Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 5.11.2022
Okunma Sayısı : 643
Yorum Sayısı : 5
‘’vatandaş Türkçe Konuş !’’ Kampanyalarından Kürt Tilkisi, Ermeni Koyununa...---
‘’VATANDAŞ TÜRKÇE KONUŞ !’’ KAMPANYALARINDAN KÜRT TİLKİSİ, ERMENİ KOYUNUNA...---2. BÖLÜM--

1930’lu yıllarda vatandaşı Türkçe konuşturmak konusunda en önemli teşebbüsün doğrudan doğruya Mustafa Kemal Atatürk tarafından başlatıldığını görmekteyiz. Yani ‘’ Vatandaş Türkçe konuş!’’ artık cemiyetlerin veya bazı yazar- çizerlerin/ aydınların kampanyaları değil doğrudan doğruya devletin politikasıydı.

O zaman şöyle bir soru soru sorulabilir: Vatandaş Türkçe konuşmuyor muydu ki Atatürk böyle bir girişimde bulunmak zarureti hissetti?

I. Dünya Savaşının sonlarına doğru Macar Türkolog J.Nemeth, ‘’Turkhısche Grammatik’’ adlı eserinde Osmanlı topraklarında üç çeşit Türkçe kullanıldığını söylüyordu: 1- Fasih Türkçe: Resmi dil ve edebi eserlerde kullanılan Türkçeydi bu 2- Orta Türkçe: Orta sınıfın kullandığı Türkçeydi 3- Kaba Türkçe: Avam tabakası olan köylülerin kullandığı Türkçeydi.

Atatürk, bu eseri okuduğunda özellikle ‘’ Kaba Türkçe ‘’ ifadesine çok kızsa da Türkiye’de üç çeşit Türkçe kullanıldığı da bir gerçekti maalesef. O bakımdan da ‘’ Olmaz böyle şey. Köylü- kentli herkes bir gazetede ne yaydığını okuyup anlayabilmeli.’’ Diyordu.

O halde bir daha soralım: Farzedelim Ağrı’nın Eleşkirt ilçesinde ya da çok uzağa gitmeyelim Ankara’nın Bâlâ ilçesinin bir köyünde yaşayan bir vatandaş Türk edebiyatının şaheserleri olan o eşsiz şiirleri anlayamıyor muydu?

Bu soruya cevap vermeden önce ben bir soru sorayım: Bu yazıyı okuyan kardeşlerimin her birisi iyi kötü mürekkep yalamış insanlardır. O halde aşağıdaki beyit bize ne diyor söyleyebilir misiniz?

Ey pâybend-ı dâmgeh-i kayd-ı nâm ü neng
Tâ key hevây-i meşgale-i dehr-i bî-direng


Hiç bir şey anlamadınız değil mi? Siz – biz anlamadığımıza göre Eleşkirt ya da Bâlâ’nın bir köyünde, 1900’lü yılların başında yaşayan bir köylü de bir şey anlamıyordu.

Macar Türkolog haklıydı. Yukarıdaki beyite Türkçe diyorduk ama içinde ‘’Ey’’ ünlemi dışında bir tane Türkçe kelime yoktu. Böyle olmasına rağmen bu beyitin yer aldığı şiir, Türk Edebiyatının şaheserleri arasında yer alıyordu.

Yukarıdaki beyitten hiç bir halt anlamayan vatandaşlarımızın kentlileri 1909’da yazılan şu dizeleri tamamen anlayabiliyorlardı:

Nerdesin şevketli Sultan Hamid Han?!
Feryadım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lahza uyan,
Şu nankör milletin bak günahına.

Tahrike yeltenen tac ve tahtını
Denedi bu millet kara bahtını
Sınadı sillenin nerm ü sahtını
Rahmet et sultanım sûz-ı âhına


Aynı dönemde yaşayan köylüler ise ‘’ Barigah, Nerm-ü Saht, Suz-i aht gibi kelime ya da tamlamalardan bir şey anlamasalar da şiirin Abdülhamit’e yazılmış bir pişmanlık şiiri olduğunu anlayabiliyorlardı ki Macar Türkoloğun ‘’Orta Dil’’ dediği de işte buydu. Türkiye’de Milliyetçilik akımı ile birlikte Atatürk de dahil insanların özellikle şehirlerde kullandığı konuşma ve yazma dili buydu.

Peki köylü kısmının kullandığı kaba dil nasıl bir şeydi?

Şimdi ‘’ Yunus Emre ta 13. Yüzyılda öz Türkçe yazıyordu söylüyordu.’’ Diyen kardeşler biraz şaşıracaklar. Zira bugüne kadar hemen hemen hepsi Yunus Emre’nin günümüz Türkçesine çevrilmiş olan eserlerini 13 Yüzyılda o şekilde yazılmış zannederler.

Yok yok korkmayın.. Yunus Emre elbette ki öz Türkçe yazdı-söyledi. Ama günümüzdeki Türkçeden oldukça farklıydı onun öz Türkçesi. Şöyle mesela:

Daşdung yine delü göngül, sular gibi çağlar mısın?
Akdung yine kanlu yaşum, yollarumı bağlar mısın?

