İklimlerin sağdıcıyım.
Ah, bende saklı bu düş iklimi düşmek
bilmedi yakamdan.
Farazi iklimler de saklı sağımda
solumda ve metruk hanelerden firar eden melun heceler.
İkiletiyor insanlar illa ki ve
aralıksız şerh düşüyorum hayata.
Hoyrat rüzgâr mademki verdi
muhtırasını.
Sözcüklerden köşkler inşa ediyorum
belki saraylar ama dünya malı umurumda değil ve işte kozamda ipekten sözcükler
öpüyorum bir ipek böceğiyim madem.
Bazense…
Firar ediyorum hayattan hatta
bedenimden.
Bir düş çukuruna düşüp hayali
kahramanlar yaratıyorum âşık olacağım.
İnsan olmanın meali elbet ve ben illa
ki birilerini ya da bir şeyleri sevmeliyim.
Bir yandan da hallaç pamuğu gibi
içimi didikliyorum ve bir içimlik addedilen şiirler yazıyorum.
Yasım gibi mağdurum.
Bu gün içime dokunan o güzel aile
aklımı başımdan alıyor da bense paye vermiyorum zengin tayfasına insanoğlunun.
Günümü güzel kılan içten edilmiş bir
dua.
Yere oturmuş ekmek yiyip karnını
doyuran o sahipsiz ve evsiz aileyi görüyorum ve lokmalar kursağımda kalıyor ve
koşa koşa gidip yanlarına ne varsa soframda onlara sunuyorum.
Sessizliğin makbul olduğu bir an ama
sesleri de o kadar iyi geliyor ki bana bu güzel ailenin.
Dünya güzeli iki kız çocuğu ayakları
ve belden yukarısı çıplak ve ben nasıl paylaşmam lokmamı cebimdeki parayı da?
Elbet bu da ibadet ve sevap olsa da
söylemek istemesem de onlarla ne paylaştımsa benim asıl söylemek istediğim:
İçten bir gülüşe nasıl da hasret
olduğum.
Haset insanlardan yaka silktiğim
dünya denen viranede nasıl da saklı güzel insanlar.
Onlar ekmeklerinin yanına eklerken
benim gönlümden kopanı sağdan soldan gülüşmeler çalınıyor kulağıma çünkü
insanların gözünde bir hiç olarak değer görmeyen bu güzel insanlar aslında
bizlere insanlığımızı hatırlatan bir servet değerinde.
Karınları iyi kötü doyuyor ve geceye
karışıyorlar bir yandan da bana el sallayıp günümü de güzel kılan.
Doymak bilmeyen nefsi insanoğlunun
oysaki onlar yarım bayat ekmeği ne güzel de nimet bilip ders veriyorlar bize.
İman gücüm büyürken ben illa ki
sevecek ve mutlu olacak bir şeyler birilerini buluyorum.
Yorgun kaftanı yüreğimin.
Bir müze belki de dünde kalan
güzellikleri sık sık ziyaret ettiğim ve hamt ettiğim kadar hayret de ediyorum
dünyaya.
Cihanda saklı güzellikler ve öylesine
insanlar tanıdım ki ben hayatta aralıksız dua ettiğim ve iki cihanda da aziz
olsunlar demeyi ihmal etmediğim.
İhmal edilmiş yüreklerimiz ve de.
Maddi anlamda doymasa da insanlar
maneviyat nasıl da insanın gözünü tok kılıyor.
Bir ömür bedenimi ve zihnimi terbiye
ettiğim en çok da açlıkla yolumun kesişip dünya nimetlerine tamah etmediğim bir
o kadar beynimdeki atıl kullanılmayan bölümü keşfedip elimden geleni yaptığım.
Bunu fark ettiğim günse bir milattır
ta ki sekiz kalın kitabı yutup da on beş gün gibi kısa bir sürede yüksek lisans
sınavına çalıştığım.
