‘’Yalnızlık, bana hiçbir an
eksilmeyen bir güç veriyor.’’(Kafka)
Soruyorlar tek tek.
Sormayanlar da var sorgulamayı
yeğleyen ve kim olduklarının artık ve de asla bir önemi yok.
Ne mevsime riayet ediyorum ne de
dünyada saklı cennet sirayet ediyor en azından içimde saklı bir bahçenin
olduğunu biliyorum ama yeryüzü denen cehennem aşağı görüyor içimdeki cenneti ya
da birileri sığ olarak nitelendiriyor beni çünkü müşküle düştüğümde illa ki
inandığım ya da inanmak adına kandırıldığım insanların yakasına yapışıyorum.
Elbet afaki bir çırpınış bu: çektiğim
acılar ve günlerdir beni terk etmeyen bir baş dönmesinin birileri için önemli
olmadığını görebiliyorum yine de yakınıyorum belki de bir sinek gibi
vızıldadığımdır addedilen oysaki ben ateşe aşık olan pervaneyim ve hala
insanlardan yana ümidim var.
Yalan söylemeyi beceremediğim bir
gerçek bu da yetmezmiş gibi Allah’ın bildiğini kulda saklamadığım.
Ve işte tosladığım duvar.
Bu kadar mı nokta atışı yapılır hele
ki yaşadığınız sıkıntılar çoğu insan için bir mutluluk kaynağı iken.
Günlerdir çabalıyorum yoksa yıllardır
mı demeliydim yeter ki kalemi rayına oturtayım ve üretmek adına bol bol
duyumsuyorum ve gün içerisinde kimin gözünde hedef tahtası isem gerçek manada
yere seriliyorum ve ben bir ömür, beynimi sermayem olarak bilmişken son
yıllarda duygu akımıyla hatta doz aşımı hisle dolup taşıyorum.
Gözlerim de çağlasa bile içime
akıtıyorum göz yaşlarımı yeteri kadar canım yanmışken bir de bunun için can
çekişemem.
Okuduğum yazarlar var ve nerede ise
tüm yazdıklarını kütüphanemde topladığım bazen yıkıma uğradığım bazen kalemine âşık
olduğum ve kalemimle bağdaşsın istiyorum onların varlıkları.
Bu da ayrıca bir yıkım çünkü özgün
ritmini kaybediyorum kalemimin ne zamanki farklı yazarlarla okuma yapsam etki
altında kalıp özgünlüğümü yitiriyorum yine de okumadan geçmiyor zaman ve şunu
da belirtmeliyim ki; aşağı yukarı 400 sayfalık bir kitabı okumak benim sadece
üç ya da dört günümü alırken günde bir ya da iki saatten de hesap ettik mi
akabinde dolduruşa gelen kalbim ve kalemim illa ki beş on sayfa karalamadan
günü sonlandırmak istemiyorum.
Günlerdir tünediğim masa başım
genelde her on dakikada bir ayağa kalkıp evi turladığım ya da dostlarımla ve
ailemle geçen zaman o da telefon sayesinde ruhuma iyi gelen sevdiğim kim varsa
istişare ettiğim diğer yandan bir değişim geçiriyorum ister istemez.
Bir yerlere konmak istiyorum ama
insanlar konumlandırıyor beni: aklınıza gelen her insanın bunu yapması çok
muhtemel.
Toplumdaki yerimse sıradan olduğu
kadar sıra dışı bazen dile gelmeyen asla da gelmeyecek olan sıkıntılardan bir
türlü başımı kaldıramazken ve ben her gece her gün umut diye dokunurken hayata.
Umut etmediğim zamanlar insanlar
farklı gruplara ayrılıp yargılıyor beni:
Bir kesim inanmıyor ve
kötümserliğimle birlikte beni yerin dibine sokuyor daha da acısı çektiklerimi
anlatmaya başlar başlamaz şüphe dolu gözlerle bakıyorlar.
Bir kesim ise inancımı sorguluyor
sanki hidayetin en üst basamağına erişmişçesine zaten toplumdaki bölünme ve kim
inançlı kim değil tartışması bir şekilde birilerini ayrıştırıyor.
Nereye ait olduğumu bir türlü
kestiremiyorum.
Hem inançlı olduğum hem demokrat hem
laik hem de insan ayrımı yapmadığım ama illa ki ben de kategorize ediliyorum
adeta karikatürize edilmişçesine hayatım.
Severek geçen ömrüm ve artık bunu bir
zaman kaybı olarak görüyorum.
El attığım hangi iş olursa olsun ya
da öğrenciliğimin süregeldiği bir şekilde sevdiğim her şeyi herkesi
kaybetmişken ve ben adeta yeniden kaybetmek adına bir şeyleri birilerini
sevmeye devam ederken.
Sevgi benim için bir bağımlılık iken
sevginin etkileşimdeki ve dostluktaki gücünü hor görüyor insanlar ya da tam
tersi:
Ne de olsa herkes ama herkes
görünürde sevgi dolu ve pozitif ama öyle insanlar tanıyorum ki zaman içinde
tutum değiştiren ve öyle insanlar tanıyorum ki; sevdiği kadar beni destekleyen
ve bir anda arkalarını dönüp gidenler.
