Bir düş’ ün ekimi olduğunu
bilmiyordum yaşamanın ve şerefine yılların şanlı iklimler şanlı hüzünler
giyindim.
Sarmalında acının.
Semiren bir veda misali.
Günde pekişen hüsran geceyi boynu
bükük kılan.
Sözcüklerim sallantıda günlerdir ve
hem annemin yolunu g/özlüyorum hem de ekim’ in.
Bir ekin zamanı düştüm yola.
Bir debdebeli hasret ki soluduğum
hava.
Hayır, ben de nefes almamalıyım yiten
zamanın yüzü suyu hürmetine bağdaş kurduğum Eylül’ün son günü.
Buğday ambarında filan değilim ama
çok da açım.
Bir isyan değildir dillendirdiğim bir
itiraf belki de ve kader beni ikaz ederken ben nasıl göremedim gerçekleri?
Ne yani, bir martaval mı okunan?
Ne yani, nefes almasını insanın
zorlaştıran.
İklimlerden hüzün hazandan da üstün.
İkilem yüklü filan da değilim hani sadece
sırasız bir gidiş temenni etmiştim: evet, annemden evvel olmalı benim vedam
diye kaç zamandır diretiyorum kadere ama çok pişmanım şimdi çünkü ben yine anne
sözü dinlemedim.
Şükür yüklü olsam da beni zorlayandı
ölümü düşünmek ama annemin değil benim sıram gelmeli bir an evvel diye…
Rabbim, af et beni.
Didikliyorum içimdeki pamuğu oysaki ne
hallacım ne de pamuk tarlasında işçi ben hüznün işçisiyim hüzün vardiyalı
çalışan.
Bir dikenim vardı madem.
Bir de dilemması bedenimin.
Nefesim haram bana annem nefes
alamazken ama alacak İnşallah daha nice nefes ve asla da bir heves değilken
yaşamak.
Buruk ya da bitkin olmamın hiçbir
önemi yok:
Ah, ben dikiş tutturamadığım kadar
hayatta bir tek annem mi beni seven?
Belki de bu satırları yazmamalıydım
ve evet, ben kendimi ilk defa yazdığım için bunca suçlu hissediyorum ama
kararan gözlerim ve uyuşan beynim aralıksız sinyal veriyor: ‘’yaz, yaz’’ diye.
Kapılarda beklerim ben talihimi ve
annemi.
Yoluna paspas da olurum yeter ki
Rabbim, zaman versin anneme de bana da.
Üstünkörü bir hayat ya da değil
benimki ve artık hiçbir şeyin önemi yok.
Karaladığım satırlar ne ki kararan
gözlerimde ve kararan içimde nem tutmuş bir kalem ve de kâğıt ne işe yarar ki
bu saatten sonra?
İçimi titreten bir hüzün silsilesi.
İhbar edeceğim kimse yok kendimi ve
ben annemi çok özledim.
Kaybolan umudum ve kayıp giden
hayallerim.
Ayıp mı sahi hüzün ya da gözyaşım bir
suç unsuru mu?
Ben suçluyum çok suçluyum hem de.
Sek sek oynamak top peşinde koşturmak
istiyorum çocuk gibi ama dış ses buna izin vermiyor.
İç sesim de suskun kalemim de.
Yıkılan bir put aslında yaşamı
bonkörce harcamak:
Sadece kendi hayatım değil bahsi olan
ve başım her sıkıştığında anneme koşup omzuna dayamak başına sadece bunu
istiyorum yeniden dönsün yanıma.
Noktalama işaretleri ve yetmeyen
alfabe ve sözcükler.
Umut ekmeliyim ve işte ekiyorum
Ekim’e adımlarken ve yolunu gözlerken.
Sözcüklerim sakata gelen.
Ben hiçliğimle saf tuttuğum hayatta
daha ne kadar çaresiz kalabilir ki insan?
Ellerimden kayıp giden ne çok şey ne
çok insan ama artık kaldıramam ben yeni bir kaybı hem ben çoktan restimi
çekmişken hayata ve de kendimi geri çekmişken pek çok şeyden.
İmla hatası olsaydı keşke şu son beş
gün.
Keşke imalat hatası olarak doğduğum
gerçeğini bir kere daha net bir şekilde algılamasaydım.
Güçlü müyüm?
Güçsüzlüğüme yenik düştüğüm.
Gücüm tükenirken gücüme gidiyor
annemi görmediğim günler ve nefesini hissetmediğim.
O, nefes alsın sadece nefes alsın ve
nefes nefese kalayım ona yeniden kavuşurken kavuşmaktan başka hiçbir şey
istemiyorum.
Biri beni bu rüyadan uyandırsın ya da
sonsuza kadar karanlığa teslim olayım yeter ki Rabbim çekmesin elini annemden
dolayısıyla benden de.
Kimsesiz kalma hakkımı geri çekiyorum
yeter ki o bir çift mavi göz bakmaya devam etsin bana hem de ben kendime
b/akamazken son isteğim bu Rabbimden…