Telkin etmeliyim kendimi pek çok
konuda durağan addedilse de varlığım illa ki bana ve hayallerime ket vuran bir
şeyler/birileri var.
Hayata pamuk ipliği ile bağlı
olmaktan öte ve elimde devasa bir makas ve an itibari ile kendimle olan tüm
bağlantımı sonlandırmak istiyorum.
Keşke sevgi sadece benim tekelimde
olsaydı ve de tek elimle kalemi kavradığım kadar diğer elimle de tetiğe basmak
mümkün olsaydı keşke.
Ölümsüz olduğumu düşündüğüm ilk
gençlik yıllarım hoyrat bir rüzgâr olarak yalayıp yüzümü geçiverdi işte ve ben
her şeyi herkesin yardımıyla geçiştirdim. Misal mi?
Çalıştığım yıllarda uçarcasına iş
yerime giderken ve bankada oturduğum o sağlam koltuğu ben kendi ellerimle
pencereden fırlatıp da yalın ayak ve mutlu bir şekilde verdiğim istifa
dilekçelerim meğerse ben özgürlüğüme nasıl düşkünmüşüm öyle böyle değil hani.
Tıpkı sen de yarı zamanlı bir işte
çalışıp kalan zamanını uykuya ve yazmaya ayırdığın gibi kalem de benim
tekelimde olmalı hani tıpkı sevgi gibi.
Devasa bir parantez açıp içine
kaçmalı ve kapımı da parantezin eşliğinde çekip kapatmalıyım ve ben sadece
duyguların ve kalemin kapatması olmalıyım ki:
Namusuma kimse laf edemez ve benim bu
söylemim sadece beni bana yakın kılan bir mizansen. Çok komik oysa: ben zaten
yalnızlığın ve sözcüklerin ve duyguların müdavimi olmuşsam daha ne
isteyebilirim yalnızlığımla bahtiyar yaşadığım addedilirse.
Bağdaşık çok duygum var gün itibari
ile gün içerisinde bir neşelendiğim bir de hüzün ırmağında sellere kapıldığım
ve yanı başımda kalem koltukta annem ve ben sersemce koşup duruyorum aslında
bir kendimden kaçıyorum derken kendime açıyorum kollarımı.
Kollarımsa illa ki boş kalan.
Başa sarmamak adına hayatı farklı bir
şeyler olsun istiyorum sonra tövbe edip sahip olduğum her şey için
şükrediyorum.
Fevri olduğum malum mademki keskin
sirke küpüne zarar iyi de benim bir küpüm olmadı asla hatta çalıştığım
zamanlarda küpümü doldurmak bile gelmedi içimden al işte hayatta bir dikili
ağacı olmayan sefil bir faniyim hali hazırda üstelik bu saatten sonra ne mirasa
konacağım ne de büyük ikramiyeyi ben tutturacağım.
Asılı olduğum bir gökyüzü ve nemrut
yüzlerden ve gıybetle ihtirasla dolu benliklerinden insanların kaçıp duruyorum
ve için yaşadığım o kısıtlı ve bana ait olan alanda bile birileri illa ki sülük
gibi yapışıyor yakama.
Günlerden Pazardı.
Pazarları hiç sevmem de oldum olası.
Pazar dendi mi aklıma ilk gelen
sabahın köründe gitmek zorunda olduğum piyano dersim ve hiç mi hiç haz
etmediğim bu dev aletten de uzun süre kurtulamadım desem yeridir.
Evde bir piyano olmadığı için pratik
yapmak adına sürekli arşınlıyordum piyano kursumu derken büyük bir felaket oldu
ve gaipten gelen parayla eve devasa bir duvar piyanosu alındı ve benim için her
gün her saat Pazar oldu o günden itibaren derken şükürler olsun ki Anadolu
Lisesi sınavlarını kazandım ve bu sefer de önceliği yabancı dil dersleri aldı.
Bir Pazarım vardı ki ve akabinde evde
illa ki gürültü çıkardı Pazar günleri ve soyut bir duygudan başlayan
huzursuzluk derken babamın fırtına gibi estiği Pazar sabahları.
Nasıl ki babanın direktifleri düşmedi
yakandan Kafka ben babamdan kalan mirası öylesine güzel devraldım ki ve o gün
bu gündür kendime yaptığım baskı neticesiyle benim için her gün Pazar olarak
geçip gitmeyi ihtimal etmedi.
Yarı zamanlı çalıştığım dönemler de
oldu iş hayatımda.
