Demiryolunda oturuyorum. Rayların hemen yanındaki yüksekçe bir betonda. Soğuktan kendime iyice bürünmüşüm. Kapalı bir gün. Gökyüzüne bakmaya gelmiyor. Kahverengi paltoma iyice sıkıştım. Yukarıda sadece gri bulutlar var. Güneş; kimbilir nerede kimleri ısıtıyordur.

Bazı yerlerde bulutlar mosmor. Kesin bazı insanlar, yağmur yağacak diye; evlerinden çıkarken yanlarına şemsiye almışlardır. Ayrıca kendi kendilerine –bir bilgin, ya da meteoroloji uzmanı edasıyla gökyüzüne bakıp-:

‘’Bugün yağar.’’ demişlerdir.

Oturduğum beton soğuk. Kıçım donuyor, nedense kalkıp gidemiyorum. İstasyon solumda. Beş yüz metre ya var, ya yok. Kalkıp gidemiyorum. Neler düşünmüyorum! Günlerden bir gün yine burada oturuyordum; trenin penceresinde O’nu görmüştüm. Boş gözlerle bakmıştı bana. Uzaklaşırken vefasızca, ben de; O’ndan kendimden ve her şeyden uzaklaşmıştım. İstasyon solumda. Bekleşiyor insanlar. Köylüsü var, kentlisi var. Buranın coğrafyası biraz karışıktır. Her türlü insan mevcuttur. Karşıdan iki çocuk geçti. Güle oynaya bir şeyler anlatıyorlardı birbirlerine.

Karşımda sıra dağlar, arkamda ilçe. Sağ tarafa bakıyorum; ileride, çok uzakta sıra sıra dizilmiş kavak ağaçları var. Tren her zaman o kavak ağaçlarının oradan çıkar gelir. Ve her çıktığında düdüğünü mutlaka çalar. Geldiğini haber verir gibi. Ve yine nedense istasyonda bekleyen herkes, bu sesi duyduğunda heyecanlanır. Biletlerini son defa kontrol ederler ve yolculuk başlar.

Trenleri her zaman için takip ederim. Yolculuk yapayım, yapmayayım fark etmez. Bilmiyorum, içimde bu araca karşı bir sevgi var. Çok ayrı bir havası var trenlerin. Eskiden beri var olmasından mıdır, nedir… Bir türlü çözemedim. Burada bir tren istasyonunun olması güzel şey. Çocukluğumdan beri severim istasyonu, sonra bekleme salonunda sakin bekleyen insanları…

Oturduğum yerde biraz üşüyorum. Cebimde hiç param yok. Yine de içimde anlayamadığım bir mutluluk, bir huzur var. Gözlerim karşıdaki sıra dağlarda. Bir ara dağlar aniden bir garip gelmeye başladı bana. Nedeni? Sanki daha da yükselmişler gibi. Sanki ben iyice küçülmüşüm gibi. Garipsenecek bir şey yok. Bazen beni böyle düşünceler kaplar. Dağların üstlerinde hala kar var. Küçük küçük beyaz çizgiler. Kış erken gelmiş demek ki. Buraya da sonbahar erken geldi. Bizim bahçedeki tüm kayısı ağaçları, yapraklarını hemen döküverdi. Sonbahar geliyor, mevsimler; yıllar geçiyor. Yani zaman akıp gidiyor. Benimse moralim çok bozuluyor. Sevdiğim uzakta, ben burada ne yapıyorum? Ne işim var buralarda? Bir sel gibi coşkuyla gezmek istiyorum; başka memleketleri, ayrı insanları görmek istiyorum.

Dalmışım bir an. Yanıma birileri gelmiş. Seslenmişler, herhalde duymadım. Sonra omzuma dürttüler. Hemen irkildim ve arkama döndüm. Bıyıklı bir adam. Adama ilk baktığımda, gözüme ilk çarpan bıyıkları oldu. Herhalde uzun bir mesafeden bu adama bakılsa, ilk bıyıkları görünür. Efeler gibi uçlarını da iyice burmuş.