Safça inandığım da ayrı bir gerçek ve
anlamadığım bir şekilde hasıl olan kalp gözüm ve bunu idrak ettiğimden bu yana
kime bahsetsem alaya alındığım ya da bana öyle geldiğini söyleyenler.
İç sesimi daha yeni özgür bırakmışken
aralıksız beni uyaran bir ikaz lambası adeta ve karşımdakinin ses tonu olsun ya
da kurduğu cümleleri bir şekilde ayırdına varıyorum doğruyu söyleyip
söylemediğinin.
Günü ya da zamanı doldurmak değil
gayem ve ben yazarak sınırlarımı aşıyorum ve ihlal edilen sınırlarımdan
sinirlerime uzanan köprüde sadece ayakta kalmaya çalışıyorum.
Bir ömür nemalandığım ne ise.
Tek becerebildiğim öğrenci olmak iken
ve ben bir ömür hocalarıma güvenip onları başımda taşımışken ve onlar da beni
sonuna kadar desteklemişken illa ki bir şeyler yolunda gitmiyor özellikle
yazdıklarımı sanal ortamda paylaşmaya başladığımdan bu yana şekilden şekle
gelen insanlar tanıdığım ve kurdukları cümlelerin arkasında durmayan ve ben
sadece insansızlığımı birilerini sevip güvenerek giderdiğim.
Konuya pek çok açılım getirebilirim
hele ki şu son zamanlarda aklım almıyor bu iletişim kopukluğunda kim olursa
olsun yok sayıldığım ya da tam tersi yerden yere vurulduğum ve ben hala sevgiyi
ve aşkı savunup telaffuz ederken aşkın da sevginin de yanlış anlaşıldığı ve
umut penceremde açan çiçekler misali yazıyor olsam bile bir şekilde darbe
aldığım ve hayatın geneline yayarsak bir şekilde insanlar tarafından refüze
edildiğim.
Dün de olduğu üzere.
Eşleştiğim kim ise aslında bir
yanılgı olduğu.
Eşleşir gözüken kim ise kendini geri
çektiği.
Dokunduğum kim olursa olsun sevgiyle
yanaştığım ve içtenlikle iletişim kurmaya çalıştığım…
Ve evet, bu sadece bir çalışmadan
öteye gidemiyor ve sadece zaman kaybettiğimi de yadsımamam mümkün değil.
Zaten hayatta mümkün olmayan her
şeyin herkesin de peşinden gitmişken ve peşimi bırakmayan talihsizlikler
üstelik hayatın genelinde karşılaştığım ve de yolumun kesiştiği kim olursa
olsun, ya rencide edildiğim ya da suçlandığım ve bir takım sıfatlara maruz
kaldığım.
Soldan sağa sayıyorum ve de sağdan
sola.
Ne sağımda ne solumda var birileri.
Birileri var ki; sığ olduğumu
söyleyecek kadar kibirli ve de sözüm ona sevgi dolu ve aynanın neresinden
bakacak olursam olayım kendime biliyorum da kurdukları cümlelerle kimsenin ben
olmadığını işin ilginci öykündüğüm bir Allah’ın kulu yok ve ben sadece öğrenci
kimliğimle bir ders niteliğinde görürken her insanı ve de hayatı bir okul gibi
algılarken asla geçemediğim sınavlar ve her sınavın da ayrı bir insana denk
düştüğü.
Çoktan rüştümü ispatlamış olsam da.
Çoktan diplomalarımı alıp rafa
kaldırmış olsam da…
Birileri illa ki çürük raporu verip
muhatabım olmadığını da gözüme soka soka gösterirlerken.
Çağda yakalandığım bir furya bu olsa
olsa.
İkiyüzlülüğün ve sahte sevgilerin baş
tacı olduğu bir döngü ve çağ ve önceki yıllarda yaşadığım hayal
kırıklıklarından da beteri adeta.
Uyarladığım hangi duygu ve de hangi
hikâye olursa olsun o hikâyeden firar etmiş kahramanlar çoktan terk etmişlerken
hayatı ve de umudu.
Saklı tutulası bir umut çizelgesi ama
yalan yanlış beyanlarla karalanan bir isim ve de çalınan hayat ve de hayaller
üstüne üstelik hayallerimi çalan da en yakın dostum iken ve de benim hayalimi
kendine uyarlayıp gerçek kılan ve işte bana ait bir hayalin mutluluğu da
kursağından nasıl geçiyorsa…
Neden mi edebiyat ve bunu şu alıntı
ile cevaplandırabilirim: hem Kafka’nın hem de Tezer Özlü’nün vurguladığı üzere:
‘’Neden edebiyat? Yeryüzüne
dayanabilmek için. Bu çabada da düşünüyorum da en büyük dirence gücü veren
yazar Franz Kafka.’’
Yalnızlığım ve acılarımı hiç olmadığı
kadar seviyorum ve acı çeke çeke ve de insanları karşılıksız seve seve
nihayetinde kendimi sevip kucaklamanın verdiği mutlulukla katlanıyorum hayata
ve sevdiğim herkesten verdiğim sevgi rahatsızlığı adına özür diliyorum.
Bu kadar sevilmeyi hak ettiniz mi
sahiden üstelik ben sizleri severken sizler beni yok sayıp nefretinizle
cezalandırırken…