Yoğun ve yorucu geçen son günlere rağmen nedense bu gece uykusu gelmemişti Metin Beyin. 
      Bir süre sonra balkona geçerek mehtapla aydınlanan gökyüzünün ışıltısında bir süre yıldızları izledi. Havlama sesleri tamamen kesilmiş, her gün bu vakitlerde cıvıldayan kuşlar, yerini az ötedeki derede sahne alan kurbağaların müzik korosuna bırakmıştı. 
      Odaya geri döndü. Cep telefonundan yapılan paylaşımlara bakarken gözü bir videoya takılmıştı. Görüntüler mülteci kamplarında yaşayan Suriyeli yetim çocuklarla yapılan bir söyleşinin videosuna aitti.

      "Babana bir mesaj vermek istesen, ne söylerdin?"

sorusunun cevabı aranıyordu. 
      Derme çatma bir barakanın önünde, çamurlar içindeki beş altı yaşındaki minik bir kız kendisine uzatılan mikrofona tam cevap vermeye hazırlanırken, başı hüzünle önüne eğilmiş, tatlı çehresini süsleyen simsiyah gözleri buğulanmış, dudakları acıyla bükülmüştü. Kilitlemişti dudaklarını... Kirpiklerini zorlayan acı suyu salmamak için kendini zorluyor, gözyaşlarına direniyordu adeta. Sadece mahzun değil, mahcuptu da aynı zamanda. Utanması gereken utanmazların yerine utanır gibiydi. 
      Keşke mümkün olabilseydi... Duyabilseydi keşke... 
      Uzatılan mikrofon hâlâ cevap bekliyordu. 
      Zor da olsa kaldırdı başını. Cevap verecekti... Olmadı! 
      İlk deneme başarısız olmuş, hüznün ağırlığı boynunu yeniden yana eğmişti.  
      Uzun bir aradan sonra ancak üçüncü denemede özlemini heceleyebilmişti;

--- Babama çok sevdiğimi, çok özlediğimi, gelip bizi bu kamptan almasını, evimize götürmesini söylerdim.

      Son kelimeler boğazında düğümlenmiş, gözyaşlarını saklayacak gücü kalmamıştı artık. Hıçkırıklara boğulduğunda yapabildiği tek şey, sağ elinin tersiyle yanaklarından süzülen selin yönünü değiştirmekti. 
      Diğer yetimlerin hâl ve tavırları, bakışları, ifadeleri de farklı değildi. 
      Cevabını bakışlarıyla verenler de vardı elbette. 
      Bakışlar... Sitem dolu... Öfkeli!
      Acının, elemin ırkı yoktu. Lisanı, lehçesi aynıydı, evrenseldi.
      Tekrar tekrar izlediği bu video çok etkilemişti Metin Beyi. Minik bedenlerin hassas yüreklerindeki koca yüklerden çok etkilenmiş, çok üzülmüştü. Ağlıyordu... 
      Sözde erkekler ağlamazmış! Ne kadar da saçma bir söz. 
      Ağlamak da bir nimetti. Şefkatin, vicdanın tezahürüydü gözyaşı. Bazen mutluluğun, bazen de acının. 
      Şimdiki gibi yani!
      Gece yarısı uykusu iyice kaçmış, içinde fırtınalar kopuyordu. Bu acı ancak paylaşılarak azalabilecek türden bir acıydı. Paylaşmalıydı, ama kiminle? Kimsecikler yoktu ki yanında... Kaleminden başka! 
       Kadim dostu mürekkebi salarken, gözyaşı da şahidiydi acının! 
       Bir... iki... üç derken, kalem hızını alamamış, ilham ayrılamamış, kâğıda damlayan dizeler sabah ezanı okunurken tam on beş kıtalık bir ağıda dönüşmüştü. "Söz!" diyordu Metin Bey;

SÖZ ÇOCUK!

Biliyorum kırgınsın, kızmanın sebebi var
Zaten bakışlarında ayan olmuş giz çocuk
Belli ki mümkün değil kırık kalbini imar
En ağır sitemleri sıra sıra diz çocuk.

Bu nasıl kıştı böyle her kar’ı kahra şölen
O ne bakıştı öyle değdiği yeri delen
Ey alevi yükselen boynu bükük kardelen!
Siteme ne yüklesen, ne desen caiz çocuk

Sen ki herkesten daha muhtaçken ihtimama
Yüreğinde onca yük sayısız kanlı yama
Dünya nice zulümler, kıyımlar gördü ama
Bu asrın mezalimi tarihte eşsiz çocuk

Daha yeni gelmişken şu hayat mektebine
Bizdik bin derdi koyan düşlerinin cebine
Zor sorular ardından girip yerin dibine
Utanması gereken sen değilsin; biz çocuk!

Yazık ki haz umarken umudun ocağına
Bir tuhaf demde doğdun dünyanın kucağına
Yanağından süzülen lavların sıcağına
Mendil olurdum amma, her teselli az çocuk

Sevgiyle yaklaşırken yamacına, yanına
Yakışmadı ağlatmak bu asırın şanına
Neşenin gömüldüğü o çukurun yanına
İnsanız diyenlere dipsiz kuyu kaz çocuk

Biz ki her gün es geçip mücadele kısmını
Kader koyduk zulümün, haksızlığın ismini
Keskin bir bıçak ile öksüzlüğün resmini
Canımızı yakarak kalbimize çiz çocuk

Şakiliğe şahitken nice yetimhaneler
Sığınak oldu bize arsızca bahaneler
Talan, zulüm, cinayet... Ve Cennet? Daha neler!
İnsan bu! İnsaf yoksa hayli edepsiz! Çocuk.

Şikâyet dilekçene Filistin ile başla
Ne Arakan'ı unut ne İdlib’i telaşla
Koy hedef tahtasına vicdanımızı taşla
Akıl olmayan başla yaşanmaz aziz, çocuk

Şayet dinerse bir gün içindeki fırtına
Yükle günahımızı bir tartının sırtına
Kaldıysa onurumuz al ayaklar altına
Yalvarsak da acıma! İnsaf etme; ez çocuk!

Hayasızca bozarak ahkâmını ayetin
Din ettik sebebini her türlü cinayetin
Başım gözüm üstüne sitemin, şikâyetin
Dâr kurmaksa niyetin, hakkındır infaz çocuk.

Hani, insafa gelip affettim desen de sen
Silinmesi zor leke zulme dair her desen
Rüzgâr demek ne mümkün; kasırgaydı sert esen
Yıkılan onurumuz; kalkmaz bu enkaz çocuk

Ahsen-i takvim üzre bezese de Yaradan
Bizdik her çağ açtıkça öncekini aratan
Tarihin dimağına bir mızrak gibi batan
Aynamızda sırıtan tükrülecek yüz çocuk

Sanma ki geçen her an ızdırabımı gemler
Bağrına düşen korsa kalemim acı demler
Ağıdını yazmayı unutsa da kalemler
Hatırlatmak farz bana; yemin sana! Söz çocuk!

      Utanması gereken sen değilsin; biz çocuk!

      Utanması gereken bizdik! 

Sen, ben, biz! Hatırlatmalıydı bunu! Her zaman... Her fırsatta!
      Saba makamında semaya yükselen sadasıyla, minarelerden okunan ezan ölüm denen yalın gerçeği, namazın uykudan hayırlı olduğunu hatırlatıyordu.

      “ESSELATU HAYRUN MİNEN NEVM”

      Oysa Metin Bey bu gece hiç uyumamıştı ki...
( Söz Çocuk başlıklı yazı Mecit Aktürk tarafından 26.06.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.