Sessiz Yığınların Sesi




Bu ifade Sabık Başbakan Mesut Yılmaz’a ait, ama ‘Onu hiç mi hiç ifade etmeyen bir deyim. O’na en çok yabancı, en çok ondan uzak bir tabir. Aslında O’nun şuuraltının ifadesi bu, en çok olmak istediği ama asla olmadığı, olamayacağı bir ideal, varamayacağı bir ütopya. Bu sessiz yığınlar zaman zaman dillenmiş, yıllardır yapılan zulümlere ses çıkarmadığı için," hiçbir şey bilmiyor, anlamıyor, göbeğini kaşıyıp duruyor," dendiği, aptal çoğunluk, bidon kafalı diye adlandırıldığı halde; hiç umulmadık zamanda, beklenmedik bir tepki gösteriyor, öldü zannedilen bir hastanın ölmediği birdenbire dirildiği, komadan çıktığı anlaşılınca yeniden öldürülmek için tüm yolların denendiği halk bu. 

Sürekli aldatılan, sürekli aşağılan bu sessiz yığınlar onları hiçe sayan, onlara hakaret eden bu azgın azınlığı, bu ‘Beyaz Türkler’i tanıyor, onun aşağılık yapısını biliyor, entrikalarını seziyor ve ilk fırsatta doğrulup ona Osmanlı tokadını yapıştırıyor. Kendisine sürekli zenci muamelesi yapan bu diktacı, aşağılık ruhlu yalancı dolandırıcı, iki yüzlü -hatta bin bir yüzlü- ucube mahluka düşman bile olmuyor, acıyor ona, düzelmesi için dua ediyor, onun yalancı dindarlık gösterilerine inanmış görüyor, onun riyakalıklarını ortaya çıkarmaya tenezzül bile etmeden, hüsn-ü zanla muamele ediyor. 

Bu sessiz yığınlar çok önemli tarihsel olaylarda hep kendini gösterdi. Hiç bir zaman zalim olmadı, mazlum oldu. Osmanlı’da kazan kaldıran Yeniçeri’ye ses çıkarmadı. Taht kavgalarına karışmadı. Savaşlara gitti, gazi oldu, şehit oldu. Ama hiçbir hak iddia etmedi, her şeyi Allah’tan bekledi, başına gelen her şeyi –iyi, kötü- O’ndan bildi. Kendini hatalı buldu, af diledi, nimetleri gördü şükür etti. 

Allah’tan gelen her şeyi teslimiyetle karşıladı. Ne ulemaya saygısında bir değişme oldu, ne ümeraya itaatinde. Bildiği tek şey vardı, o da bu dünyanın bir imtihan yeri olduğu ve gerçek hesabın ahirette görüleceği idi. Orada ak ile kara ortaya çıkacaktı. Hesap günü her şey ayan beyan anlaşılacaktı. Çok söze hacet yoktu. Her şeyin en iyisini Allah bilirdi. 

Yapılanları gördü, iyilerini hep takdir etti, kötüleri tarihin yargısına bıraktı. Kanuni’nin muhteşemliğini alkışladı ama Mustafa’yı katletmesini onaylamadı. Sarı Selim’e sarhoş lakabını yapıştırdı. Bayezid’e Veli dedi, Sultan Mehmed’e Fatih, Sultan Selim’e yiğit ve gözü kara olmasından, belki de babasını devirip tahta konmasından dolayı Yavuz lakabını layık gördü, Sultan Süleyman’ın gelenekleri bozan kanunlarından dolayı Ona Kanuni adını yakıştırdı. Aslında her iki yakıştırmada da gizli bir ironi vardı. Halk eleştiri hakkını kullanıyordu. 3. Mehmet’e Avcı lakabını vererek onun ava düşkünlüğünü öne çıkarıyor, padişahların avdan daha önemli işleri olduğunu vurguluyordu. 

Böylece eleştiri hakkını kullanıyor, bu hakkın kendisine ait olduğunu hatırlatıyordu. Yönetimlerin zararının en çok kendilerine dokunduğunu biliyor, nimetlere şükrediyor, külfetlere katlanıyordu. Uzun süren savaş ve yenilgilerin acısını çekiyor, fakirliğe katlanıyor, devlet ne isterse yapıyor. Yöneticilerin zulmüne karşı ayaklanıp dağa çıkanlara "efe" adını takarak onların yanında olduğunu haykırıyor, zalime karşı çıkışını böyle gösteriyordu. 

