G/özlük numaramın arttığına vakıfım
son birkaç senedir ve ben eskide kalan düşük gözlük numaramın yasını tutuyorum.
Doktora gitme lüksü tanımıyorum
kendimde hele ki mikrop dolu bir gözlük ölçümüne sıcak bakmıyorum ama soğuktan
buz kesmiş ellerim başka şeyler söylüyor bana.
İçimdeki gam yüklü notalar bu da
yetmezmiş gibi piyano çaldığım günleri özlüyorum.
Telaşla yazıyorum. Aslında hayır!
Telaşla mı seviyorum peki durduk
yere?
Bu da yanlış soru ve cevabı şıksız
yine de şık bir cevap arayışındayım.
Gidip gelmelerle bozmuşken aklımı
umursamıyorum da artık gitme ihtimali olanları ben kovuyorum kapıdan bacaya
geçirdiğim o devasa şapka sayesinde içeri girmelerini de engellemiş iken.
Sözcük enflasyonunda en çok iş yapan
favori sözcüklerden yana da kaygılı değilim sanırım boşa düştüğümün ertesi başa
dönmeyi de ertelediğim zamanın d/okunaklı satırlarında ip atlıyorum.
Saçıma takılı flörtüm rüzgâr hani
sağanak öncesi gözleri kararan bulutlar gibi ve ben bu rüzgâra aşığım üstelik
kim/ne olduğuna dair bir fikrim olmadığı gibi kuyruk acısı da yok bu rüzgârın.
Mentollü bir özlemle karıncalanan
aklıma komut veriyorum:
‘’Düşünmeyi kes.’’
İmla hatalarını da asla sevmez ve
inanılmaz sinir olurken.
A, bir de ima yoluyla bana laf
sokanlar.
Yok, efendim neymiş?
İyi de tüm bunlardan bana ne?
İstediğimi yapar yazar ve severim üstelik bonus olarak nefret ettiklerim için
de ayrı bir dosya açmışken ve dost furyasında sevecen sözcükler kesilmiş
rahmetini esirgerken sözüm ona sevgi dolu insanlar.
Karnım tok artık boş sözlere ya da
içi dolu dolu kıpırtılarla hanemin kapısını çalanlar ya da metazori baskın
yapmaya yeltenenler.
Kafam git gide kızarken yüzümü filan
asla kızartmıyorum ve de edebi kaygımı minimum seviyeye düşürdüğüm bir yazının
eşliğinde soyutlandığım dünya ahalisine serzenişte bulunuyorum.
Hükmettikleri düzenim mi?
Ya da ruhumda istifli hangi duyguysa
beni protesto edenler mi?
Kimliğimi.
Kimliklerimi çoktan oturtmuşken
üstüme ve kaygısız yaşamaya şerh düşüp hayatımın en rahat dönemini yaşamaya
kucak açmışken…
Kuluçkaya yatanlar ise ardı ardına
yumurtluyor ve çatlak yumurtanın akan akından anlıyorum ki yine kötülük düşük
yapmış.
Sessizliğime aldanan insanlar.
Sesimdeki coşkuyu dahi kıskananlar.
Patavatsız insan izlekleri: kadın ya
da erkek hatta ve hatta hala cinsiyetini tayin edememiş Lut kavminin genlerini
taşıyan üçüncü cinsiyetler.
Elif Şafak’ın deyişiyle:
Âdemoğulları, Havva kızları.
Benim tek bildiğim Havva ise seneler
evvel bir kursta yolumun kesiştiği uzun bir süre dostum olduğunu sandığım
kadın.
Nereden aklıma geldiyse artık ve
anlatmadan geçemeyeceğim.
Efendim, uzun süren dostluğumuzda
evimin ve kalbimin kapılarını açtığım canım arkadaşım sonra içine düştüğüm
darboğazda ve o uzun karanlık dehlizde bana maddi yaptırım gücü ile bol bol
hava atan ve gülücük saçan.
Derken onun yeğenine özel İngilizce
dersi verdiğim derken infilak eden dostluğumuz.
Sonra olansa…
Seneler sonra telefon açan arkadaşım
ve bana kısaca emir verip rica başlığına sınmayan bir üslup ile ve ben bir
gecede onlarca sayfa çeviri yapıp da yeniden dostum olur mu diye gözünün içine
baktığım.
Sözcükler.
İnsanlar.
Bazen sözcük yetiştiremiyorum
insanlara: ah, o iflah olmayan insanlar.
Havvalardan biri havada uçuşan bir
balon gibi tarihe karışmışken ve ben hala gözlük numaramın derdinde iken göze geldiğim
ve gözlüğüm parçalara ayrıldığı.
Aslında konumuz bu da değil.
Aslında Havva ya da Âdem ile de bir
derdim yokken.