Yanında ise bir kız var. Adamın kızı olmalı. Benim yaşımda falan olsa gerek. Maviş maviş bakıyor. Teni öyle beyaz ki una bulanmış gibi. Saçları simsiyah (babasına çekmiş; bıyıklardan olsa gerek). Üzerindeki elbise bu kadar yakışır yani. Ben kıza bakıyorum, o da bana bakıyor.

Adam sordu:

-Buralarda Hacı İbrahim Bey’lerin evi varmış. Nerede acaba?

İçimden, bırak Hacı İbrahim Bey’leri de şu kızı Allah’ın emriyle bana ver, diyesim geldi.

Evet, hayatımda ilk defa sana ihanet ettim. Bir yolcunun yüzündeydi sende gördüğüm. Erittim gönlümün potasında. Bir dilenciye verdim, sadaka niyetine. Bir gün rüyama girdin; yüzün yoktu. Senin üstüne attım her şeyi. Çünkü sen suçluydun. Bir sonbaharda gittin ya benden. Öfkeli ve alaycıydın. İlk trene atladın ve uzaklaştın. Bir ara mahvoldum gibi geldi. Geceleri hayalinle konuştum. Sonra yara kapandı tabi haliyle.

Adam soruyu sorduğunda bir an bunları düşündüm.

-Hmm! Hacı İbrahim Bey…

Aklıma gelmedi. Sonra bu ne biçim adres sorma. Ya adamın soyadını söyle, ya da mahallesini sokağını falan… Adamın adres sorma biçimi bir acayip. Tıpkı  ‘’Köyden İndim Şehire’’ filmindeki,

-Hemşerim Guyumcu Ali Rıza Emmi nirde? Diye sorması gibi.

Heryere nam salmış bir adam mı ki bu Hacı İbrahim Bey!

-Bu adamın soyadı, mahallesi yok mu?

Adam yüzüme öyle bir baktı ki sanırsınız ‘’yok’’ diyecek. Birazda ağlamaklı bir ifade var adamın yüzünde. Kesin bilmiyordur diye tahmin ettim ama Adam:

-Soyadı ‘’Akyürek’’. Ama mahallesini bilmiyorum. Bilsem sormam zaten.

Vaay beni bastırdı bile. Aslında biliyorum sorulan adamı ya, kız için biraz uzattım sohbeti.

-Vallahi, şu taraflarda olması gerek. İsmini bir aralar duymuştum. Şu; askerlik şubesinin oraya git, bir de orada sor.

-Tamam, sağol delikanlı.

Adam sanki daha önce hiç okumamış gibi elindeki kağıda baka baka uzaklaştı. Dikkatimi çekti, diyalog boyunca kız hiç lafa karışmadı. Hâlbuki bazıları atlar konuşacağım diye. Demek ki ailesi iyi terbiye vermiş. Ya da, bu deli neden soğukta burada oturuyor diye şaşkınlıktan konuşamamıştır.

Uzaklaşırken kız ikide bir dönüp dönüp baktı. Güldüm kendi kendime. İyice uzaklaştılar. Adam bir yerde durdu. Yine adresi sordu. Boşver deyip önüme döndüm.

Cebimden hikâye kitabını çıkardım. Kaldığım yerden devam edecektim. Kitabı açtım, tam okumaya başlayacakken bir damla su düştü sayfaya. Yukarı baktım; diğeri de yüzüme damladı.

Yağmur başlamadan kalkıp evime gideyim dedim. Birisi omzuma dokundu:

-Burada yağmurda oturan bir deli varmış, nerede acaba? Diye sordu.

Bu ses, O’nun sesiydi. Tüm vücudum titredi. Arkama dönmeye korkuyordum. Ya geldiyse!...

( İstasyon başlıklı yazı MehmetÇİFTCİ tarafından 11.08.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.