Bir yitimin son durağı ve hırpani bir
teselli…
Hayatsa ellerimden kayan ne de olsa
muadiliyim yıldız takımının ve işte kuyruğumla kaydığım eksen.
Hazan temize geçirdi kaygılarımı
bense rest çekmiştim güne ve kıblemde saklıyım ve tezat sözcüklerden farklıyım.
Bir imla hatasıyım da aynı zaman ne
de olsa dikenlerimdir canımı yakan.
Yerle yeksan olmuşluğum ve kümülatif
acılardan inşa ettiğim dik başlı ve dik acılı ve dik açılı bir üçgen.
Ümidim türkü.
Yalnızlığım nakarat.
Öznem çiçek yüklemimse firarda.
Mealim mi mecram mı yoksa mizacım mı
demeliydim ve işte nutuk atanlara son sözüm ve yufka yürekli mevsimin tembihli
solmuş yaprağıyım.
Kazan kaldıran yeniçeriler.
Hükmedense evren.
Kayıp bir manivela ve işte son
manevra.
Gönlün hutbesi ve kubbesi ve sarı benizli
rüzgâr.
Yetim ve yitim ve bitim iştigal
olduğum ve inhisarında sözcüklerin ucunu yaktığım mektup.
Haşmetli bir isyan rengimde saklı ve
af dilediğim ve ikrar ve ikna ettiğim içimdeki yetim çocuk. Gölgeme de şerh
düştüm sonunda ve kovdum kapıdan. Hazanla restleştiğim ömrün gıyabında ne yazar
ki ben yazmasam ve ne yazar ki ben bahara ve umuda denk düşsem.
Yürekteki söküklerim ve yüreğime
sokulan rüzgâr.
Kanaviçeler raks eden kardığım
heceler hüzünle nükseden.
Son vuruş.
Son vurgu.
Son nokta.
Ünlemin sarkacı ve hüznün yargıç
olduğu ve işte kırıldı kalemi mevsimin ve idama mahkûm edildiğim.
Reşit olsam ne ki acılarım eşit
olmadıkça diğer insanlarla.
Bir eşikse üzerinde durduğum bir
ritimse sözcüklerin vaveyla yüklü çekincesi.
Üstü örtülü güncem ve üşüyen bedenim:
aklımsa firarda ve yetim kimliğime bir de eklenmesin öksüz varlığım.
Kardığım ve kandığım evren ve
kaybolduğum. Rüzgârın peşinde belki de rüzgâr benim peşimde ve savruldukça
s/avunduğum ve voltalar attığım mezarlık bahçesi.
Ah, şu ölü toprağı yok mu üzerime
serili ve balık hafızasında hüznün keşfe çıktığım ne de olsa o kesif
sessizlikle iştigalim.
Yürek rotası ve noksan sözcükler.
Hibe ettiğim ve hamt ettiğim.
Hazır olda geçen ömrün arka bahçesi.
İhya oldum işte acılarla ve gergef
gibi asılıyım bilinmezin kancasına konan varlığım ve kırık kanatlarım.
Nazenin benlik.
Esef yüklü sessizlik.
Endamlı ve görkemli bir vaveyla.
Yitimi ömrün belki de katırı
sözcüklerin ve işte baltalanan satırlarım belki de kırk satırla satırlarımın
aralıksız doğrandığı.
Gönül gözüm ve pencerem.
Son sözüm mü…
Ön sözü yokken ömrün ve ben hala
ortasına yeni gelmişken bir son mudur tuzağına düştüğüm yoksa soytarı bir keder
midir yerle yeksan eden yüreğimi.
Kalburüstü acılarım var açamadığım o
son kapı.
İki kapılı handa mahsur kaldığım ve
t/araf tutmasam da Araf’ta kalıp nükseden yalnızlığım.
Sureti kati sevmezdim de ben iyi de
evren değil miydi sevgiyi öğütleyen ve işte öğüten yüreğimi ve öngörüsü
mevsimin.
Koptu kopacak kıyamet belli ki şu
sessizlik derin bir yalnızlığa delalet.
Hüzün bütçem açık verdi ve şerh
düştüm deftere.
Hazansa rüştünü ispatladı ve denk
düştüm s/onsuzluğa…
O ise benim her şeyim: annem,
varlığım ve noksan varlığımı tamamlayan kadın ve ihbar ettiğim kadar mevsimi
ifa edemediğim neyse ihya edilesi yüreğimi nasıl da dara düştüm.
Üşüyorum anne çok hem de ve senin
yokluğunda varlığımın aciz olduğunu bir kere daha ispat etti bana hayat.
Ömrümsün anne ve öğüdüm.
Öğütüldüğüm kadar öngörüsü de yok
artık bu bitimsiz hüznün.
Çaresizliğimle nal topladığım ve çıbanbaşı
iken nefret insanların apoleti olmaya delalet bana sevmeyi öğreten elbet sendin
Rabbin emriyle.
Karşı gelemem ben kadere ama karşı
gelirim ihanet yüklü iblise ve zalime.
Zanlarsa uçuşan ve zemheride saklı
yüreğim bu acı ile tutuşan.
Dön.
Dönmeyeceksen bileyim ben geleyim
yana.
Çakırkeyif insanlar ve çemkiren
iblis. İyi de bana böyle öğretmedin sen.
Tevazu yüklü varlığın ve çakır
gözlerin.
Elasında yalnızlığın kaderime boyun
eğdiğim…
Dön ne olursun dön bir an evvel ve el
pençe divan duruyorum ben teslim olduğum kaderime, kederime.
Dönmeyeceksen söyle de ben geleyim
yana daha da geç olmadan.