Yazmak şart oldu bu konuda!.. Öykücülüğümüzün duayenlerinden Abasıyanık’ın, “yazmasam delirecektim” diye çok sevdiğim bir sözü var. Öyküsü ilginçtir. İnsanların duyarsızlıklarına sitem saklıdır bu sözde. Duyarlı bir yüreğin emeğe saygısızlığına karşı haykırıştır yazarı delirtme raddesine getiren olay… Beni de yazmaya iten buna yakın bir olay yaşadım. Önce gerilerden bir anekdot anlatayım. Yazmama neden olan olayı yazının sonuna kalsın.

 

         90’lı yıllara kadar gidelim. Otuzlu yaşlarında bir öğretmenim acı vatan Almanya’da. Gurbetçi yurttaşlarımızın çocuklarına öğretmenlik yapmaktayım bakanlık öğretmeni olarak. Çalıştığım kent orta büyüklükte bir ilçe kadar. Hafta içinde dört okulda ders yapıyordum. Ve üç adet dernek vardı çalıştığım kentte. Türk-Alman dostluk derneği, TIR şoförleri derneği ve Cami derneği… Dernekler daha çok ülkemizdeki kıraathaneler gibi işlev görüyorlardı.

 

         Yurttaşlarımız derneklerde bir araya gelip ülkemizdeki kahvehaneleri aratmayacak bicinde okey ve iskambil kâğıtlarıyla oyunlar oynayıp vakit geçirirlerdi. Yurdun yedi iklim dört bucağından yurttaşlarımız gurbetin ruhlarında oluşturduğu acıları Türk vatandaşlığının sağladığı yurttaşlık bağıyla giderme çabası içinde oluyorlardı.

 

         Aralarında gizli bir bağ ve dayanışma vardı. Öğretmen olarak derneklere ziyaret etmek; yurttaşlarla sohbet ederek memleket özlemini ve Türkçe konuşmaya olan özlemlerini bir nemse de olsa gidermek gerekiyordu. Dernekler uğramayı aksatmak hoş karşılanmazdı. Ufak ufak da paralı oyunlara tevessül ediliyordu.

 

         Bir gün yine Türk-Alman Dostluk Derneği’ni ziyaret ettim. Masalar şenlikli. Kimler yok ki. Edirneli Komünist Ahmet, Kütahyalı Küçük İbo, Bursalı dazlak Aşkın, Urfalı Kürt Mehmet, Trabzonlu ( lakabını söylemeyeyim) Kenan, Laz Ahmet aynı ilden,  Gaziantepli Ahmet Ağabey, Suriyeli Zuher, Karslı Mustafa, Yunan Hiristo, Balıkesirli boz İsmet, Kayserili Selim ve Kayserili Mehmet ağabey, Lübnanlı Arap kökenli Hüseyin, Konyalı Osman,  Cami derneği başkanı Amasyalı Şevket ağabey… Okey ve diğer oyunlar oynanıyor.

 

         Kayserili Selim, Suriyeli Zuher ve Lübnanlı Huseyin sohbet ediyorlardı. Daha önce Arap arkadaşlarla selamlaşma, kısacık sohbetim olmuştu. Masalarına davet ettiler. Başka Yunanlılar da var. Yunanlılarla bizimkileri ayırmak olası değil. Siyah saç, esmere yakın ten… Tıpkı Anadolu’nun bir köylüsü Yunanlılar; Araplar da öyle. Zuher’le Hüseyin birazcık Türkçe konuşabiliyor. Daha çok Almanca konuşuluyor. Ben de Almancamı hayli ilerletmiş durumdayım.

 

         Çaylar içilirken muhabbette hayli ilerledi. Bir ara Zuher’in ağzından beni şaşırtan ve açıkçası geren şu sözler bir çırpıda çıkıverdi:

 

         “Hatay’dı Fransızlar bizden alıp size verdiler.” Ört ki, ölem! Kanım beynime hücum etti. Bir çırpıda:

 

         “ Suriye diye bir devlet tarihte ne zaman vardı(!) Suriye toprakları 500 yıl Osmanlı toprağıydı… Evet, Yavuz Sultan Selim 1516’de Mercidâbık Muharebesi ile Suriye’yi Osmanlı İmparatorluğuna bağladı…” Zuher sözlerimi üzerine tek kelime etmedi. Dondu adeta. Sohbetin de tadı kaçtı o gün için.

