hüseyin emri ikiletmedi.
Bir kez de
padişahın huzurunda çözdü.
Padişah Murad alından
öptü Hüseyin’i
-Yüzün ak ola yiğit.
Sonra emretti.
-Tiz o İran elçisini
huzuruma getirin.
İran elçisi huzura
geldiğinde Hüseyin yayı kurarak
eski durumuna getirmişti.
Padişah İran elçisine
döndü elindeki yayla.
-Şahın bu yayı
çözebilecek yiğitlerimiz olup
olmadığını sormuştu değil
mi? Şimdi seyret.
Sonra Hüseyin’e döndü
-Çöz.
Hüseyin İran elçisinin
kontrol ettiği yayı
hemen çözdü.
Padişah bir kez daha
emretti:
-Şimdi de kur.
‘’ Kur’’ derken Hüseyin’e göz
etmişti padişah. Hüseyin
mesajı aldı. Yaya iki
başından öyle bir baskı yaptı
ki yay ortasından
çat diye ikiye ayrıldı.
Padişah sözde öfke ile
bağırdı.
-Bre niçin kırdın
yayı?
-Sultanım siz kır demediniz
mi?
-Bre deli ben
kur dedim sana...
Saray erkanı için
için kıs kıs
gülüyordu.
IV. Murad İran
elçisine seslendi.
-Git Şahına söyle. De
ki: ‘’Osmanlı’nın bir
oduncusu bile bizim en
güçlü yayımızı parçaladığına
göre askeri neler
yapmaz.’’ Söyle ona bizi
tehdit etmeye gücümüzü
sınamaya kalkmasın.
*********
*Sarayda oduncu ve
imrahor ( padişahın atlarına bakan seyis) olarak çalışan Yenişehirli ( Bursa ) Hüseyin
bu yay kırma olayından sonra
sıkı bir eğitime
alındı ve akabinde
kendisine Kaptan-ı Deryalık
görevi verildi. 1639 daki
Irak Seferine Kaptan-ı
Derya Baltaoğlu Hüseyin Paşa
namıyla katıldı.
Savaşlardaki cesareti yüzünden
ona ‘’ Deli Hüseyin
Paşa’’ da diyorlardı.
* Daha sonra Azerbaycan
üzerine yapılan sefere de
katıldı.
*Sonra padişah tarafından
Mısır beylerbeyliğine atandı.
*Bir müddet Anadolu
beylerbeyliği yaptı
*Sonra sırasıyla 1641’de Özi, 1642’de Bosna ve 1644 yılında Budin beylerbeyi
oldu.
*1645 de Girit Seferine
katıldı. Genel olarak başarısı olan
bu seferde her
şeye rağmen kahramanca
çarpışan ender kumandanlardan biriydi.
* 1649 da Sultan İbrahim tarafından
Rumeli Beylerbeyliğine getirildi.
* Ne yazık ki
1659 da bazı hainlerin
Sadrazam Köprülü Mehmet
Paşayı dolduruşa getirmesi
sonucunda onun tarafından Yedikule
zindanlarında boğdurularak öldürüldü.
NOT:
1-Bu yazı rivayetlere
dayanır ve okuduğum rivayetlerden
tarafımca kurgulanıştır. O bakımdan
‘’ Tarihi Makaleler ‘’
Bölümünde değil ‘’ Efsane
Hikayeler ‘’ Bölümünde
yayınladım.
2- Topkapı Sarayında sergilenmekte olan yazımıza konu olan yay 1994 de Topkapı Sarayına
yaptığım son ziyarette
bile iki parçaydı.
Yani kırıktı. Sonra
hangi akla hizmet bilinmez
gördüğünüz gibi birleştirmişler.
3- Yazının başlığı
neden ‘’ Ya Hak’’ diye soran
olmaz sanırım ama
yine de kısaca değinelim. Okçulukta
yayı geren tirkeş- veya kemankeş ( okçu ) oku fırlatmadan
önce ‘’ Ya Hak’’ der oku öyle
fırlatır.
(
Ya Hak başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
12.09.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.