Özel bir şirkette finans
departmanında çalışırken nereden aklıma estiyse bir de pedagojik formasyon
almaya kalkıştım kısaca özgürlüğümü hepten çalan hayat ve ben tüm yorgunluğa
biat bir yarış atı gibi koşturup durdum ömrüm boyunca.
Hali hazırda çalışıyor olmasam da
kendime iş mi yaratmayacağım?
En başta disiplinli ruhumla
aksatmamam gereken spor saatim ki görücüye çıkan her kondisyon aletini de
edindim son yirmi yıldır öyle ki beni aşan devasa bir kondisyon aletini ne
şartlarda aldım da binemediğim için komik bir paraya sattım.
Bakma sen savruk olduğuma.
Bakma sen hüzünlü durduğuma.
Bakma hani sen bana zaten baktığını
kim iddia ediyorsa artık elbet tek bakan benim kendime hem arkadan hem önden
hem de kuş bakışı ve işte pencereyi kuş cennetine çeviren ne kadar kuş varsa
aslında onlar gagalıyor ruhumu ve ne zamanki canım sıkılsa onlarla ilgilenip
ben de kanatlanıyorum.
Her anlamda özgür kılınmak asla
mümkün değil yaşarken misal mi?
Uzun zamandır yapmadığım uzun
yürüyüşlerimi özledim ama içimden gelmiyor o uzun yolu arşınlamayı buna denk
olarak seyyah ve seyyar olmayan spor aletlerimle adımlıyorum hayatı üstelik
canımın istediği her hangi bir vakitte keşke aralıksız yirmi dört saat
yürüyebilseydim geceye ve yorgunluğa aldırmadan elbet kaybettiğim nokta da tam
olarak bu:
Aldırmamayı beceremediğim asla da bir
alıntı değil bu aldırıp aldırmama meselesi zaten duvarların kulağı sayesinde az
canım sıkkın değil gereksiz insanların pek çok şeye ve özele kulak kesildiği.
Senin zamanında yaşamayı çok
isterdim, sevgili Kafka belki de aynı şeyi bizim çağımız itibariyle
söylüyorsundur elbet bunu bilmek asla mümkün değil ama ben yine de tahmin
ediyorum kafandan geçenleri elbet mezarında kala kala bir kafatasıdır zihnini
okumak istediğimde aklıma gelen ilk görüntü ve işte cümlelerim de gerekli
gereksiz sayısız örüntü yoksa hayatın tadını asla çıkaramazdım bir süreliğine
de olsa yazmak benim için eşsiz bir terapi bir de insanların okuyacak olması
ayaklarımı yerden kesen.
Hayatın bir safsatadan ibaret
olduğunu asla yadsıyamam ama inancı ve sevgiyi göz önünde bulundurdu mu insan
her şey başka bir boyu kazanıyor.
O minval ki beni esir alan.
O esinti ki içimde saklı.
O devasa duvar piyanom ki şükürler
olsun onu da sattım komik bir paraya ama anılarımı ve acılarımı kimseye
satamıyorum daha doğrusu unutmayı denesem de gerisin geri gelip mutluluğumu ve
özgürlüğümü ele geçiriyor şüheda mazim belki de ben unutmak istemiyorum ve hali
hazırda Pazar günlerini hiç mi hiç sevmiyorum hele ki son birkaç yıldır
insanların bitimsiz çılgınlıkları ve eğlence anlayışları sayesinde insan
gürültüden başını kaldıramıyor.
Bu bir şölen belki de sevgili Kafka.
Öylesine bir davet ki baştan çıkarıcı
ve işte hayatın takılı olduğu o pikap iğnesi sürekli aynı melodiyi çalıyor ve
sen ister istemez dinliyorsun hayatın çaldığı parçayı tıpkı bir nakarat babında
derken zihnine yerleşiyor ve kulakların aralıksız uğulduyor gel de huzur bul
şimdi gel de dilediğin gibi yaz oku ya da mutluluğunu saklı tut.
Saklı tutulası ne çok şey bir o kadar
acı veren.
Saklandığınsa neresi olursa olsun
insanların gelip de seni buldukları…
Ya, sen nerede saklısın şu sıralar
sevgili Kafka?
Varsa huzurun bana mesaj at ve ben de
geleyim huzurun olduğu yere en azından sana neden sıklıkla yazdığımı istişare
ederiz.
Lütfen beni bekle o güne değin ben
zaten beklemeye almışken hayatı ve mutluluğu bir de özgürlüğü.
Bir Pazar günü de böyle geçti işte,
Kafka ve kulağımda hala aynı melodi tıpkı parmaklarım fildişi tuşlarında
gezinirken devasa piyanomun gerçi artık bana ait bir müzik aleti değil ama ya
ben kime ya da nereye aitim?