İki bin yılını henüz başlarındaydık. Ekim ayı güzel yurdumuzun yayvan yapraklı ağaçlarındaki renk cümbüşünün sonlanmasıyla yerini soğuk rüzgârların hızlı estiği kasım ayına bırakmıştı. Okullar eğitim öğretim yılının birinci dönemini neredeyse yarılamıştı; mini mini birinci sınıflar öğretmenlerini ve okulu sevmeye başlamıştı.

 

        Kasım ayında bilindiği gibi öğretmelerin ilgiyle, neşeyle, hüzünle kutladıkları bir günü 24 Kasım Öğretmenler Günü kutlanır. Özellikle kadrolu olarak atanan genç öğretmenler öğretmenliğe başlamanın tanımsız sevinci ve heyecanı içinde kutlarlar mesleklerinin adıyla özdeşleşen günü.

 

        Bu güzel günü kutlanırken yapılan konuşmalar, gösteriler, şiirlerin okunması derken; öğrenciler anne-babalardan sonra ikinci sevgili idolleri olan öğretmenlere sevgi ve saygılarını sunar. İzlenen seremoniyi yüzleri asık, kalpleri kırık hüzünle izleyen öğretmenler de vardır ülkemizin okullarında.

 

        Kadrolu meslektaşlarıyla aynı eğitimi almış fakat atanamayan sözleşmeli ve ücretli öğretmenlerimizdir gülmeyi unutan hüzünlü olanlar. Kadrolu meslektaşlarıyla aynı görev ve sorumluklarını yaparlar. Ücrete, iş güvenliğine sıra geldiğinde maraba uygulamasına tabidir bu yazgıları kara yazılmış genç insanlar.

 

        Yaşama tutunmak, evine ekmek götürebilmek için görev yapan; iş güvencesi olmayan son verilere göre ülkemizde 300 bin kadar da özel okullarda çalışan öğretmenlerimiz var ayrıca…

 

        Özel okullarda veli müşteri, öğretmen veliyi memnun etmekle sorumlu ip üstünde yürüme becerisini göstermek zorunda olan ip cabası pozisyonundadır. Öncelikle veli memnuniyeti, öğrencilerin başarı grafiği, girdikleri sınavlardaki başarıları iyi dengelenmese öğretmen dengesini kaybedip boşluğa düşen cambaz gibi kendini boşlukta, sokakta bulur. Ve evinin yolunu bulursa ne mutlu bekleyenlerine!.. Ve özel okul öğretmenlerinin ücretleri hiçbir zaman devlet okulunda çalışan meslektaşlarının ücretleriyle karşılaştırılamaz.  

 

        Öğretmenlerimizin durumlarını az dahi olsa irdelemeye çalıştığım iki binli yılların başlangıcı bir 24 Kasım Öğretmenler Gününde il merkezinde kutlanacaktı. Gün için iki öğretmen okul idaresince görevlendirildik. Valimiz ve ildeki protokolü oluşturan görevliler ve okullardan gönderilen öğretmenlerle birlikte Halk Eğitimin çok amaçlı salonunda yerimizi aldık.

 

        Öğretmenler Günü için hazırlanan çalışmalar klasik biçimde izleyenlere sunuluyordu. Konuşmalar, şiirler, program hazırlamakla görevli okul öğrencilerinin sunumları çok başarılı biçimde sürüp gitti. Öğretmenlik mesleğinin önemi hakkında süslü sözler söylendi… İcra edilen programdan benim için en önemli söylev valimizin konuşması ve biz öğretmenlere verdiği mesajdı. Söylev hiç beklendiği gibi klasik parlak cümleler içermiyordu. Üstelik bizlerden, öğretmenlerden yana maalesef ütopik de olsa güzel sözler ediyordu… Ülkemizde kangren olmuş, öğretmenlerin de nasiplendiği çeşitli sendikalarca sözüm ona haklarını savunmak adına oluşan bölünmelerini, parçalanmalarını keskin neşter vururcasına ortaya koyuyordu. Sözlerine şöyle başladı valimiz:

 

        “… Arkadaşlar atanmış birisi olarak söylüyorum. Bir öğretmen çocuğuyum. Siz öğretmenler bölünmeyip birleşe bilseniz. İnanın ülkü kalkınmasında destansı utkular kazanırsınız. Ve sizler hükümetleri değiştirir ülke politikalarının oluşmasında kesin söz sahibi olursunuz…” 18 yaşında başladığım meslek yaşamımı öğretmenliğin çeşitli kademelerinde nerdeyse yarım aşıra yakın sürdürdüm. İlk ve son kez üst düzey bir idareciden öğretmenlerden yana böyle sözler duydum…

 

        Ülkemizde kaç adet eğitim sendikası var diye küçük çaplı bir araştırma yaptım. “Öğretmen Sitemiz” adlı bir sitedeki sayıyı görünce şaşırdım. Bu site 55 çeşit eğitimciler sitesi olduğunu belirtiyor. Sendikaların amacı düz mantıkla üyelerinin sosyal, kültürel, özlük haklarını savunmaktır öncelikle. Ve de eğitim sendikalarının yadsınamaz önemli bir görevi de ülkenin eğitim-öğretim planlama ve çalışmalarına yön vermek olmalıdır. Olmalıdır da bu konuda ne kadar etkinler (!)

 

         Ellinin üzerinde farklı görüşler savunan işin en acı yönü ise ülkemizdeki mevcut siyasi partilere eklemlenen sendikalar değil ülkenin eğitim-öğretim çalışmalarına yön vermek, katkı sunmak ya da üyelerinin haklarını savunmak peşlerine eklemlendikleri partilere sağlam basak oluşturmadalar. Hele sağlam ata oynama kurnazlığını gösteren sendikaların üst düzey yöneticiler partilerde önemli görevler üstlenebilmekte. Hatta eski deyişle mebus bile olabilmekteler.

 

        Oysa öğretmenler, saygıdeğer öğretmen çocuğu valimizin belirttiği gibi birleşe bilme olgunluğunu gösterseler neler başarılmaz neler! Öncelikle ülkemizdeki eğitim çalışmalarının planlamasında etkin rol alırlar. Eğitim-öğretimim öncelikle nitelikli yurttaşlar yetiştirme amacı için tüm enerjilerini bu dava için harcarlar. Nitelikli yetişen kuşaklar ülke kalkınmasında en büyük zenginlik kaynağıdır.

         Nitelikli eğitimle eğitilen halk ülke kalkınmasında itici güç olur. Ülkede üretim artar üretimin artmasıyla halkın refah düzeyi yükselir. Böylece zenginleşen ülkede öğretmen kesimi de kendilerini gönençli yaşatacak paylarını alırlar. Sendikalar da gerçek işlevlerini kâğıt üzerinde kalan gerçekleştirme başarısına ulaşmış olur. Neden olmasın!?

                                                                          İbrahim Yılmaz

    Devam edecek…

                                                      

( Öğretmence başlıklı yazı sahara tarafından 21.04.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.