Acılarını şiire döküyor, ağıtlara vuruyor, sevinçlerini türkülerle dillendiriyordu. Tekkelere sığınıyor, ilahilerle avunuyordu. Kendi iç dünyalarının zenginliğiyle yaşıyor, dış dünyanın sefaletine karşı direnme gücünü artırıyordu. Abdülhamit’e 'Ulu Hakan' diyen bu halk, 2. Mahmut’a ‘Gavur Padişah’ adını taktı. 5. Murad’ın masonluğuna aldırmayarak akıl derecesinin hafifliğine yorduve O’na ‘Deli’ lakabını layık gördü. 

Tanzimat’ı ‘gavura gavur denmeyecek’ diye veciz bir üslupla yorumladı. Meşrutiyet ve Cumhuriyet’i gördü. Islahatlara dudak büktü, padişahların yaptığı kıyafet devrimlerine teferruat gözüyle baktı. Cumhuriyet devrimlerini tolere etti. Kendine verilen hakları kullanamadı, alınanlara razı oldu. ‘Öyle giyinme’ dediler giyinmedi, ‘böyle yaz’ dediler yazdı, ‘böyle konuş’ dediler konuşmaya çabaladı, ‘böyle yaşa ‘dediler inançlarına ters gitmediği sürece 'ulu-l emre itaat' babında itaat etti. 

Başına vurdular, ekmeğini aldılar, ses çıkarmadı, yıllarca askerlik yaptı, savaşlarda geçirdi ömrünü, evine dönemedi; aç, açık yattı, cephelerde şehit oldu, mezarları bulunamadı, acısını gömdüler kalplerine geride kalanlar, hep geri gelecekmiş gibi sandılar, bekledi, durdu, beklemeyi adet etti sabırla ve tevekkül içinde, dert yanmadı, isyan etmedi. 

Bulduklarında yediler, bulamadıklarında aç yattılar, yiyeceklerini paylaştılar, kimsenin malına göz dikmediler, ırzlarına namuslarına sahip çıktılar. Kimsenin ırzına, namusuna göz dikmediler. Mallarının kaybına yanmadılar canlarının telef olmasına dayandılar ama inançlarına bir saldırı olunca aslan kesildiler, vatan sevgisini imandan bildiler, vatanlarını canları ve malları bahasına korudular. Onurlarını İslam’ın onuru saydılar; onun için her şeylerini feda ettiler. Allah için dost oldular, Allah için düşman. İbadethaneleri evlerinden, barklarından daha aziz tuttular. Devrimlere karşı gizli bir direniş gösterdiler. Onları her defasında yapanların dünya görüşlerinin aleyhine, inançlarının lehine alt ettiler. 

Tek parti diktatoryasına direndiler, çok partili demokrasiye geçer geçmez oligarşik diktaya gereken dersi vermekten kaçınmadılar. Millet iradesine 'dur' diyen üç buçuk azınlığa karşı hep bir yol buldular, onun oyunlarını alt etmesini bildiler. 

Bu sessiz yığınların sesi gereken yerde susmasını, gereken yerde konuşmasını bildi. Bu konuşma bazen bir tavır, bazen bir eylem, bazen de bir tercih şeklindeydi. Önce CHP ye karşı Serbest fırka, ardından Terakkiperver Cumhuriyet fırkası, sonra Demokrat Parti ve ardından Adalet Partisi yanılgısı ve Anavatan Partisi, ve en son Ak Parti. Sessiz yığınların sessiz devrimi böyle gerçekleşti. 

O kendine ait bir çıkış kapısı bulunca saldırdı, bir kurtarıcı görünce kucakladı, bazen yanıldı ama çok kere doğruyu tuttu ve kaldırdı. İşte sessiz yığınlar sesini böyle çıkardı. Ayrıca eğitim yoluyla yapılan dezenfarmasyona karşı koymakla kalmadı, alternatif çıkış yolları aradı, Kur’an Kursları, İmam hatipler, dernekler, vakıflar, özel okullar yoluyla direnişini sürdürdü. Kendisine yabancı medyaya karşı yerli medyayı destekledi, yabancılaşmış sömürü sermayesine karşı yerli Anadolu sermayesini –tüm sahteciliklere karşın- destekledi, büyüttü, besledi ve ekonomik kalkınmayı başardı.

Ahmet Kemal



( ‘Sessiz Yığınların Sesi’ 1 başlıklı yazı EDİP GÜL tarafından 20.09.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.