Sayısalcı olduğum halde sözel bir
bölümde, psikolojide yüksek lisans yapmaya karar verip sınavı derece ile
kazandığım ki bunu bir övünç ya da sıra dışı olarak nakletmek amacı değil
benimki çünkü ben, beynimin kullanılmayan kısmını devreye sokup kendimi analiz
edip bir başarıya kendimce imza atmışken anlamış da bulundum hani:
Biz insanlar öylesine donanımlı ve
sevgi dolu yaratılmışken illa ki çevremizdekilerde kusur ararız.
Ve işte nefsimi çocukken öldürdüğüm.
Ve işte beynimin atıl bölümünü
devreye sokup zihnimin performansını arttırmayı başardığım.
Kısaca, sevgili dostlar bizler aciz
varlıklarımız kadar da donanımlı iken sevgiyi de iyiliği de çarçur ettik edeli
bir güzel doğayı da öldürmeyi başardık ve işte bitmek bilmeyen sıkıntılar ve
salgın hastalıklar ve değişen dünya iklimi kısaca kendi ellerimizle cennet
dünyamızı cehenneme dönüştürdük.
Geride kalan çok şey var benim
açımdan ve ben sadece önüme b/akıyorum.
Zihnim yorgun olsa bile ve de yüreğim
yangın yeri iken…
Ve işte bu yangından daha da büyük
bir ateşe nail olup İlahi Aşkın güzelliği ve nimetiyle kucakladığım sonsuzluk
hissi.
Bazı duygular kalburüstü sıradan
addedilen ve sevgi öyle bir mefhum ve de yürek iklimi ki sev, sev insan kat
çıkıyor kâinata ve işte gökte konuşlu bir göçmen kuş gibi hissediyorum kendimi.
Her dara düştüğümde kendimi
bulutların arasında hissettiğim hatta ve hatta göğe otağı kurduğum ve evrende
ve çevremde en çok da gökte saklı o hissiyat ile İlahi Güce vakıf olduğum.
İnancın muhtevası ve sevginin iklimi
umuda dair de bir yolculuk iken benimki.
Sessizlikten şiirler ördüğüm.
Şiirlerden hayatlar ördüğüm.
Bazen kördüğüm addedilse de içimde
saklı bunca duygu ve de eşlik eden kaos ben yaza yaza o düğümü çözme telaşıyla
ve yaşama sevinciyle doluyum.
Aç ya da tok fark etmezken bense
açlığımı hissiyatım ile geçiştirdiğim aslında bir ötesi yüreğimi ve benliğimi
duygularımla ihya ettiğim çünkü hayatta imha edilmesi gereken kötülükler var ve
işte düşünce gücüyle güzeli güzelliği çağırdığım ve yazarak çağrıştırdığım nice
duygu bazen hayal mi gerçek mi ben bile karar veremezken her anlamda yol almak
ve hayatın yaşamanın da hakkını vermek.
Sıradan bir gün bile sıra dışı bir
mutluluğa mahal verebilmekte.
Ben aç olsam bile insanlar tok olmalı
ve ekmeğini suyunu paylaşmalı ve günlük hayatta değil paylaşmak daha çoğuna
sahip olmak için de insanlar birbirlerini çiğ çiğ yerken anlam veremiyorum bu
doyumsuzluğa aslında beni ilgilendirmese de ben en çok çocuklar ve gelecek
nesil adına üzülüyorum.
Yorgun ruhumu dinç kılan.
Bir yitim addedilen dünü güne
taşıyan.
Her anlamda her bağlamda yaşamanın
güzelliğini severek tadını çıkaranlar.
Bir iklim ki yürek.
Bin bir name ile süslü.
Sessizliğin sesinde saklı kâinat ve
severek dolduruyorum ben hayattaki boşlukları üstelik sadece önüme b/aktığım ve
her yere düştüğümde yeniden ayağa kalkıp eskisinden de güçlü olduğum…