İşin aslı, sevgili dostlar…
Bunca yıkımın ardından ansızın gerçek
olan bir mucize.
Sıkıntılı geçen sürecin sonunda
aklımın başına geldiği elbet rüzgâr oldukça sert ve de tersten eserken ve ters
yüz ettiğim belleğimi bir de alt belleğim ve nihayetinde sırdaş bir iklimde rüzgârın
dindiği bu sefer benim rüzgârı uçurduğum.
Aklımı peynir, ekmek ve de çay
eşliğinde yemişken bir ömür yukarıdan gelen vahi neticesinde her gün bir şeyler
karalamadan huzur bulamadığım ve vardığım nokta bulduğum huzurun dahi huzurunun
kaçtığı.
Olup biten neyse ve işte İlahi
Huzurun endamlı varlığı.
Bu gün değil.
Dün hiç değil.
Hep ama hep sahibesi olduğum
duygular, kaçkın ruhum ve inancım ama son zamanlarda anlam veremediğim o kadar
çok şey oldu ki ve ben bunu hastalandığıma yorduğum için kara kara düşünmekten
de kendimi alamadığım.
Arkadaşlarımdan biri nazara geldiğimi
söylerken bir diğeri işin çözümünün elbet dualarda olduğunu da vurgulayıp iyi
de ben bir ömür bunu hep uygulamışken.
Sancılı bir dönemden bir türlü
çıkamazken ve ben dört gözle Ramazanın yolunu beklerken.
İçimdeki heyecan ve coşku ile elimden
geleni ardıma da koyamazken.
İlahi Sırdaşım, rengim ve doğam ve
duam.
Sahi, ben kimsem…
Kim olduğumun da kaydı mevcut iken ve
buna rağmen insanlar sürekli nifak sokarken ben ile benim arama.
Algı eşiğim ve acı eşiğim.
Sanırım adı olgunlaşmak.
Sanırım adı umut etmek.
Hep de olduğu gibi olmasına rağmen.
Yeni gözlüğümle mutluyum ve ben
şimdilerde rüzgarın kimliğini sırtıma geçirmişken ve baharın tadını çıkaracağım
günlerin de özlemi içinde iken.
Havva’ya ne oldu bilemiyorum ve
umurumda bile değil.
Ve diğerleri.
Ve gelecekte olacak olanlar elbet
Rabbin inisiyatifinde.
Ve ben inanılmaz kendimle kucaklaşmış
ve uzlaşmışken…
Son bir şey daha:
Piyano çalmayı özlemiş olsam bile
piyano çalmaktan hep nefret etmişimdir sırf ailemin zoru ile piyano çalmaya
mecbur tutulduğumdan büyük ihtimalle ve salonun yarısını kaplayan babaannemden yadigâr
devasa duvar piyanomu sattığım gün hüngür hüngür ağlamış olsam bile…
Eh, be kızım, madem sevmiyordun
çalmayı insan sattığında ağlar mı?
Artık değil.
Gidenlerin ardından da sızlanmayı kestim
hep ve ben devasa bir hazine buldum bulmaktayım da günbegün ve kendimle ilgili
her gün yeni şeyler keşfederken.
Bir itirafım daha var:
Senelerce bol keseden ve ücret dahi
almadan yaptığım çevirilerin ardından da uzun süre yas tutmuş olsam bile nefret
etmişimdir çeviri yapmaktan ve sabahlara kadar soğuk kış gecelerinde
birilerinin söylediklerini sırf Türkçe’ ye kazandıracağım diye az da kurdeşen
dökmedim hani.
Türkçe gibisi var mı hem?
Elbet çeviri yapmak da bir sanat ama
kendi dilimde bir şeyler yazmayı daha çok seviyorum ve her bir cümle benden ve
çeviri yaparken metnin aslına sadık kalma koşuluyla sanatsal ifadeleri hep
kullandım ama…
Bir süre kendimsiz bir dünya özlemi
ile yaşamanın da ertesinde kendimi kavuştuğum için ayrıca çok mutluyum.
İnzivada geçen ömrün derbisi işte
yazmakla mükellef bir vatandaş olarak da faiziyle ödüyorum kendime olan borcumu
çünkü sevmek gibisi yok hele ki kendimi nihayetinde olduğum gibi kabullenip
üstüne üstük kendi başımı dahi sevebilirken bir çocuk gibi gözlerimin içinin
güldüğüne de emin olabilirsiniz ve bunda sizlerin, siz sevgili okuyucularımın
payı o kadar fazla ki…
Elbette şu da bir gerçek ki: O,
‘’ol’’ dedi madem bu yüzden asla içimi bozmadan yaşarken ve sabrımla şükür
duygumla pek çok şeyi alt edebildiğim için çok mutluyum.
Sevgimle…