Küçük hikâyeler avlayan Eduardo Galeano (3 Eylül 1940-13 Nisan 2015)'yu taklit etmeye çalışacağım.

Sessizlik

-Tek başına oturmuşsun; ne düşünüyorsun öyle?

-Hiçbir şey düşünmüyorum. Sessizliğin sesini dinliyordum; tabii sen rahatsız edinceye kadar!

-Saçmalama! Sessizliğin sesini dinliyorum dediğinde dinlediğin nasıl sessizlik olacak? Çünkü algıladığın bir ses var olduğuna göre, burada sessizlikten bahsedilemez.

-Duyular dışı idrak yoluyla bu mümkün olabiliyor. Yani hiçbir duyu organımı kullanmadan sessizliğin sesini dinleyebiliyorum.

-Bu iddian bildiğimiz duyum ve algı faaliyetlerine aykırı.

-Evet öyle, çünkü burada gerçekleşen, zaman ve mekanın dışındadır.

● ● ●

Midedeki Düğme

Dışarı çıkmak, biraz dolaşmak istiyordu. Dünkü soğuk, yerini ılık bir havaya bırakmıştı. Gerçi biraz rüzgâr vardı ama üşütecek kadar değildi. Karısına haber vermek istemiyordu, çünkü haber verirse başına ne geleceğini biliyordu. Başlayacaktı “Böyle havada dışarıya çıkılır mı? Otur oturduğun yerde. Rahat mı battı?” diye.

Aceleyle giyinmeye başladı. Pijamasının üzerini çıkarıp gömleğini giyip düğmelerini iliklerken aksilik bu ya sol kol düğmesi koptu. Karısına söyleyip diktirebilirdi. Diktirmedi. Düğmeyi dikmesi bitene kadar konuşup onu gitmekten vazgeçirebilirdi. “Gelince diktiririm” diyerek düğmeyi gömleğinin cebine koydu. Çoraplarını, pantolunu giydi. Aklına her gün öğlenleri içtiği tansiyon ilacı geldi. Dolaptan bir hap alıp “Bir kıraathanede içerim” diye düşündü ve gömleğin cebine koydu.

Ceketini ve montunu giyip ayakkabılarını ayağına geçirip sessizce dış kapıdan çıktı. Kıraathaneye geldiğinde iyi havadan faydalanmak isteyen müşterilerin dışarıdaki masaları doldurduğunu gördü. İçeri girip üzerinde gazete bulunan bir masaya oturdu, gazeteyi eline aldı, okuyacaktı. Ama gözleri iyi görmediğinden önce gözlüklerini takması gerekiyordu. Ceplerini aradı, gözlük yoktu. O telaşla evde unutmuştu. Unutkanlığına kızdı, son günlerde artmıştı. Gazete gene okumasındı, zaten televizyondan haberleri dinleyip morali iyice bozulmuştu: Zam zam, hep zam; sanki başka anlatacak bir şey yokmuş gibi!

Garsona işaret edip yanına çağırdı, bir çay bir de su istedi. Çayı ve suyu çabucak getirilince gömleğinin cebindeki tansiyon hapını içti. Bunu bari unutmamıştı, kendini kutladı.

Eve döndüğünde karısı haber vermeden çıkıp gittiği için bir hayli kırkındı. O, bir yandan üzerindeki giysileri çıkarırken bir yandan da karısına laf yetiştiriyordu. O sırada gömleğinin kopuk düğmesi aklına geldi.

-Hayatım, buradaki düğme koptu, deyip kolunu gösterdi

-Ver de dikeyim, dedi karısı.

Elini gömlek cebine sokup düğmeyi çıkarıp verdi.

-Sen benimle alay mı ediyorsun? Bu düğme değil.

-Düğme değilse ne? Kopunca gömlek cebime koymuştum.

-Bana verdiğin bu şey senin tansiyon ilacın.

Karısının elindeki şeyi iyice görmek için komidinin üzerinden gözlüğünü alıp baktı, evet bu düğme değildi. Karısı:

-Ver düğmeyi, hemen dikivereyim. Unutulursa kaybolur gider.

-Veremem, çünkü gömleğimin cebinde yok.

-Nerede öyleyse?

-Midemde...

● ● ●

Gogol'un Öldüğü Gün

Etraf maskeli insan dolu, çünkü korona tehlikesi henüz geçmemişti. Burası bir hastanenin koridoru. İnsanların gözleri kapıların üzerindeki ekranlarda. İsmi ekranda görünen hemen yerinden fırlıyor, içeri dalıyor. Böyle acele etmek zorundaydılar yoksa randevusu bulunmayan birçok uyanık, sırası gelen kişiden önce doktorun odasına giriveriyordu.

Kapısında “üroloji” yazan odanın önünde yarım saattir bekliyordu. Oysa randevusu yirmi dakika önceydi. Birileri içeride doktor olmadığını, çünkü yan tarafta kahvaltı ettiğini söyledi.

Doktor kahvaltısını bitirip geldikten bir yarım saat daha sonra, adı ekranda çıkınca içeri girdi. Derdini anlatmaya başladı. Kasık fıtığı olduğunu, prostatı da bulunduğunu, kasık ve belinde ağrı olduğunu ve daha birçok şikayetini anlattı. Doktor dinlermiş gibi görünüyordu. Ve nihayet konuşmaya başladı:

-Fıtık biraz ağrı yapar. Genel cerrahiye gidin, ameliyat gerekir. Amca yaşın kaç?

Dedi, doktorun bu konuşması hoşuna gitmedi. “Amca” değil “beyefendi” demeliydi diye düşündü. Soruyu cevapladı:

-Gogol'un öldüğü günden tam yüz sene önce doğmuşum.

Bu cevap biraz ukalacaydı ama o sorunun sahibi de bunu hak etmişti. Soruların hazır cevapları bekleneceği yerde soranın da araştırması gerekmez miydi? İşte o nedenle Gogol'u işin içine katmıştı. Doktorun önünde bilgisayar vardı, oraya yazsın ve cevabı bulsun.

Doktor bu cevap karşısında biraz şaşırır gibi olduysa da bilgisayara “Gogol” yazıp “enter” tuşuna bastı. Çıkan görüntü: Gogol Ölüm: 4 Mart 1852 .

Hızla hesapladı 1852'ye 100 ekledi: 1952. İçinde bulunduğu yıldan 1952'yi çıkardı: 70

( Küçücük Hikâyeler-2 başlıklı yazı Ömer Faruk tarafından 24.02.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.