N ’idem elüm irmez yâre, bulınmaz derdüme çâre;
Oldum ilümden âvâre, beni bunda eğler misin?

Yavı kıldum ben yoldaşı, ongulmaz bağrumung başı;
Gözlerümüng kanlu yaşı, ırmağ olup çağlar mısın?

Ben toprak oldum yolunga, sen aşuru gözedürsın;
Şu karşuma göğüs geren taş bağırlu tağlar mısın?

Harâmî gibi yoluma arkun inen karlu tağ,
Ben yârımdan ayru düşdüm, sen yolumı bağlar mısın?

Karlu tağlarung başında salkum salkum olan bulut!
Saçung çözüp benüm içün yaşın yaşın ağlar mısın?

Esridi Yunus ’ung cani, yoldayum illerüm kanı?
Yunus düşde gördi seni; sayru mısın, sağlar mısın?


Evet... İşte bu da Kaba Türkçeydi.

Aslında Türk halkının büyük bir bölümü köylerde yaşadığına, köylüler öz be öz Türkçe konuştuklarına ve şehirlerde de insanlar yine - içinde Arapça- Farsça kelimeler olsa da – anlaşılabilir bir Türkçe ile konuştuklarına göre Türk dili ile ilgili bir inkılaba gerek var mıydı?

Yani şunu demek istiyorum: Dil canlı bir varlıktı ve tamamen Arapça ve Farsça olan saray dili bile 19. Ve 20. Yüzyılda artık 15. Ve 16. Yüzyılda olduğu gibi değildi. Çok fazla Arapça ve Farsçanın yerini daha çok Türkçe almıştı. Yani kendi akışına bırakılsa su akıp yolunu bulurdu. Buluyordu da...

Evet.. Bana göre su akar yolunu bulurdu ama Mustafa Kemal, suyun başı boş akması taraftarı değildi. Ona akacağı bir yatak hazırlarsa daha hızlı ve daha kolay akacağına inanıyordu. O halde acil bir şeyler yapıp ülkedeki tüm insanların, yazılan ve konuşulan her şeyi anlamalarını sağlamak için derhal kolları sıvamalıydı.

Türkçenin, Türkiye’de yaşayan herkesin anladığı bir dil olmasının önündeki en büyük engel neydi peki? Dilimizdeki Arapça- Farsça kelimeler ve tamlamalar. Arapça ve Farsça dil kuralları... Bunlardan nasıl kurtulunurdu? Çok kolay... Okullarda mecburi ders olarak okutulan Arapça ve Farsça, müfredattan tamamen kaldırılırsa, kısa süre içinde dil de Arapça ve Farsçadan kurtulurdu.

1 Eylül 1929’da Arapça ve Farsça dersleri, öğrenimden tamamen kaldırıldı.

Atatürk, 2 Eylül 1930’da dil inkılabının amacını aynen şöyle açıklar:

‘’Millî his ile millî dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin... Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. ”


İşin ilginci Atatürk’ün ‘’ Dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak’’ Derken kullandığı cümlelerde geçen ‘’ İnkişaf’’ ve ‘’Müessir’’ Gibi kelimeleri bugün anlayabilen yok. Dahası bu kelimeler de öz Türkçe değil. Hatta’’ Şuur’’ ve ‘’ İstiklal’’ de de öyle...

Evet... Dilimizi yavaş yavaş yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarıyorduk...

Pardon... Arapça ve Farsçadan kurtarıyorduk. Başka yabancı dillerle pek bir problemimiz yoktu. O sebeple de Mustafa Kemal, birer yabancı dil olan Arapça ve Farsçayı okullardaki müfredat programlarından kaldırırken, manevi Kızı Afet’i, ( Afet İnan ) önce Fransızca öğrensin diye Fransa’ya göndermiş, ardından Fransızca eğitim veren İstanbul’daki Notre Dame de Sion Fransız Kız lisesine yazdırmıştı. [ Bu okuldan mezun olan ünlülerden bazıları şunlardır: Ayla Algan, Bedia Muvahhit, Emel Korutürk, ( Fahri Korutürk’ün eşi ) Matild Manukyan ( Meşhur Genelev patroniçesi- 6 sene üst üste vergi rekortmeni.) Mine Kırıkkanat, Nazlı Ilıcak, Pelin Çift ]

Pek ala. Mustafa Kemal’in başlattığı ‘’ Vatandaş Türkçe Konuş !’’ Devrimi ( Evet devrimi..Bu artık kampanyadan çıkıp devrim olmuştu. ) Türkiye’de yaşayan her insanın öz Türkçe kullanarak birbirini anlamasını sağladı mı?

Mesela bu devrim sonucunda vatandaşlarımız, yukarıda örnek olarak verdiğim Yunus Emre’nin şiirinde olduğu gibi öz Türkçe konuşup öz Türkçe mi yazdı?

Hep birlikte göreceğiz bir sonraki bölümde.
( ‘’vatandaş Türkçe Konuş !’’ Kampanyalarından Kürt Tilkisi, Ermeni Koyununa...--- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 5.11.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.