 

         Yazının sonunda anlatacağım olayı yeni yaşadım. Sıcağı sıcağına anlatmalıyım.  Geçen gün devlet hastanenesindeydim. Öğleden sonra, tahlil sonuçlarını doktora göstermek adına randevu için yurttaşlar sıraya girdik. Hayli uzun bir sıra oluştu. Sıra uzadığı için bir sıra daha oluştu yanımızda. Saat 13.30’da görevli geldi. Sırası gelenlerin işlemini yapıyor. İki sıra oluştuğu için yurttaşlar sıralarını aksatmadan bir sağdaki sıradan daha sonra diğer sıradan kimliklerini verip randevularını alıp ilgili doktora yöneliyordu.

 

         Ben uzun sıranın ortalarındayım. Sıra bana geldiğinde yandaki sıranın sonunda bir kadın kalmıştı. Ortalama 50 yaşlarında kapalı giyinmiş bir yurttaşımız. Kadına müsaade ettim. Randevusunu alıp ayrıldı. Zaten benim arkamdan randevusunu alacaktı.

 

         Kimliğimi görevliye uzatırken arkamda olan uzun boylu, siyah gür sakallı, orta yaşlı bir erkek benim kimliğimi yana iteleyip elindeki evrakı ileri sürmeye başladı. Yapma etme ne yapıyorsun dememe kalmadı. Bozuk bir Türkçe ile konuşmaya başladı. Israrını devam ettirdi. Suriyeli olduğu her halinden belliydi.

 

         Ses tonunu artırarak sıra benimdir diye sözler ediyordu. Arkamızda ki arkadaş da ikaz etti. Hiç istemediğim halde ben de ses tonumu yükselttim. Davranışının gayri insani olduğunu söyledim. Sıradaki yurttaşlarımızın Suriyelimizi kınayan bakışlarıyla adam susmak zorunda kaldı. Uzun bir la havle çekerek randevumu alıp oradan uzaklaştım. Dağdan gelip bağdakini kovması deyiminin canlı örneğini yaşadım.

 

         Biliyorum, savaş insanlığın başvurduğu en acımasız, en akla ziyan eylemdir. Fakat Ukrayna-Rusya Savaşı Suriyelilerimize bakışımda hayli kırılmalara neden oldu. Ukraynalı erkekler kadın ve çocuklarını komşu ülkelere gönderip kendileri vatanlarını savunmak için ülkelerine geri dönüyorlar. Hele Ukraynalı kadınların silah kuşanıp ülkelerini savunmada görev almaları ne kadar kahramanca ve taktire şayan.

 

         Ya Suriyeliler(!) Evet, hiçbir insan isteyerek ülkesini terk etmez. Suriyeli kadınlar ve çocuklar büyük acılar yaşıyor. Üzülerek izliyoruz yazılı ve sözlü medyadan. Yaşananların siyasi, sosyolojik, kültürel, ekonomik boyutunu irdelemek ülkemizde yönetim kademelerinde olan ve de ülkeyi yönetmeye soyunanlara bırakmak en iyisi.

 

         Bire bir yaşadığım iki anekdotla edindiğim intiba, din kardeşiyiz, yıllarda birlikte yaşadık sözleri bizlerin algıladığımız biçimde Suriyelilerce algılanmıyor. Hatay ilimizi yıllarca Suriye haritasında gösterdiklerini biliyoruz.

 

         Umar ve dilerim güney komşumuzda sular tamamen durulur. Hangi statüde olduklarını yetesiye bilmediğim Suriyeliler ülkelerine döner. Ülkemizin siyasilerinin gündemini göçmen, ilticacı, sığınmacı konuları yerini daha yaşamsal sorunlarımız teşkil eder.

 

 

 

( Suriyelilerimiz başlıklı yazı sahara tarafından 29.03.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.